Star gazetesi Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu” dergisinin tıpkıbasımını veriyor her hafta...İyi ki de veriyor. Star’ın verdiği Büyük Doğu’nun son sayısında “Yahudi” başlıklı bir bölüm var. Tek cümlelik bir bölüm... Cümle şöyle: “Yahudi! Her işte mahvımızın kurmay başkanı Yahudi, Savarona işinin de bizzat hain tanzimcisi ve destekçisidir”. Birileri son günlerde “nefret suçları”ndan mı söz ediyordu? AHMET HAKAN/Hürriyet
Star gazetesi Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu” dergisinin tıpkıbasımını veriyor her hafta...
İyi ki de veriyor.
Star’ın verdiği Büyük Doğu’nun son sayısında “Yahudi” başlıklı bir bölüm var.
Tek cümlelik bir bölüm...
O cümle şöyle:
“Yahudi! Her işte mahvımızın kurmay başkanı Yahudi, Savarona işinin de bizzat hain tanzimcisi ve destekçisidir”.
Birileri son günlerde “nefret suçları”ndan mı söz ediyordu?
Ahmet Hakan
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21802076.asp?mnID=21802076
Türk tarafının ilginç ve hükümeti en çok destekleyenlerin bile onalyamadığı "Şamı bombalayalım" tezinin bir yönü daha var. Türk topraklarına sekiz havan mermisi düşmesinden ve beş masumu öldürmesinen sonra başbakan bunun bir hata olamayacağını belirtti. "Aynı hata sekiz defa yapılmaz". Haklı tabi. Ama sadece görmeyi seçtiği konularda.
Hoş olmayan benzerliğe ilk olarak Hastürk haber sitesinde takma adı "Srulik" olan bir yazar tarafından dikkat çekildi: Srulik, güney İsraildeki Sderot şehrine düşen havan mermilerine İsrailin tepkisine başbakanın söylediklerini hatırlattı: "Kaç İsrailli öldü de saldırıyorsunuz?" Beş Türk vatandaşının öldüğü (Srulik'e göre Sderot'un kardeş şehri) Akçakale saldırısına cevap olara Sayın erdoğan bölgeye 250 tank, 25 adet F-16 savaş uçağı gönderdi ve Millet meclisinden savaş tezkeresi aldı. Yandaşları da durmadan Amerikanın öncülüğünde Şam ın bombalanmasını istiyorlar.
Haziran 2007 den Şubat 2008 e kadar Sderot'taki sivil İsrail halkına 771 roket ve 857 havan topu saldırısı yapıldı. Bu sekiz ay içinde yaşları ikiyle 57 arası değişen 11 İsrailli hayatını kaybetti. Srulik, Türkiyeye düşen birkaç bombanın Suriyede bir tampon bölge yaratmak için nasıl yeterli olduğunu fakat İsraile düşen 1,600 den fazla bombanın Filistinde bir tampon bölgeyi haklı çıkarmadığını da sorguluyor.
"Öldürmeyi iyi bilen" lerin ülkesinde aslında durum daha vahim. 2001 den beri güney İsrail 5,000 den fazla roketle vuruldu. Ocak Nisan 2012 arası aralarında ikisi fosforlu olan 360 roket ve havan topu saldırısı yapıldı.Sayın Erdoğan "Barışı isteyen savaşa hazırlanmalı" diyor. Haklı. İsrail de aynen bunu yapıyor.
Burak Bekdil
http://www.hasturktv.com/yahudilik/4647.htm
İlginç bir nokta çok farklı siyasi görüşlere sahip İsrailli katılımcıların işgalin sürmesinin ve Filistin meselesinin halledilmemesinin ülkeleri açısından bir felaket olduğunu görmeleri. Ancak bu konuda bir ilerleme olacağına inanmıyorlar. Hamas’ın güçlenmesi hepsini kaygılandırıyor. Bu bağlamda Ankara’nın Hamasçı çizgiye daha fazla destek veriyor görünmesinden de rahatsızlık duyuyorlar. Zira Hamas’ın daha güçlü olduğu bir Filistin siyasi yapısının işgalin sürmesine yol açacağını düşünüyorlar.
Türkiye-İsrail ilişkilerinde eski günlere dönülemeyeceğini herkes görüyor. İlişkiler bundan böyle ekonomik alanda, sivil toplum kuruluşları düzeyinde ilerleyebilir. Daha doğrusu siyasi ve diplomatik alanda Mavi Marmara sonrasının büyük bunalımı aşılana kadar ancak bu alanlarda ilerlenebileceği belli. İsrail tarafı geçmişe göre aradaki sorunların yapısal olduğunun farkında. Türkiye’nin gelecek Ortadoğu düzeninde önemli bir rol oynayacağını, ekonomik anlamda Çin’in Asya’da yaptığına benzer bir işlevi görebileceğini düşünüyorlar. Ancak Arap dünyası dinamiklerini tam olarak çözemediğine ve siyasetinin naif kaldığına da inanıyorlar.
Sonuçta yakın zamanda ilişkilerin normalleşmeyeceği anlaşılıyor. Ancak gerek zaten iyi giden ekonomik ilişkiler, gerekse arka plandaki temasların sürmesinde herkes yarar görüyor. 2011’de iki ülkeyi barıştırmak için çok çaba sarf eden ama 2012’de kenara çekilen ABD’nin bir uzlaşmayı kolaylaştırabileceğini bekleyenler de var.
Soli Özel
http://www.haberturk.com/yazarlar/soli-ozel/788974-turkiye-israil-ve-arap-uyanisi
İsrail konusu Türkiye açısından da çok önemli. Bakanlık Sözcüsü’nün verdiği jet yanıt da bunun bir göstergesi. Ancak ortada ince bir diplomasi yürüyor. İki ülke arasındaki görüşmelerde yer alan usta diplomat, eski Dışişleri Müsteşarı ve Büyükelçi Özden Sanberk bu noktaya dikkat çekiyor: “Görünüşte İsrail ön koşulsuz görüşme istiyor, Türkiye reddediyor gibi bir tablo var. Ancak gerçekte durum öyle değil. Tarafların müzakere ettiği, İsrail’in kabul ettiği, içinde özür kelimesinin geçtiği uzlaşılmış bir metin var. İlişkiler normalleşecekse o metne dönülmeli. İsrail önce o metne geri dönmeli” diyerek Tel Aviv’in atması gereken adımı gösteriyor.
Avivi’nin Suriye vurgusu da önemli. Aslında yaz aylarından bu yana İsrail kendisi açısından Türkiye ile masaya dönülmesinde “uygun zamanın geldiğini” düşünüyor. Türk kamuoyunda bu yönde bir ikna çabası yürütüyor. Başbakan Netanyahu’nun Türk basınına verdiği mesajlar farklı ağızlardan tekrarlanarak Türk basınının ilgisine sunuluyor. Çünkü İsrail, Türkiye’nin Suriye politikalarında açmaza girdiğini düşünüyor, Esad’ın iktidarda kalmasının oluşturduğu baskıyı kullanarak, tıkanıklığı aşmak istiyor. Suriye’deki krizin İsrail için yakın tehdit olan Lübnan’a sıçraması, Türkiye’nin İsrail’in Gazze’ye yaptığı operasyonlara sessiz kalması İsrail’e cesaret veriyor.
Bora Bayraktar
http://tr.euronews.com/2012/10/23/israil-turkiye-ile-iliskileri-neden-simdi-duzeltmek-istiyor/
Bu benim büyük hayalim. Çünkü İsrail bu günlerde Türkiye’ye, Türkiye’nin İsrail’e olduğundan daha çok ihtiyaç duyuyor. Burada istikrarlı bir Ortadoğu inşa edilebilmesi için bizim içinde bulunduğumuz yalnızlıktan kurtulmamız gerekiyor. Araplarla bizim aramızda köprü olacak bir ülkeye ihtiyacımız var. Amerika bunu yapamaz. Avrupalılar bunu yapamaz. Bunun için tek adres Türkiye’dir. Türkiye’nin yardımı olmazsa İsrail için durum iyi olmayacak. Umarım İsrail hükümeti bir yol bulur ve nasıl özür dileyeceğini belirler, Türkiye ile geçmişteki iyi ilişkileri tekrar kurmayı başarabilir.
...
Arap isyanları Filistin sorununu bir kenara itti. Artık kimse Filistin sorunuyla ilgilenmiyor. Belki sadece Türkiye ve birkaç ülke daha bu meseleyi önemsiyor. Ama Filistinlilerin kendileri çok kötü bir durumda. Kendi içlerinde bölünmüş durumdalar. Gazze ve Batı Şeria ayrılık var. Filistin Yönetimi ile Ürdün, Lübnan, Suriye ve diğer yerlerde yaşayan Filistin Diasporası arasında ayrılık var. Filistinlileri bir araya getirebilecek bir liderlik yok. İsrail’in karşısına çıkacak değil Filistinlileri bir araya getirebilecek, bir şekilde çatışmanın yönetimini sağlayacak, İsrail ile birlikte yaşamayı sağlayabilecek gerçek bir liderlik yok. Bence Filistin konusundaki asıl mesele bu.
Roni Shaked
http://tr.euronews.com/2012/10/23/israil-turkiye-ile-iliskileri-neden-simdi-duzeltmek-istiyor/
Katrina Kasırgası bir çok şeyi yok etmiş, evlerin bodrumları su içinde kalmıştır. İşe yaramaz eşyalar küflenmeye kokmaya başlamıştır, sokakta satılması veya bırakılması kaçınılmazdır. İşte öyle bir günde kimsenin o güne kadar bilmediği, tahmin dahi etmediği bir tesadüf ile karşılaşacağını koleksiyoncu Skip Henderson bilmiyordu.
Dave Dominici, "Yahudilerin derisinden yapılmış. Koleksiyoncular için, 35 dolar" diye bağırmaktadır.
Dave Dominici , sabıkalı bir mezar soyguncusudur. 2006 yılında insan dersinden yapılma abajuru Hederson’a 35 dolara satar.
Skip Henderson, koleksiyoncu. Felaketlerin olduğu yerlerde gezmektedir, bu felaketler koleksiyoncular için ucuza ve kaliteli ürünlere ulaşmak için büyük olanak sağlamaktadır. Tesadüfen bu abajuru görür ve o an arkadaşının çocukluğunda anlattığı bir hikaye canlanır gözünde ve ona hediye etmek amacıyla bu abajuru 35 dolara alır ve Mark Jacobson’a gönderir.
Mark Jacobson bir gazetecidir ve Yahudi’dir. İkinci dünya savaşı sonrası Amerika’da çocuklar oyun oynarken Yahudi Jacobson’a takılırlarmış, “seni abajur yapacağız” diye. O dönemde Almanya’da başlayan ve bütün dünyaya yayılan bir abajur sözü kullanılmaktaymış. Almanlar Yahudilerin ölüsünden sabun yapıyor, derisinden abajur. Güzel dövmesi olanların derileri gaz ile öldürüldükten sonra (beklide gaz ile öldürmeden) derileri yüzülür ve abajur yapımı için biriktirilirmiş. İnsan derisinden ev eşyası yapmak, tıpkı ayı, aslan postundan ev eşyası gibi yararlanılmak gibi bir şey olsa gerek. Yahudileri insan görmeyince, doğal olarak onların her şeyinden yararlanılırmış.
Yahudi toplama kamplarına giren Amerikalılar bu gerçek ile yüzleşmişler ama Nürnberg davalarında yüzleşilen bir çok şey görünmeden acele ile karar verilerek Almanlar ile hesaplaşmaya noktayı koymuşlar ama tarih öyle mi, elbette mahkeme bitti diye hesaplaşama bitmiş sayılmaz. Bir tesadüf kor halinde yanan bir ateşin yeniden alevlenmesine sebep olabiliyor.
İsmail Cem Özkan
http://www.acikgazete.com/yazarlar/ismail-cem-ozkan/2012/10/24/insan-derisinden-abajur.htm?aid=48917
Türkiye’nin Mavi Marmara için istediği özür, tazminat ve Gazze ablukasının kalkması önkoşullarının karşılanmaması durumunda Erdoğan’ın kamuoyu nedeniyle adım atamayacağının hatırlatılması üzerine, bu kaynaklar şöyle konuştular:
“Kamuoyu Netanyahu’nun da sorunu. Çoğu İsrailli Türkiye’den özür dilenmemesine karşı çünkü Mavi Marmara’dakilerin niyetlerinin dostane olmadığına inanıyorlar. ‘Niçin sadece filodaki Türk gemisinde sorun yaşandı da diğerlerinde yaşanmadı?’ diye soruyorlar.”
Türkiye ile diyalog konusunda Netahyahu’nun da kamuoyu nezdinde risk aldığını belirten bu kaynaklar, Ankara’nın Gazze ablukasının kaldırılması önkoşulunun ise İsrail için “kabul edilemez” olduğunu belirttiler. Ülke güvenliğini ilgilendirdiği için İsrail’in bu konuyu hiç kimseyle müzakere etmeyeceğini belirttiler.
Söz konusu kaynaklar, İsrail’in Ankara’nın tüm koşullarını kabul etmesi halinde bile Erdoğan’ın İsrail karşıtlığından vazgeçmeyeceğini düşündüğünü de kaydederek bunun da İsrail kamuoyunu olumsuz etkilediğini söylediler.
Özetle, Suriye alevler içinde olsa ve İsrail bu nedenle “somut ortak çıkarlar” ekseninde diyalogda ısrar etse bile, ilişkilerin düzelmesi hâlâ başka bahara bakıyor.
Semih İdiz
Arap dünyasının genelinde de durum Hizbullah için pek parlak sayılmaz. Arap dünyasının büyük çoğunluğunu oluşturan Sünni Arapların kalbi Suriye muhalefeti birlikte atıyor. Özellikle 2006 yılında İsrail’in Lübnan işgali Arap sokağında popülaritesinin zirvesini yaşayan Hizbullah, bugün bazıları tarafından Hizbuşşeytan olarak anılıyor.
Böylesi bir siyasi atmosferde Hizbullah kolay ve artık biraz da sıkıcı olan bir siyasi manevraya başvuruyor. Kendisine yönelik tüm eleştirileri İsrail kartı ile bertaraf etmeye çalışıyor.
Bundan bir kaç sene önce Arap dünyasında büyük heyecan yaratacak olan Hizbullah’ın bu askerî başarısının şimdi Arap sokağında büyük teveccüh gördüğünü söylemek ise zor. Zira Arap uyanışı ile ortaya çıkan yeni bir siyasi eğilim hâkim bu dünyada; başka diktatörlerden veya emperyalistlerden önce kendi diktatörleri ile yüzleşme eğilimi... Suriye’de Esed rejimine karşı direniş devam ederken, bu şovlar eskisi kadar etki yaratmıyor Arap kamuoyunda.
Seçimleri erkene alan İsrail hükümeti için bu tür hamleler arayıp da bulamadıkları bir fırsat. Mevcut Netanyahu hükümetinin zaten hamaset için bahane bulmasına gerek yok aslında. Özellikle İran’a karşı felaket bir söyleme sahip Netanyahu hükümeti için böylesi karşı hamleler şahinliğinin dozunu arttırma gerekçesi veriyor. Sanki daha fazla şahin olmalarının imkânı varmış gibi!
Netanyahu’nun, iki hafta önce Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda, İsrail’in kırmızıçizgilerini göstermek için kullandığı el işi dersi performansından hallice resim İsrail’in İran siyasetinin basiretsizliğinin bir manifestosu niteliğindeydi. İsrail basınının bir kısmı bile bu performans ile dalga geçmekten başka çare bulamadı. Şimdi ise tüm taraflara hâkim olan şey ürkütücü bir ciddiyet...
Ceren Kenar
Özellikle Türkiye'de, ABD'nin İsrail'in her dediğini yapan bir tür "naylon devlet" olduğu yolunda ciddi ve yaygın bir kanı var. Oysa ABD-İsrail ilişkilerine yakından ve derinden baktığımızda, birçok Amerikalı siyasetçinin İsraillilerin isteklerinden yaka silktiklerini, çoğu defa "İstediği silahı ve parayı verelim, ama siyasetimizi İsrail yönetmesin" noktasında direnmeye çalıştıklarını görebiliriz. Bunun en çarpıcı örneği, Obama-Netanyahu ilişkisinin ilginç seyridir:
Bugün yakinen biliyoruz ki, ABD Başkanı Barack Obama, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'dan çok hazzetmiyor. Hatta aralarında bir tür "mecburi dostluk" durumu da bulunuyor. 1981-1989 arasındaki kritik iki dönem boyunca başkanlık yapan Ronald Reagan'ın İsrailli yöneticilere nasıl davrandığını, zaman zaman telefonu açıp onları nasıl azarladığını, hatta Reagan hakkında hâlâ birçok İsraillinin zihninde "Anti-semitist" yargısının canlı olarak yaşadığını bilmeyenler için, Obama'nın İsrail'e olan mesafesi şaşırtıcı gelebilir. Ama öyle değildir. Aklı başında ve kendi ülkesinin selametini düşünen her Amerikan başkanı gibi Obama da Amerikan halkının menfaatlerini önceliyor. İçinde yaşadığımız zaman, Amerikan halkının menfaatleriyle İsrailli yöneticilerin hırslarının pek çakışmadığı ilginç bir zaman, bu da akıldan çıkarılmamalı.
ABD'deki güçlü Yahudi lobisinin kendi içinde bölündüğü, üyelerin büyük çoğunluğunun Obama'nın yönetimde kalması yönünde görüş bildirdiği de ironik bir gerçek. İsrail Başbakanı Netanyahu, lobilerden istediği şekilde destek alamayınca, Obama'nın bükemediği elini öpmek zorunda kalıyor. Mecburen. Ama Netanyahu kendi ülkesinde oldukça rahat. Son kamuoyu yoklamalarına göre, İsrail halkının yarıdan fazlası Netanyahu'dan memnun. Bu da Obama'yı Netanyahu'ya mecbur kılan bir etken. Hal böyle olunca, her iki lider de kendi iç politik duruşlarından güç alarak, oturdukları her seferinde yaman bir bilek güreşine tutuşuyorlar. Fakat masadan tokalaşarak kalkmak zorunda kalıyorlar.
Önce ABD'de, ardından da İsrail'de seçimler düzenlenecek. Çok büyük bir sürpriz olmazsa, Obama da Netanyahu da yeniden seçilecek. Obama, Netanyahu'nun ihtiraslarına şimdiye kadar başarılı bir şekilde direndi. Ancak özellikle İran konusunda Obama'yı ikinci dönemde oldukça zor bir sınav bekliyor…
Taha Kılınç
http://www.usasabah.com/Yazarlar/taha_kilinc/2012/10/15/abd-ve-israilde-secimlere-dogru
Müslümanlar zengin ama kültürsüz diyen Eygi, Müslümanların iki büyük zaafı olduğunu söyledi..
İslamiyet’i anlayamamak..
Çağı yakalayamamak..
Uzun sohbette sağlıklı bir toplum olmadığımız, müşterek değerlerimizin ortadan kalktığı ama bunun farkında olmadığımız konuşuldu..
Bunun da ötesinde.. Öfkeli, kavgacı, kindar bir toplum olduk..
Eskiden böyle miydik?
Hayır..
Eygi gençlik döneminden örnek verdi; İstanbul’un nüfusu bir milyondu.. Bu bir milyonun 300-350 bini Rum, Ermeni, Yahudi’ydi.. O günlerde bu kadar düşmanlık yoktu..
Haklı..
Eskiden bir arada yaşardık.. Kimse komşusu Ermeni diye dert etmezdi.. Halkın böyle bir sorunu yoktu..
Şimdi.. Var..
12 milyonluk İstanbul’da yaşayan Ermenileri, Rumları, Yahudileri toplasan 30 bini bilemedin 40 bini geçmez..
Ama düşmanlık had safhada.. Düşmanlık tavan yaptı..
Türkiye Hollanda milli maçını hatırlayın.. Tribünleri harekete geçirmek isteyenler şöyle bağırmıştı..
Ayağa kalkmayan Ermeni olsun!..
Haber Türk, Mehmet Şevket Eygi ile yapılan sohbeti bir kez daha yayınlamalı..
Mehmet Tezkan
- İsrail'in, İran nükleer santralini bombalaması, bölgede sonuçları kolay kolay hesap edilemeyecek gelişmeleri de beraberinde getirir. Böyle bir olasılıkta, İran mutlaka karşılık verecek ve İsrail'i füze yağmuruna tutacaktır.
- İsrail'in yardımına ilk Washington koşacak ve İran'a misliyle yanıt verecektir.
- Bu durumda ABD yanlılarıyla, karşıtları kendi cephelerini seçmek ve buna göre tutum almaya zorlanacaklardır.
- Türkiye böyle bir çatışmada tümüyle tarafsız kalamayacaktır. Ancak kimi tutacağı konusunda da tam bir açmaza düşecektir. İsrail'i sert demeçlerle eleştirmekle mi yetinecektir? ABD, İran'a karşı yaptırımlar uygulanması için BM Güvenlik Konseyi’ni harekete geçirmeyi başardığı takdirde, nasıl bir tutum alacaktır?
İsrail'in atacağı böyle bir adım, büyük olasılıkla İran-Irak-Suriye üçgenini birbirine daha da bağlayacaktır. Arkalarına da mutlaka Rusya ile Çin'in desteğini alacaklardır.
Türkiye'nin durumunu düşünün... Ne yapmalı, nasıl hareket etmeli?
Bu olasılıkta ikircikli davranmak son derece güçtür. Orta yol diplomasisi imkansız gibidir.
Örneğin, Washington'a sırtını dönerek, İran-Suriye-Irak üçgenine mi destek verecek? Yoksa, tam aksine ABD ve İsrail ile birlikte mi adım atacak?
İran-Irak-Suriye üçgeni ile bir yere varılması söz konusu değildir.
Washington- Telaviv ikilisi ile yürümek de, bugüne kadar yürütülen politikaları değiştirmek anlamına gelir ki, bu da birçok Arap ülkesi sokaklarındaki Ak Parti karizmasının bozulması demektir.
Böyle bir karmaşanın yan etkileri, Filistin savaşının parlamasıyla, Mısır'ın da bu savaşa katılmak zorunda kalması, hatta Lübnan 'ın karışmasıyla kendini gösterecektir.
İşte en büyük korku da bu zaten.
Türkiye dahil olmak üzere, bütün bölgenin kana bulanması işten bile olmaz.
Washington, elinden geldiğince İsrail'i engellemeye çalışıyor olsa da, Netanyahu hükümetinin gözü dönmüş durumda. Başta da söylediğim gibi, "Nükleer bomba sahibi bir İran'ı bu bölgede yaşatmamız söz konusu değil" sloganıyla hazırlık yapıyor.
Peki, İsrail'in nükleer bomba sahibi olmasını nasıl izah edeceğiz?
Bu soruya ise ya yanıt alamıyorsunuz veya "Ne yapalım, tüm Arap ülkeleri bizi yok etmeye çalıştı. Biz de kendimizi korumaya aldık" yanıtıyla karşılaşıyorsunuz.
İsrail aslında ateşle oynuyor.
Sonunda o ateş hepimizi yakabilir...
Mehmet Ali Birand
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/printnews.aspx?DocID=21731310
Dünya nüfusunun yüzde 22’sini oluşturan yaklaşık 1,5 milyarlık Müslüman coğrafyası Nobel ödüllerinin 111 yıllık tarihinde Nobel alabilen sadece on kişi çıkarabilmiş içinden...
Bunların da altısı Barış Ödülü, ikisi Edebiyat Ödülü, ikisi de Bilim Ödülü.
1979 yılında Nobel Fizik Ödülü’nü iki Batılı meslektaşıyla daha paylaşan Pakistanlı Abdus Salamve 1999 Nobel Kimya Ödülü’nü kazanan Mısırlı Ahmed Zewail, “bilim dalı”nda Nobel alarak bu onura erişmiş isimler olmuş.
Nobel ödüllerinin açıklandığı hafta, aynı zamanda Müslüman işadamlarının toplantılarına da sahne olunca, Müslüman dünyasının Nobel ile ilişkisini sorguladım ve Meral Tamer’in haziran ayındaki yazısından bu bilgilere ulaştım.
Tamer, “bu kalabalık nüfustan ancak ikisi Nobel Bilim Ödülü alabilmiş de, Müslümanların yüzde 1’i kadar bir nüfusa sahip Museviler, Nobel Bilim Ödülü alan 104 bilim adamını nasıl etiştirebilmişler” diye de soruyordu ayrıca...
Murat Çetin
http://duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=11067&murat_cetin-57_islam_ulkesi_bir_almanya_etmiyor
Elbette devletin ve çeşitli provokatörlerin de sorumluluğu var ama onbinlerce insanın toplanıp o katliamı öylece izliyor ve destekliyor olduğu gerçeği bir antropolog olarak beni daha çok ilgilendiriyor. Şunu kabul etmek zorundasınız: Derin devletin ve tetikçilerinin ortadan kaldırılması nefret suçunu ortadan kaldırmaz. Çünkü toplumsal zihniyet değişmiyor. Bugün bir insanın nefret suçu işlemesi için devlet desteğine ihtiyacı yok. Bir trans öldürülürken, bir Musevi aşağılanırken, bir başörtülü dışlanırken devlet teşviki aranmıyor.
Doç Aykan Erdemir
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1104930&CategoryID=97
Gezi Basmane yerlisi konumunda olan Yahudi kültürünün yaşayan mekanı olan Havra ile başladık. Havra içinde yurtdışından gelen turistler şaşkınlık içinde bu kadar insanın Havra’nın salonunu doldurduğunu izlediler. Şaşkınlıkları arkası kesilmeyen insanların salonu doldurması ile hareketlerine kadar yansıdır. Türklerin Havra içine doğru seyahatleri, onların okyanusları aşarak ziyaretleri kadar ilginç olmalı. Belki onlar kendi köklerini bulmaya gelmişlerdi, bizler ise köklerimizin üzerinde yaşarken, köklerini görmek isteyen insanlardık. İçinde bulunduğumuz Havra eski bir zengin olan Hollanda göçmeni bir ailenin bağış ettiği yerdir. (bu Havra’nın adını ve bağış yapan zenginin adını ne yazık ki not almamışım, o yüzden isimsiz yazacağım ama ileride bu eksikliğimi gideceğimi düşünüyorum.) o dönemde salgın hastalıklar, doğal afetler gibi insanların ölüm ile yan yana geldiği zaman içindeymiş. İzmir zengini burayı bağışlarken demiş ki, bu gibi durumlarda burası hastaneye dönderilecek, o yüzden İbranice hastaların bakıldığı yer anlamına gelen bir Havra oluşturulmuş ve orijinal halini bugüne kadar korumuş bir ibadet yeri olmuş. Bu gezi ila kapılarını bizlere açtı, normal günlerde güvenlik nedeniyle Havra ve sinagoglar dışarıdan gelene kapısı kapalıdır. Açılan kapıdan merak içinde girdik, duvarıda yazılara, sembollere baktık. Tavanı kök boyalar ile oluşturulmuş resimlere bakarken gizli ve saklanması gereken yerlerin üzerine örtülen örtünün üzerindeki işlemelere Haranlık içinde bakıp kaldık. Duvarlarda Tevrat’tan alıntılar olduğunu düşündüğüm yazılar vardı. Tıpkı camilerde kuran ayetleri gibi harfler duvarlarda yerini almıştı. Sedirler duvarın boyunca ve ortada kalan haham’ın konuşma alanın etrafını sedirler yerini almıştı. Yahudi cemaatinden olan ve şimdilerde rehberlik yapan Sara Pardo bilgi verdi. Pardo bu Havra’nın tipik bir Anadolu Yahudi yerleşim yeri olduğunu ve Anadolu’da sıkça karşılaştığınız evleri anımsattığını vurguladı. Buraya ait ve buranın kültürünü taşıyan Havra, bugüne kadar kalmış orijinal havralar içinde yerini aldığını vurguladı. İçinde bulunduğumuz Havra buraya ait, komşumuzun ibadet yeriydi ve bugüne kadar komşumuzun ibadet yerini görmemiştik. Korku ne kadar kötü bir şey, komşular arası düşmanlığı besleyen ve güvensizliği geliştiren şeydir. Komşular arasında ne duvar ne anahtar olurdu, bugün ise komşular arasında çelik kapılar ve bir birinden farklı anahtarlar bulunmaktadır.
Yahudilerin aslında homojen olmadı, farklı farklı Yahudi kültürü olduğu vurgulandı. Basmane’ de yan yana üç ayrı Havra’’nın olduğu ve dünyada başka yerde görme ihtimalimizin olmadığını söyledi.
Yahudi cemaati İzmir’e geldiğinde henüz ne İsa doğmuştu ne de Türkler vardı. İsa’dan önceki yıllarda gelmiş ve geldiklerinde İzmir bir kıyı köyü olduğunu bu kıyı köyünde yaşayan bir cemaat olduklarını vurguladı. İzmir köy olduğu için o dönemlerde çevre illerde yaşayan Yahudi nüfusu sayısı yanında önemsenemez küçük olduğunu ve zaman içinde kasabalaşan ve şehirleşen İzmir içinde önemini koruyan bir cemaat olduğunu vurguladı. Yahudiler buranın yerli halkı gibidir, değişen iktidarlar içinde her daim var olan bir inanç ve kültür topluluğudur.
İsmail Cem Özkan
http://cemoezkan.blogcu.com/izmir-de-basmane-bolgesinde-bir-havra-nin-kapisindan-girdim/13046668
Yıldız Şaul (1920-2002)
'Bir gün polisler babamı alıp götürdü'
''(...) Babam çok az kazanıyordu, zorlukla idare ediyorduk. Derken o mahut Varlık Vergisi geldi. Babam ağlayarak eve geldi. Bize yedi bin lira vergi koydular. Parayı hemen vermemiz lâzımmış. Yoksa haciz, hapishane, temerküz kampı, Aşkale var. Babama bu işte bir yanlışlık var dedim. 'Biz zorlukla geçiniyoruz. Dükkân kiralık, bizde varlık yok, mal-mülk yok ki bize Varlık Vergisi koysunlar...' Defterdar Bey bana, 'Bu işte bir yanlışlık yok. Sizlere bir yardımda bulunamam. Emir çok yüksek yerden geldi. Oturduğunuz evi satın, yedi bin liralık borcunuzu verin' dedi. 'Hangi borçtan söz ediyorsunuz, babamın bir lira borcu yok' dedim, ağlayarak mal müdürlüğünden çıktım. Birkaç gün sonra dükkâna geldiler, haciz başlamıştı. Evi satalım dedik, alan çıkmadı. Komşumuz Albay Sami Bey'e müracaat ettik. Yalvarıyoruz evi satın alsın... 'Olmaz, gözyaşı dökenlerin evini alamam ben' dedi. Ve bir gün polisler geldi babamı alıp götürdüler. Aşkale'ye giden trene bindirmişler. Evi satamadık, babamızı kurtaramadık. Babam temiz bir Türk, asil bir Türk, büyük bir Türk. Atatürk gibi büyük ve vicdanlı bir Türk. Zaten Atatürk sağ olsaydı Yahudileri ezen, soyup soğana çeviren bu ırkçılara yakışan Varlık Vergisi olmayacaktı."
Bensiyon Pinto (Türk Musevi Cemaati Onursal Başkanı)
'Yahudi sen bu parayı niye ödemiyorsun'
''Hâlâ aklımın almadığı bir iştir. Bir devlet, durup dururken nasıl ve neden kendi vatandaşına ayrımcılık yapar? (...) Bu vergi çıkınca herkes gibi biz de korkmaya başladık. Evde büyük bir telaş vardı. Kim ne verecek? Nasıl verecek? Verebilecek mi? Veremezse ne olacak? Hayat, yatağında akan su gibi normal seyrinde giderken birdenbire her şey alt üst olmuştu ve insanlar bambaşka şeyler düşünmeye başlamıştı. 1943 yılında Varlık Vergisi bir sabah bizim de kapımızı çaldı. Daha doğrusu Mendaların kapısını... Onlarda kahvaltıdaydık. Masaya oturmuş, çörek yiyordum. Ufak tefek bir çocuk olduğum için de ayaklarım sandalyeden sallanıyordu. Maliyeden gelen iki adam salonun ortasına yürüdü. Adamlardan biri Mösyö Menda'ya dönerek 'Yahudi, sen bu parayı niye ödemiyorsun' diye sordu. Ayaklarımı sallamayı kestim. Ağzımdaki lokmayı yutamadan öylece kalakaldım. İlk defa birinin diğerine 'Yahudi' diye seslendiğine şahit oluyordum. Menda, İstanbul'da yaşayan neredeyse tüm Yahudiler'in sahip olduğu o hoş aksanla cevap verdi: 'Yok bende para, nasil öderim bu parayi?' Adam büyük bir soğukkanlılıkla konuştu: 'O zaman bu evi satışa çıkaracağız. Bazı eşyayı da alacağız. Evden alınan para, senin vergi borcunu öder.' İnanılır gibi değildi. Hem evi gidiyordu elinden, hem de parası. Nasıl, neyle geçinecekti? Adam birtakım kâğıtlara bir şeyler yazdı, sonra yazdıklarından birini Menda'ya uzattı: 'İmzala bakalım şurayı!' Zavallı Mösyö Menda, gözleri dolu dolu, titreyen elleriyle adamın gösterdiği yeri imzaladı. Ne hissettiğini Allah bilir; ama bu konuda bir daha asla konuşmadı. Hem de ölene kadar... Çocukluğumun bu dönemi bana göre yaşanmamış bir dönemdi.''
http://www.haberturk.com/polemik/haber/787272-ataturk-olsa-varlik-vergisi-olmazdi
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/uluc/2012/10/23/gun-kardeslik-gunudur
http://www.hasturktv.com/anti_semitizm/4667.htm
http://www.odatv.com/n.php?n=haftada-iki-kez-barzaniyle-gorusurdum--1610121200
http://israilblogu.com/2012/10/19/israili-balonla-gezmenin-keyfi-bir-baska/
http://www.izmirdesanat.org/cecile
http://haber.stargazete.com/yazar/israilden-benim-de-bir-talebim-var/haber-699032
http://www.hasturktv.com/hakkimizda/4635.htm
http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=374442
http://www.hasturktv.com/dunyada_bugun/4678.htm
http://www.zaman.com.tr/israil-sudana-neden-saldiriyor/2008383.html
http://tvarsivi.com/player.php?i=2012100633403
http://www.ilkehaber.com/haber/bir-yahudi-ve-bir-ermeni-program-yaparsa...-24017.htm
http://tvarsivi.com/player.php?y=16&z=2012-10-28 18:21:00