On günde beş kilo, karbonhidrat, Taş Devri, Akdeniz, burca göre, kan grubuna göre, Ayurveda, kalori, onun yolu, bunun tarzı diyeti... Beslenme hakkında hemen herkesin bir diyeceği varken, Tora ve Talmud’un diyecekleri olmayabilir mi? Mümkün mü bu, sevgili okurlar? Sizi boşuna ümitlendirmeyeyim, konumuz zayıflamak değil, Tanrı’nın uygun gördüğü şekilde beslenmek
Tora’nın beslenmeden söz eden ilk dizesi şöyledir: “Tanrı, görüntüsü zevk veren ve yemeğe uygun olan her türlü ağacın... Topraktan bitmesini sağladı” (Bereşit 2:9). Vayikra Kitabı tüketilmesi uygun olan (kaşer) ve olmayan (tame) tüm yiyecekleri sıralar. Örneğin: “Sudaki tüm hayvanlardan yüzgeç ve pul sahibi olmayanların hepsi sizin için tiksinti kaynağıdır” (11:10). Ancak peşinen belirtmeliyim ki, bu yazı dizisinde yasaklarla değil, ilkelerle ilgileneceğiz. Birinci ve İkinci Mabet Bet Amikdaş dönemlerinde yemek, kutsal bir eylemdi; doğru yapıldığı takdirde bugün de kutsal olmaması için hiçbir neden yok. Nasıl olacak bu, diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Öncelikle büyük din âlimlerinin sözlerine kulak vereceğiz.
Aynı zamanda hekim olan Maimonides, taa 900 yıl önce ne demiş bakalım: Hastalıkların çoğuna neden olan, kötü ve yanlış beslenmedir. Mide tam dolmadan (dörtte biri daha boşken) sofradan kalkmalı, tam tahıl ekmeği yemeli, hamur işleri, makarna ve diğer unlu mamullerden uzak durmalı, yemek sırasında su içmemeli, tuza bastırılarak pişmesi sağlanan yiyeceklere (lakerda gibi) ve tuzlu peynirlere rağbet etmemeli, şeker içeren yiyecekler (meyve dâhil) fazla tüketilmemelidir.
Peygamber Yehezkel şu öneride bulunmuş: “Şimdi buğday, arpa, kuru fasulye, mercimek, akdarı ve kızıl buğday (spelt buğdayı ve kılçıksız buğday da deniyor) al, bir kaba koy ve kendine yemek hazırla (Yehezkel 4:9).
Hasidik üstat Breslovlu Rebbe Nahman uygun olmayan yiyeceklerin, ‘ruhun tıkanması’ diye adlandırılan türden tinsel sorunlara yol açtığını belirtmiş ve eklemiş: Önemli olan ruhu beslemektir. Dolayısıyla insan (oburluğu kastederek) canının çektiğini değil, ruhuna can verecek olan gıdaları tüketmelidir.
Ünlü din âlimi Hillel, öğrencilerine ders verdikten sonra yola koyulur, öğrencileri de ona eşlik edermiş. “Nereye gidiyorsunuz üstadım?” diye sormuş öğrencileri bir keresinde. “Evimde bir konuğa iyilik etmeye gidiyorum” diye cevap vermiş Hillel. “Her gün mü konuğunuz var?” diye üstelemişler. “Bu zavallı ruh, vücudumda konuk değil mi?” demiş üstat. “Bugün burada, yarın yok.” (Midraş Raba, Vayikra 34)
Yahudiliğe göre bilinçli
yemenin yedi kuralı
Seçmek
Kişi, kendisi için iyi olan yiyecekleri seçmeli ve vücuduna zehir etkisi yapacak besinlerden uzak durmalıdır. Bedenin ihtiyacını duyduğu besinleri belirlemenin hiç de zor olmadığı bu çağda, bize iyi gelecek yiyecekleri seçmek sorun olmasa gerek. Vücuttaki vitamin eksiklikleri bile çeşitli analizler sonucunda ortaya çıkıyor. Demir eksikliği, yüksek tansiyon, diyabet gibi rahatsızlıkları (varsa tabii) dikkate almanın yanı sıra, bunların ortaya çıkmasına engel olacak şekilde beslenmek iyi olmaz mı?
Oturmak
Ayakta dururken veya yürürken yemek yenmez. Yahudilik, kişinin kendi insanlık onurunu koruması gerektiğini öğretir. Sofrada oturmak, kişinin yediklerine odaklanmasını sağlar ve gereğinden fazla yemesine veya az çiğnemesine engel olur.
Hatırlar mısınız, küçükken bizi uyarırlardı “Ayakta yeme, yediklerin midene değil, ayaklarına gider” diye.
Talmud şöyle yazar:
Yavaş yiyen uzun yaşar (Berahot 54b).
Sokakta yiyen köpeğe benzer. Bazılarına göre o kişiler tanıklık etmeye layık değildir (Kiduşin 40b). (Yaşadığımız kaotik çağda çoğumuz sokakta, ayaküstü yemek zorunda kalıyor. Bendeniz Talmud’un dediklerini aktarıyor ve sözlerinde mutlaka bir hikmet vardır diyorum.)
Kişi, yemek yerken konuşmamalıdır çünkü lokması, nefes borusuna kaçabilir (Taanit 5b).
Yetinmek
Kişi, tabağına açlığını bastıracak kadarını koymalı, ikinci, üçüncü porsiyonu almamalıdır. İnsan önce gözünü doyurmayı öğrenmelidir.
Şükretmek
Kişi, tüketmek üzere olduğu yiyecek ve içecekler için önce onları veren Tanrı’ya şükretmelidir. Her yiyeceğin kendine özel beraha’sı vardır. Beraha okumadan ağza atılan lokma, çalınmış sayılır. Oysa kişinin kendini terbiye ederek, ne kadar aç olursa olsun önce şükretmeyi öğrenmesi, yediklerine kutsallık katar.
Yeme hızını ayarlamak
Lokmalar arasında çatal ve bıçağı masanın üzerine bırakmak, yeme hızını ayarlamaya yardımcı olur. Bazı insanlar vardır, yemek yerken başlarını o kadar eğerler ki, neredeyse tabağın içine düşecek gibidirler. Bu duruş şekli, o kişilerin, yediklerine taptığı izlenimi doğurur. Yemeğe tapılır mı? Ne demiştik? Yahudilik, kişinin kendi insanlık onuruna özen göstermesini ister.
Çiğnemek ve nefes almak
Sindirim sorunu olmayan kişinin ağzındaki lokmayı en az 18 kere çiğnemesi idealdir. Sindirim sorunu olanlar için bu sayı, 36’ya çıkıyor. Sindirim ağızda başlar, öyle değil mi? Yeterince çiğnemezsek, mide asitlerinin yiyecekleri parçalamak için daha fazla çalışması gerektiği gibi, başarısızlığa uğrama ihtimalleri yüksektir. Kişi, lokmalar arasında durup nefes almalı, yemek yerken konuşmamalıdır (Yosef Karo, Şulhan Aruh).
Biraz düşünelim isterseniz: Yemekten hemen önce birine öfkelendiğimizde, çoğunlukla hazımsızlık çekeriz. Lokmaları telâşla ağzımıza tıkıştırdığımızda, bolca hava yutar, sonra gazım var diye dört döneriz. Yemeğin ortasında telefon çalarsa, ağzımız dolu konuşmaya çalıştığımızdan, yediğimizden bir şey anlamadığımız gibi, yediğimiz her ne ise, kurşun gibi midemize oturur. Neden? Yeme hızını, çiğneme sayısını, soluklanma süresini ayarlayamadığımızdan ve yediklerimize odaklanamadığımızdan tabii.
Daha derinlemesine düşünen bilgelerimize göre, temiz bir dil (güzel konuşmak), sindirimi doğrudan etkiler. Laşon ara (başkası hakkında kötü konuşmak, dedikodu) yapmak, bağırmak, karşımızdakini kırmak, ona hakaret etmek demek, “ağız, dil ve boğazı uygun olmayan şekilde kullanmak” demektir. Oysa bu organlar beraha için, beslenmek için, teşvik edici güzel sözcükler telaffuz etmek ve dua için yaratılmıştır. Olumlu değil de olumsuz amaçlar için kullanıldıklarında, bundan sindirim de etkilenir. Kendi cezamızı kendimiz keseriz anlayacağınız!
Sindirim sorunları bundan yaşayanların ne ders çıkarması gerekiyor? Güzel konuşmak yeterli değil. Ben kimseye bağırmam diye itiraz edenlerimiz olacaktır. İçimizde beslediğimiz garezler, dışa vuramadığımız öfkeler, hırslar da rahatsızlıklarımızda rol oynuyor. Vurdumduymaz olmalıyız demek sığ kaçar. Ne kadar duyarlı ve duygulu olursak olalım, üzüntü ve öfkemizi sindirip öyle oturmalıyız sofraya. Sindirim ağızda başlıyormuş, doğru ama önce beyinde ve vicdanda başlaması gerekiyormuş, onu öğrenmiş olduk.
Yeme bozuklukları olanlar veya bir türlü kilo alamıyorum diye yakınanlar (hiç gülmeyin, bu durum da gerçek bir problem olabiliyor), yeterince çiğnemeye ve doğru nefes almaya özen göstermeli. Çok fazla çiğnemek çabuk doymalarına yol açacağından, başta önerilen minimum (18 kere) sayıyı aşmamaları iyi olacaktır.
Tamamlamak
Yedik, doyduk, sıra yine beraha okumaya geldi. Bize yiyeceğimizi veren Tanrı’ya şükretmek gerekir.
Niye inkâr edeceğiz? Yemek hayatın zevklerinden biri. Can boğazdan gelir demişler ama artık fark ediyoruz ki, can boğazdan geldiği gibi, boğazdan gidiyor. “Her şeyin kararı” ilkesini uygulamak gerekiyor anlaşılan.
“Şarap olmadan yaşanır ama susuz yaşanmaz. Baharat olmadan yaşanır ama tuzsuz yaşanmaz” (Yeruşalayim Talmudu, Horeyot 3:5).
Ancak fazla suyun da, tuzun da vücudu zehirlediğini biliyoruz.
“Ekmek kılıcın kenarıyla yenmelidir” (Zohar)
Kılıç ya da bıçağın kenarı, sonuçta ekmek dilimle yenmelidir, somunla değil; az yani.
Tora zamanında nasıl
beslenilirdi
Yemek yemenin ilkelerini öğrendiğimize göre, biblik dönemlerde (Tora zamanında) Erets Yisrael’de neler yetiştirildiğine ve neler tüketildiğine bir göz atabiliriz artık.
Biblik dönemde halk, beslenme konusunda büyük ölçüde ülkenin tarım ürünlerine bağımlı olmakla birlikte, bazı yabani otları da tüketirdi. Et ihtiyacını, hayvancılık yapan göçebelerden karşılardı. Tarım ürünü deyince akla ilk gelen tahıl, et deyince ise, koyundu.
Tora, besin olarak üç türden söz eder: degan, tiroş ve yitsar (Devarim 7:13; Melahim 18:32). Degan (“mısır” veya “tane”) tahıl çeşitlerini, tiroş (“şıra”) üzüm bağlarını, yitsar ise yağı temsil eder.
Bu ürünler nasıl yiyeceğe dönüştürülürdü diye soracak olursanız, cevap basit. Pişirilmek suretiyle. Peki, pişirme yöntemleri hangileriydi? Haşlama, kızartma, kavurma/çevirme veya bunların çeşitli kombinasyonları. Örneğin tahıl taneleri, nişastaları parçalansın ve yumuşasınlar diye kavrulur (Şmuel 25:18, Rut 2:14) ya da öğütülür, pişirilir ve ekmeğe dönüştürülürmüş. Tencere yemeği pişirmek için su dolu bir kap ateşin üstüne konur, et ve çeşitli sebzeler sırayla ilave edilir ve su neredeyse tamamen çekilinceye kadar uzun uzun kaynatılırmış. Kızartmalar (özellikle et kızartılırmış) bol miktarda kızgın yağda yapılırmış. Et ayrıca açık ateşin üstünde de kavrulurmuş ki, biz buna çevirme diyoruz.
Çorba deyince, akla mercimek ve fasulye gelirmiş. Mercimek size bir şey hatırlatıyor mu? “Bir gün Yaakov yemek pişirmekte iken, Esav yorgun bir şekilde kırdan geldi. Esav, Yaakov’a ‘Şu kıpkırmızı şeyden bana biraz yuttur! Çok bitkinim!’ dedi.” (Bereşit 25:29-30). “Yaakov bunun ardından Esav’a ekmek ve mercimek yemeği verdi.” (Bereşit 25:34). Esav, ilk doğan (behorluk) hakkını bir kâse kırmızı mercimeğe Yaakov’a sattı. Mercimek bu kadar değerliymiş yani!
Sebze yemekleri, gerek duyulduğu zaman taze taze koparılan yabani bitkilerden yapılır ve aynı gün tüketilirmiş. Sözü edilen bitkiler arasında yabani kavun (avatiyah), hıyar (keşu), susam (şumşum), sarımsak (şum) ve soğan (betsel) varmış. Mısır’da susam hariç, diğerleri tarlalarda yetiştirilirmiş. Erets Yisrael’de susamın yağı çıkarılır veya taneleri çiğ olarak yendiği gibi, sulu yemeklere de eklenirmiş. Soğan ve sarımsağın tarımına ancak Tora döneminden sonra başlanmış.
Erets Yisrael’in yedi ürününün adı, Devarim Kitabı’nın 8:8 dizesinde geçer: “Buğday, arpa, üzüm, incir ve nar ülkesi, yağlık zeytin ve bal (veren hurma) ülkesi.”
Yazımıza gelecek ay devam edeceğiz, Aşem izin verirse.
Kendinize çok iyi bakın ve afiyette kalın lütfen.
Sindirim sistemimize giren yiyeceklerin ruhaniliğimize nasıl katkıda bulunabileceğini keşfetmeye çalışacak, büyük din âlimlerinin öğütlerine kulak verecek ve kutsal metinlerde yer alan özlü sözlerin bize yol göstermesine izin vereceğiz. Bakarsınız başarırız. Denemekten ne çıkar? Oysa ne demiştik?