"Benim nâciz vücûdum elbet bir gün toprak olacaktır;Fakat, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır"
Bu sözlerin sahibi Gazi Mustafa Kemal Atatürk 10 Kasım 1938 yılında ebediyete intikal ettiğinde dünya yeryüzünü hepten değiştirecek 2.korkunç bir savaşın arifesinde idi.
Birinci dünya savaşının İtilaf devletleri olarak bilinen İngiltere, Fransa ve İtalya çoktan misak-ı milli sınırlarından kovulmuş, artık çok daha güçlü ve tehlikeli bir düşman olan Nazi Almanya’sı ile sonunda top yekun bir savaşa dönüşecek bir ihtilafa düşmüşlerdi.
Atatürk bizim bildiğimiz mana da hayata veda ettiğinde dünya onun Türk Milletinin içine attığı tohumu farkına varamayacak kadar kendi gürültüsü ile meşguldü.
Bu topraklara yabancı olan bu fikir tohumunun adı ulus devlet kavramı idi.
O güne kadar Osmanlı İmparatorluğu onlarca kültürden oluşan tabasına her türlü özgürlüğü tanımış olsa da İmparatorluğun esas birleştirici ekseni din olmuştu.
Bu Osmanlı Hanedanı için eleştirecek bir konu olamazdı, çünkü zamanının bütün devlet ve imparatorluklarının temsil ettiği bir dini vardı, kaldı ki yedi iklimin hüküm sürdüğü dev Osmanlı coğrafyasında Yahudiler, Hıristiyanlar ve egemen Osmanlının dinine mensup Müslümanlar barış içinde yaşıyorlardı.
Atatürk Türkiye Cumhuriyetini Laik bir ülke olarak tarif ederek, bugün ulus devlet olarak bildiğimiz kavramı Türk milletine öğretti.
Attığı tohumun bugüne kadar gelmesi sırasında Genç Türkiye Cumhuriyeti sayısız sivil gerilimler yaşadı.
Ama genç Cumhuriyet tüm bu ihtilaflardan daha da güçlenerek çıkmayı başardı.
10 Kasım 1938’de Atatürk’ü sadece İstiklal Savaşının galibi olarak tanımış batı, aslında onun çok daha zor ve yıllar sürecek bir mücadelenin neferlerini yetiştirmiş olduğundan habersizdi. Bu neferlerin torunları 89 yıldır bıraktığı emanet Cumhuriyet’e sahip çıkan Türk gençliği idi.
Türkiye Cumhuriyetine her zaman tepeden bakmış ABD ve batı Mustafa Kemal’in İstiklal harbinden çok daha zorlu bir mücadele ile yendiği bu düşman ile 11 Eylül 2001’de New York’taki ikiz kuleler saldırıya uğradığında tanışacaktı.
Bu düşmanın adı cehaletti.
Bu düşman, insanların kutsal inançlarını politikaya alet ederek, insanları cahil bırakarak, ülkenin her tür iktisadi kaynağının sadece kendi yandaşlarına veren bir oligarşi idi.
Bu düşman Ortaçağı karanlığa sürüklemiş, Rönesans’a yenilmiş fakat Ortadoğu’da bugün yeniden hortlamış bir cehaletin ürünü idi.
Bu düşmanı topla tüfekle yenmek geçici sonuçlar veriyordu.
Gazi bunu bildiği için Türkiye’de eğitime ve cehaletin yok edilmesine çok önem vermiş, Türk dilini yabancı kelimelerden arındırmış, hatta alfabeyi değiştirmişti.
Dahası Türkiye Cumhuriyetini, onu sonsuza kadar payidar kılacak Türk gençliğine emanet etmişti.
Allah’ın yardımı ile şimdiye kadar hiç kimse emanetine el uzatmayı başaramadı.
Bunları unutma Türkiye