İzak Baron´dan Ağa Takılanlar

Biz İsrail’le ilişkilerimizi olabilecek en düşük seviyeye indirdiğimizde, Hamas ile İsrail arasında arabuluculuk yapma şansımızı zaten kaybetmiştik. O zaman Arap dünyasının akl-ı selim sahibi liderleri bize “İsrail’in yeterince Arap düşmanı var. Bir de Türkiye’nin bu listeye eklenmesinin bize kazandıracağı bir şey yok. Bize İsrail’le konuşabilen, onu bir konuma ikna edebilen, aralarındaki ticaret hacminin büyüklüğünden dolayı İsrail üzerinde yaptırımı olan bir Türkiye lazım.” demişlerdi de dinlememiştik. O zaman bu köşede Türkiye-İsrail ilişkileri bizzat da Filistinlilere lazım oldukları için değerlidir demiştim de dinletememiştim. KERİM BALCI/ZAMAN

İzak BARON Diğer
28 Kasım 2012 Çarşamba
  • Museviler için Ankara’dan gelen bu talep artık şaşırtıcı değil aslında.

 

 

Başbakan Erdoğan bugün açıkça Musevi cemaatine seslendi, İsrail ile Türkiye arasında köprü olmalarını istedi:

“Türkiye’de 20-30 bin Musevi vatandaşımız var. Bunlar da bu süreçte devreye girebilecek insanlardır.”

Museviler için Ankara’dan gelen bu talep artık şaşırtıcı değil aslında.

Daha önce Mavi Marmara saldırısında da gözler önce Türkiye Hahambaşılığı'na ardından cemaatin önde gelen isimlerine çevrilmişti.

Öyle ya İsrail’dekiler onların dindaş/ ırkdaşlarıydı.

Ve Türkiye’nin “âli çıkarları” çerçevesinde Ankara politikalarının arkasında durmalılardı.

Durdular da…

Çoğu azınlığın, “öteki”nin bu ülkede yaptığı gibi.

Ankara’ya sınırsız desteklerini verirken tek amaçları vardı hep:

Bu ülkede kalıp yaşayabilmek.

Çocuklarını yüzlerce yıldır yaşadıkları bu topraklarda çoğunluğun yaptığı gibi huzurla büyütebilmek…

Fakat çoğu dayanamıyor bu baskıya.

Kaçıp gidiyor birer birer…

Özellikle de genç olanlar…

Mavi Marmara’dan beri Türkiye’den göçenlerin sayısı binleri geçmiş durumda…

Buna rağmen kalanlar Ankara’ya yardım için çalışıyor.

Ne ilk, bu gidişle ne de son kez…

 

M.Serdar Korucu

http://www.demokrathaber.net/yahudilerin-sadakat-ile-imtihani-makale,6857.html

 

 

  • Türkiye bölgede gücünü artırırken İsrail’le yollarını ayırması kaçınılmazdı

 

 

INSS’deki AK Parti konferansına İsrail’in Türkiye ve Osmanlı araştırmaları sahasındaki en kıdemli isimleri katkı sağladılar. Konferansı dinlemeye gelenler arasında da çok sayıda emekli diplomat, gazeteci, akademisyen ve doktora öğrencisi vardı. Bunun haricinde Türkiye’den basın mensupları, işadamları ve daha sonra ziyaret ettiğimiz Büyükelçilik görevlileriyle sohbet imkânları bulduk. Gerek yapılan konuşmalar gerekse lobideki sohbetlerimiz sırasında İsrail’den Türkiye’nin nasıl göründüğüne dair belli bir fikre ulaşmak mümkün oldu. Türkiye konusunda çalışan İsrailli akademisyenlerin çalıştıkları ülkeyi tarihi ve güncel boyutlarıyla derinlemesine tanıdıklarını, oldukça eleştirel bir akademik kültüre sahip olduklarını gözlemlemek zor değildi. İsrail ile Türkiye arasında yaşanan siyasi krize rağmen hükümeti ve siyasi liderleri eleştirirlerken oldukça seviyeli bir dil kullandıklarını da belirtmek gerekiyor. Bu konuda en azından Amerika’daki yeni-muhafazakâr kalemşörlerden oldukça farklılar.

Konuşmalara yansıyan genel kanaat Türkiye’nin on yıl öncesine göre ekonomi, demokrasi ve dış politika açısından çok daha farklı bir yerde olduğu. AK Parti 2002’den bu yana sahip olduğu tek başına iktidar avantajını da kullanarak Türkiye’yi kriz ortamından çıkartmış, bölgenin en önemli aktörü haline getirmiş durumda. Sivil otoriterlik endişeleri olsa da demokrasi dışındaki alternatiflerin büyük ölçüde giderildiği tespiti yapılabilir.

Türkiye bölgede gücünü artırırken İsrail’le yollarını ayırması kaçınılmazdı. İsrail’in Türkiye’ye sunabileceği herhangi bir avantaj da bulunmuyor. Aksine Orta Doğu’daki büyük Arap coğrafyasını kendisine hedef olarak gördüğü için bir yük olduğu da söylenebilir. Özellikle merkeze yakın isimler, özür dileyerek krizin aşılabileceği konusunda ümidinde değil. Özür dilediğimizle kalırız endişesini okumak mümkün. Onlara göre, Türkiye Gazze’ye ablukanın kaldırılması şartını koyması ilişkilerin düzelmesini istemediğini gösteriyor. Dışişleri eski Bakanı Livni’nin de konuşmasında söylediği gibi Türk-İsrail ilişkileri doğrudan İsrail-Filistin çatışmasının çözümlenmesine bağlı. Ancak bu mümkün değil zira İsrail bu konuda Türkiye’yi tatmin edecek adımlar atarsa kendi güvenlik politikalarından taviz vermiş olacak.

Konferansın ilk gününde Hamas askeri kanadının lideri Ahmed Caberi’ye yapılan suikastin duyurulması konferansın genel itibarıyla olumlu havasını bir anda değiştiriyor. Ancak dinleyicilerin bu anonsu alkışlamadıklarını, aksine çok endişelendiklerini not ediyorum. Yanımda oturan bir dinleyici Tevrat’ta düşmanlarınız öldüğünde sevinç gösterisi yapmayın mealinde bir ayet olduğunu ve bazı vatandaşlarının tavrının hoş olmadığını söylüyor.

 

Dr. Hasan Kösebalaban

http://haber.stargazete.com/acikgorus/israil-yol-ayriminda-kudus-ve-tel-avivden-izlenimler/haber-706736

  • “Caberi barış adamı değildi, savaşçıydı, İsrail’den herhangi biriyle doğrudan teması reddediyordu. Hamas ideolojisine bağlıydı, İsrail’in tamamen yıkılması gerektiğine inanıyordu”

 

 

Haaretz’ten Aluf Benn’e göre “İsrail aslında Gazze’deki taşeronunu öldürdü. İsrail’in Hamas’tan istediği Gazze’deki silahlı grupların ateşkese bağlı kalmalarını sağlamaktı. Bunu uygulamaktan sorumlu kişi de Caberi’ydi. Sükûnetin sağlanmasına karşılık zırhlı araçlarla Gazze’deki bankalara gönderilen şekellerle İsrail Hamas rejimini finanse ediyordu.”

Şalit’in bırakılmasında arabuluculuk eden Filistin-İsrail Araştırma Merkezi kurucusu Gershon Baskın ise Caberi’nin İsrail’le uzun vadeli ateşkes pazarlığının tam ortasında öldürüldüğünü ifşa etti. İfşa diyorum zira Baskın bu kez ateşkes için arabuluculuğa soyunmuştu. Baskın, New York Times için kaleme aldığı yazısında anlattığı bu girişimiyle ilgili Radikal’e telefonda bazı detaylar verdi. Anlattığına bakılırsa Baskın, Şalit’in bırakılması ardından kalıcı ateşkes için bir taslak hazırlayıp bunu Hamaslı Dışişleri Bakan Yardımcısı Gazi Hamad aracılığıyla liderlere iletti. Ancak müzakere için kimse adım atmadı. Caberi suikastından birkaç hafta önce karşılıklı saldırılar tırmanınca Baskın önerisini tekrar gündeme getirip hem Hamas hem İsrail’le görüşmeye başladı. Hamad’la görüşmeler için Kahire’yi mesken tutmuştu.

Yeni öneri ateşkes için bazı mekanizmalar öngörüyordu. “Bunlar ne içeriyordu” diye sordum. Baskın en kritik noktayı aktardı: İsrail roket saldırılarına karşı önleyici saldırı politikasından vazgeçmeyecekti. Fırlatılmak üzere bir roket varsa İsrail bunu bertaraf edecek ve bu ateşkes ihlali sayılmayacaktı. Ayrıca roket saldırısına hazırlanan Filistinlilerle ilgili istihbaratı Hamas’a iletecek, bunların icabına Caberi bakacaktı. Bu mekanizmanın işleyip işlemediğini görmek için üç aylık deneme süresi tanınacaktı. Baskın’a göre taslak, öldürüldüğü günün sabahı Caberi’ye iletildi. Kahire’deki buluşmada bir taslak da İsrail’e ulaştırılmak üzere Baskın’a verildi. Caberi İsrail saldırıları kestiği an Filistinli gruplara ateşkesi uygulatmaya hazırdı. Baskın “Caberi ile şahsen karşılaştın mı” sorusuna “Hiç yüz yüze görüşmedim” yanıtı verirken “Caberi barış adamı değildi, savaşçıydı, İsrail’den herhangi biriyle doğrudan teması reddediyordu. Hamas ideolojisine bağlıydı, İsrail’in tamamen yıkılması gerektiğine inanıyordu” deme gereğini de duydu.

 

Fehim Taştekin

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1109284&Yazar=FEHIM-TASTEKIN&CategoryID=100

 

 

 

  • İsrail eleştirilirken Hamas’ın yaptıklarının görmezden gelinmesi, tezlerin etik yanını ve inandırıcılığını zaafa uğratıyor.

 

 

 

Batı ülkelerinin önemli bir çoğunluğu (Avrupa Birliği, ABD, Japonya, Kanada ve İsrail) Hamas’ı terör örgütü ilan etmiş durumda. İngiltere ve Avustralya, Hamas’ın askeri kolu olan İzzeddin El Kassam Tugayları’nı resmen terörist sayıyor (Geçenlerde Gazze’de İsrail bombardımanı sonucu öldürülen Ahmet Caberi, askeri kanadın lideriydi).

Batılı gazeteler ve haber ajansları, son çatışmanın Hamas tarafından başlatıldığını, ilk füzelerin Hamas tarafından ateşlendiğini ve bunun üzerine İsrail’in harekete geçtiğini yazdılar. Batı’da, bu durumun Türkiye ve İslam dünyası tarafından görmezden gelindiği düşüncesi ağır basıyor.

Kısacası, Türkiye ile Batı arasında Hamas konusundaki değerlendirme farklılığı, her geçen gün daha da belirginleşiyor ve bu farklılık diyalogsuzluğa dönüşme riskini taşıyor. Türkiye ve Batı’nın kelimelere farklı anlamlar yüklediğini, verileri farklı filtrelerden geçirerek değerlendirdiğini, kısacası iletişim kopukluğunun giderek yoğunlaştığını söyleyebiliriz.

Türkiye, gelişmeleri tek yanlı okuyan ve İslami vurguları öne çıkartan bir görüntü veriyor.

Biraz Hamas’ın geçmişine dönelim... Hamas, 1987’de, o dönemde Filistin’e egemen olan Yaser Arafat’ın FKÖ’yü uzlaşmacı bulan sertlik yanlısı Filistinliler tarafından kurulmuştu. 1988’deki siyasi programında Hamas, İsrail’i devlet olarak tanımıyor; Filistin’in kontrolünü İsrail’den almak adına kutsal bir savaş vermenin dini bir görev olduğunu belirtiyordu. Bu tespit, 1988’de İsrail’in var olma hakkını tanıyan Filistin Kurtuluş Örgütü ile Hamas’ı çatışma noktasına getirdi. İki Filistin örgütü arasında bu tarihten sonra bir dizi iç çatışma gerçekleşti.

Hamas’ı asıl öne çıkaran, 1989 yılından itibaren onlarca insanın ölümüne yol açan İsrail’de gerçekleştirdiği bir dizi intihar saldırısı oldu.

Tabii, İslam dünyasının en azından bir bölümü bu intihar saldırılarını, İsrail zulmüne karşı ‘meşru müdafaa hakkı’ olarak görüyor. Başbakan Tayyip Erdoğan da İsrail’i bir ‘terörist devlet’ olarak tanımlıyor. Hamas’ın intihar saldırıları konusundaki tutumu ise açık değil.

İsrail’in Filistin halkına zulmettiği, onların egemenlik haklarını ayaklar altına aldığı, insanlık dışı saldırılarda bulunduğu bir gerçek. Başbakan bu açıdan haklı. Batı’nın Filistin davasına yaklaşımında İsrail’in zorbalığını görmezden geldiği de inkâr edilemez.

Doğru olan ve etkili olabilecek yaklaşım, çatışmaya ve çözüme iki yanlı bakabilmek. ‘Farklı’ olduğunu sandığımız yaklaşımımızın dünyada bir zenginlik veya derinlik olarak değerlendirildiğini söylemek çok zor.

İsrail eleştirilirken Hamas’ın yaptıklarının görmezden gelinmesi, tezlerin etik yanını ve inandırıcılığını zaafa uğratıyor.

 

Oral Çalışlar

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1109147&Yazar=ORAL-CALISLAR&CategoryID=98

 

 

 

  • “Gazze halkıyla, örneğin, bir sorunumuz yok ama Hamas terör örgütü ile var. Bu bölgeye Arap Baharı gelmedi”

 

Ortadoğu’da, adına Arap Baharı denen ve ülkeyi yöneten diktatörlerin bir kısmının devrilmesiyle sonuçlanan halk hareketleri, örneğin, Mısır’da seçimle bir yönetimi iş başına getirdi. Arap Baharı, Gazze’de, İsrail’in kendi deyimiyle misilleme amacıyla başlattığı füze saldırılarına karşı gerek yeni liderlerin gerekse halkın Tel Aviv’e tepkisini daha duyulur biçimde sokaklara taşıdı.

Sfari, Arap Baharı’nın, bu coğrafyada halka liberalleşme ve demokrasi getirirse eğer olumlu bir gelişme olarak görülebileceğini belirterek, “Gazze halkıyla, örneğin, bir sorunumuz yok ama Hamas terör örgütü ile var. Bu bölgeye Arap Baharı gelmedi,” diye konuştu.

İsrail’den Türkiye’ye, ne halk ne de hükümet düzeyinde bir düşmanlık olduğunu beliren Sfari, anneannem Bursa doğumlu dolayısıyla Türkiye’ye yönelik duygusal bağım var, kendisi, Bursa sokaklarında Atatürk’ün at üzerinde dolaşırkenki halini sürekli anlatırdı. Türkiye’de bulunmaktan mutlu olduğunu ve ikili ilişkilerin mevcut seyrine üzüldüğünü belirten Sfari, iki ülkenin çıkarları ve bölgesel istikrar adına ilişkileri yeniden tesis edecekleri konusunda iyimser olduğunu da sözlerine ekliyor.

 

Lale Kemal

http://www.duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=11961

 

 

  • Eskiden Filistin’de bir sorun olsa önce Türkiye aranırdı

 

 

Mısır ve Ürdün, milliyetçi hissiyatı çok güçlü iki Arap ülkesi olduğu halde İsrail’le yürüyen bir ilişki kurabiliyor. İsrail, Filistinlilerle dolaylı görüşmelerini Amman’da yapabiliyor. Mısır, Tel Aviv’le sert de olsa doğrudan konuşabiliyor.

Mavi Marmara krize dönüşmeden engellenebilirdi. Şimdi kesinlikle dilenmeyecek bir özür nedeniyle İsrail üzerindeki gücümüzü kaybetmiş durumdayız. Eskiden Filistin’de bir sorun olsa önce Türkiye aranırdı. İsrail’i Ortadoğu’da kontrol eden, dengeleyen ve İsrail’in gerçekten dinlediği bir tek Türkiye vardı. Şimdi yok. Öfkeli ve vicdani çıkışlarımız bir tarafa, ellerimiz kollarımız bağlı. Filistinli kardeşlerimize en çok biz yardım edebilecekken, somut diplomatik adım atma şansımız yok.

Yumuşak güç kullanabilecek her imkânımız varken onun yerine ne yapıyoruz? Tehdit ediyoruz, esiyoruz, gürlüyoruz ama yağmur olamıyoruz. “Öleceksek beraber ölelim” diyoruz. Ertesi gün El Fetih, İsrail’e bir intihar bombacısı gönderiyor. Bir otobüsün içinde kendini havaya uçuran eylemci 3’ü ağır 17 kişiyi yaralıyor. Hamas’ın Sözcüsü Sami Abu Zuhri’den açıklama geliyor: Hamas, saldırıyı kutsuyor.

Ölümü değil yaşamı, savaşı ve sertliği değil, diplomasiyi ve ikna gücünü öne çıkarmamız gereken bu hassas günlerde, Filistin sorununda arabulucu olabilecek güce ve birikime sahipken, arabulucu olanların ne yaptığını anlatmaktan başka bir şey yapamıyorsak, ABD ve Rusya dâhil herkese had çizmeye kalkışıyorsak, birbiriyle teknik olarak savaşta olan Suriye ve İsrail’in her ikisiyle de kavgalı olmayı başardıysak, Ortadoğu siyasetinin ikiye yarıldığı bir dönemde, tam diplomatik bir merkez, bir köprü olma şansımız varken bunu kullanamıyorsak.

Ne gelir elimizden?

Ağlamaktan başka.

 

Koray Çalışkan

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1108996&Yazar=KORAY-CALISKAN&CategoryID=98

 

 

  • “İsrail’in yeterince Arap düşmanı var. Bir de Türkiye’nin bu listeye eklenmesinin bize kazandıracağı bir şey yok. Bize İsrail’le konuşabilen, onu bir konuma ikna edebilen, aralarındaki ticaret hacminin büyüklüğünden dolayı İsrail üzerinde yaptırımı olan bir Türkiye lazım.”

 

Şimdilerde hepimiz İsrail’e kızgınız; dolayısıyla şu hakikati şimdi telaffuz etmenin zamanı olmayabilir. Ama hakikat telaffuz edilemediğinde de hakikattir: Biz İsrail’le ilişkilerimizi olabilecek en düşük seviyeye indirdiğimizde, Hamas ile İsrail arasında arabuluculuk yapma şansımızı zaten kaybetmiştik. O zaman Arap dünyasının akl-ı selim sahibi liderleri bize “İsrail’in yeterince Arap düşmanı var. Bir de Türkiye’nin bu listeye eklenmesinin bize kazandıracağı bir şey yok. Bize İsrail’le konuşabilen, onu bir konuma ikna edebilen, aralarındaki ticaret hacminin büyüklüğünden dolayı İsrail üzerinde yaptırımı olan bir Türkiye lazım.” demişlerdi de dinlememiştik. O zaman bu köşede Türkiye-İsrail ilişkileri bizzat da Filistinlilere lazım oldukları için değerlidir demiştim de dinletememiştim. “İki tarafın arasını bulmanın tek yolu her iki tarafla da arasının iyi olmasıdır.” dediğimizde de bırakın Filistin’in haklı davasına olan desteğimiz, Müslümanlığımız sorgulanmıştı.

 

Kerim Balcı

http://beta.zaman.com.tr/columnistDetail_getNewsById.action?newsId=2019683&columnistId=1042

 

 

 

  • Hamas’ın esas kazancı siyasi alandadır

 

Hamas’a gelince onun askeri alandaki başlıca başarısı, İran’ın yardımıyla ürettiği füzeleri ilk kez Telaviv ve Kudüs’e kadar fırlatmasıdır. Ayrıca her ne kadar İsrail birçok roket bataryasını imha ettiyse de, Hamas bu tür kısa menzilli silahları (ki sayısı 12 bin kadar tahmin ediliyor) ateşkes anına kadar kullanabilmiştir.

Ancak Hamas’ın esas kazancı siyasi alandadır. Bu kez Mısır başta olmak üzere Arap ülkeleri ve de Türkiye Hamas’ın meşruluğunu teyit eden, aktif bir destek sergilediler. Bu destek Gazze’deki rejimi tanımayanlara ve özellikle İsrail’e karşı siyasi durumunu güçlendiriyor. Ayrıca bu durum, Hamas’ın Mahmut Abbas liderliğindeki Filistin yönetiminin de önüne geçmesini sağlamıştır.

 Bu bilançoda aslında en kazançlı çıkan ülkeyi de görmek lazım. O da Mısır’dır. Gazze’ye tam destek vermekle beraber Cumhurbaşkanı Mursi, özellikle ABD ve İsrail ile dengeyi iyi tutturmasını bilmiş, giriştiği arabuluculuktaki başarısıyla da uluslararası sahnede önemli bir aktör olarak ortaya çıkmıştır.

 

Sami Kohen

http://dunya.milliyet.com.tr/ateskes-bilancosu/dunya/dunyayazardetay/23.11.2012/1631502/default.htm

 

 

 

  • Mısır öne çıktı da, Türkiye, Türk televizyonlarından başka nerede görüldü?

 

 

Obama, danışmanlarına “Mısır liderinin pragmatik özgüveninden çok etkilendiğini, ideolojiye pek az veren bir mühendisin hesaplılığıyla hareket ettiğini” söylemiş ve “Mursi, keskin bir nişancı. Ne söz verdiyse yerine getirdi; yerine getiremeyeceğini söz vermedi” demiş.

Obama, Mursi’yle 3’ü son 24 saat içinde olmak üzere, son günlerde tam 6 kez görüşmüş. Peki, ABD’nin bölgedeki en yakın müttefiki sayılması gereken ve Obama’nın yıl içinde en çok görüştüğü devlet adamına (Tayyip Erdoğan) sahip olmakla övünen Türkiye’nin Gazze’deki kan banyosunu durdurmak için böyle bir çalışması oldu mu?

Olamazdı. Tayyip Erdoğan, Kahire’den Obama ile bir kez telefonla görüştü; ertesi gün Obama’ya en ağır sözcüklerle öyle bir yüklendi ki, taraflara konuşacak, dolayısıyla da Türkiye’ye oynayacak bir rol kalmadı.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Gazze’de döktüğü içten gözyaşları çok saygıdeğer ama NATO üyesi ve AB aday üyesi yani ABD ile, ve Avrupalılarla en yakın ilişkiye sahip olduğu varsayılan bir Müslüman-Batılı ülkenin yetkilisi olarak, Arap Birliği Genel Sekreteri başkanlığında, 10 Arap dışişleri bakanının “katarı” içinde Gazze’yi ziyaret etme görüntüsünün, İsrail bombaları altında can veren Filistinlilere somut ve Türkiye’nin sağlayabileceği yarar düzeyinde bir katkıda bulunduğunu söylemek zor.

Davutoğlu, keşke kendi başına Gazze’ye gitmiş olsaydı; Katar Emiri gibi. Mısır Dışişleri Bakanı gibi.

“Gazze ateşkesi”ne ilişkin genel değerlendirme, varılan “uzlaşma”nın Mısır’ın Ortadoğu’nun en zor sorununda yeniden etkili bir aktör olarak ortaya çıkarttığı.

Bu arada, Hamas’lı Halid Meşal da, Mısır’a övgüler yağdırırken, İran’a da “askeri desteği için” teşekkür etmeyi ihmal etmedi.

Mısır öne çıktı da, Türkiye, Türk televizyonlarından başka nerede görüldü?

Gören olduysa haber versin...

 

Cengiz Çandar

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21993527.asp?yazarid=215

 

 

 

  • ‘Adam gibi ölelim’ dediğinizde, bu sözler İsrail’de tek bir biçimde anlaşılır: Türkiye de artık İsrail’in varolmaması gerektiğini düşünen ama bunu her zaman açık açık söyleyemeyen ülkeler kervanına girdi.

 

 

 

Türkiye başından beri İsrail’in varlığını kabul ediyor, onunla son bir kaçyıldır düzeyi düşürülmüş de olsa diplomatik ilişkisini sürdürüyor.

Dediğim gibi İsrail’in varolmamasını savunmak da bir pozisyon ama ne Türkiye ne de önde gelen Arap ülkeleri bu pozisyonda. Yani İsrail’in varlığı tanınıyor.

Bu durumda geriye şu kalıyor: İsrail’in Filistinlilerin haklarını tanımasını, adil bir toprak ve nüfus paylaşımına dayalı bir Filistin devletinin kurulabilmesi, gelişebilmesi için İsrail’in diplomatik yollarla razı edilmesi.

İsrail’in razı edilemediğini, işgal ettiği toprakların hiç değilse bir bölümünden bile çekilmediğini ve hatta işgal ettiği topraklara yerleşimler kurarak ilhak politikasına da devam ettiğini hepimiz biliyoruz.

Bütün bu fenalıkları yaparken İsrail’in bir temel tezi var: Kendi varolma hakkı ve güvenliği.

Kendi güvenliğine halel getirdiğini düşündüğü en ufak şeyleri bile (bu bir terör saldırısı da olabilir, füze saldırısı da) İsrail’in kendi orantısız şiddeti için bir bahane olarak kullandığını hiç unutmamalıyız.

İsrail’e dönüp, ‘Biz senin bu topraklarda varolma hakkını kabul ediyor ve savunuyoruz ama sen de fazla paranoyakça hareket ediyorsun’ denmiyor. Onun yerine İsrail her bahane bulup Gazze’deki masum insanları öldürdükçe, ‘Ayağını denk al, hesabını doğru yap’ deniyor.

Bu ise İsrail’de ‘Etrafımız bizi yok etmeye çalışan düşmanlarla çevrili’ şeklinde algılanıyor.

Başa dönüyorum: İsrail’in yok edilmesi gerektiği şeklinde bir politika da olabilir. Örneğin İran bunu açık açık söylüyor. Örneğin Hamas, Filistin direnişinin bugüne kadarki sürükleyicisi El Fetih’ten farklı olarak İsrail’i tanımıyor, onunla El Fetih’in arasında yapılmış anlaşmaları da tanımıyor.

‘Adam gibi ölelim’ dediğinizde, bu sözler İsrail’de tek bir biçimde anlaşılır: Türkiye de artık İsrail’in varolmaması gerektiğini düşünen ama bunu her zaman açık açık söyleyemeyen ülkeler kervanına girdi.

 

İsmet Berkan

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21991730.asp?yazarid=386

 

 

  • Zira savaş sayesinde, İsrail, ABD desteğiyle inşa ettiği ‘Demir Kubbe’ savunma sistemini denemiş oldu.

 

 

Fakat İsrail cephesinde askeri açıdan bu ‘derde’ çare daha olanaklı. Zira savaş sayesinde, İsrail, ABD desteğiyle inşa ettiği ‘Demir Kubbe’ savunma sistemini denemiş oldu. İran'la olası bir çatışma hali düşünülürse oldukça manidar. İsrailli yetkililere göre, beş batarya ile Gazze’den fırlatılan 1400 kadar füze ve roketten 421’i vuruldu. Başarı oranının yüzde 90 verilmesinin sebebi hikmeti, sistemin, açık alanlara düşenleri dikkate almayıp nüfus bölgelerini savunmuş olması. Aşdod’da bir binayı vurarak üç sivilin ölümüne yol açan roket içinse yapımcı firma Rafael, ‘sistem tutukluk yaptı’ gerekçesi getirdi. İsraillilere bakılırsa her koşulda ulusal savunma şemsiyesi için 13 batarya gerek. Eh ateşkesle ABD Başkanı Barack Obama’dan sistemin geliştirilmesi için kesenin ağzının açılacağı taahhüdü de alındı.

Siyasi açıdan İsrail’in kazanımlarına gelince… Obama ile Netenyahu’nun arasının açık olmasından ‘hayır’ çıkaran tezler çöktü. Bırakın İsrail’e ‘kalkan’ olan Amerikan Kongresi’ni, Obama’nın İsrail’i savunmanın ötesinde ‘gıkı çıkmadı’. Netenyahu’nun 22 Ocak’taki seçimleri kazanacağına da şüphe kalmadı.

 

Ceyda Karan

http://tv.haberturk.com/blog/ceyda-karan/796590-gazze-kim-ne-kazandi-neler-kaybedildi

 

 

 

  • Dini duyguların esiri olmayı bir kenara bırakıp da olaya gerçekçi gözle bakıldığında ortaya bu durum çıkıyor!..

 

 

Tayyip Bey, İsrail’e “terörist devlet” diye hakaret ederken Hamas’a toz kondurmuyor!

 Neden?

 Sırf dini duyguları nedeniyle!

 Devletlerarası ilişkilere duygular, hele dini duygular girince, bunu yapanlar hep altta kalıyor!

 Nitekim, Tayyip Bey, Suriye konusunda da, Gazze’de de sürekli altta kalıyor, boşuna nefes tüketiyor!

 Bütün bu bağırıp çağırmalar havada uçuşup kayboluyor, hiçbir iz bırakmıyor!.

 Sonuçta “tükürük kavgası” diye mizah konusu haline geliyor!..

 Adnan Hoca kadar olamadılar!..

Tayyip Bey öfke krizlerine girerken, sosyete uleması Adnan Hoca, İsrail-Hamas arasındaki füze savaşını değerlendirdi:

 “İsrail’e durup dururken boyuna füze sallarsan başına bu gelir”

 Valla hayrettir, İslamcı Adnan Hoca (Oktar) bile Hamas’ı suçluyor!

 Bir bakıma “Men dakka dukka” diyor!

 Bu lafı aslında Tayyip Bey çok kullanır: “Sen bana dak edersen, ben de sana duk ederim”

 Sen bana füze sallarsan, ben de sana füze yollarım!

 Hamas’ın başına gelen budur!

 Dini duyguların esiri olmayı bir kenara bırakıp da olaya gerçekçi gözle bakıldığında ortaya bu durum çıkıyor!

 Ama bizimkiler Adnan Hoca kadar bile olamıyorlar!

 

Mehmet Türker

http://sozcu.com.tr/tukuruk-kavgasi.html

 

 

 

  • Ortada farklı bir oyun oynanıyor.. İlk füzeyi ateşleyen Hamas masum değil.. Gizli bir niyeti var..

 

 

Tamam İsrail’i kınayalım, katliamı durdurması için elimizden geleni yapalım ama bu sorunun da peşinden gidelim dedim..

Sorulması gereken soru budur; ilk füzeyi kim ateşledi?

Cevap verelim; Hamas..

İsrail topraklarına uzun menzilli füze atışı yapmış.. Bunu yapan Hamas, İsrail’in çok sert tepki göstereceğini bilmiyor mu?

Bilmez olur mu?

Sorun İsrail’in yıllardır orantısız güç kullanarak tepki vermesi zaten… Sivilleri bile hedef alması, yerleşim yerlerini vurması…

O halde!

Hamas bu füzeyi niye gönderdi?

Mısır’da yönetim değişti, Mübarek zamanında İsrail-Mısır ilişkileri iyiydi, yerine Mursi gelince politika değişti, Arap baharıyla elimiz güçlendi, Suriye’deki kargaşa da ortada; fırsat bu fırsat bi füze çakalım bakalım ne olacak mı dediler?

Bu soruya cevap olarak; karşılıklı füze atımı hep oluyor, Hamas el yapımı füzelerini İsrail’i rahatsız etmek için zaman zaman gönderiyor denilecektir…

Doğrudur…

Ama dikkat, Hamas’ın bu sefer İran yapımı uzun menzilli füzeyi ateşlediği söyleniyor… Füze yetmiş kilometre uzaklıktaki Tel Aviv’e düşmüş…

Şu notu da ekleyelim… Hal böyle olsa bile İsrail’in Gazze’ye füze yağdırmaya, 100’den fazla kişiyi öldürmeye hakkı yok..

Demem şu… Ortada farklı bir oyun oynanıyor… İlk füzeyi ateşleyen Hamas masum değil… Gizli bir niyeti var…

Niyet, Türkiye’yi de Mısır’ı da işin içine çekmek olmasın!

Peşine takılmadan on kere düşünelim…

 

Mehmet Tezkan

http://gundem.milliyet.com.tr/ilk-fuzeyi-kim-atti-/gundem/gundemyazardetay/22.11.2012/1630859/default.htm

 

 

 

  • Gene de “füzesavar kalkanım var” diye üzerine sürekli füzeler fırlatılıyorsa hiçbir ülke buna sessiz kalamaz.

 

 

Türkiye’deki Musevi Cemaati’nin saygın isimlerinden biri aradı.

Bir gün önce İsrail’den dönmüş.

“Senin bugünkü yazında anlattıklarını yaşadım orada” dedi.

Gazze’den Hamas füzeleri fırlatıldığında radarlar bunu anında algılıyormuş.

Alarm çalmaya başlıyormuş.

Sığınaklara koşuyorlarmış.

“Tehlikenin geçtiği” anonsundan sonra hayat yeniden günlük akışında devam ediyormuş.

Yazdığımdan farklı olan durumu da söyledi.

 Füzeleri havada avlayan ve infilak ettiren “Arrow” adlı İsrail yapımı füzesavar sistemi iyi çalışıyormuş.

300 dolaylarında füze atılmış.

Arrow’lar bunların -neredeyse- tamamını yakalamış.

Etkisiz hale getirmiş.

Ya İsrail topraklarına düşen ve 3 kişiyi öldüren, yaralanmalara neden olan füzeler?

 Bu durum sürecin başlarında yaşanmış.

Bazı teknik ince ayarlar yapıldıktan sonra artık “Arrow kalkanı” etkinlikle koruyuculuk işlemini sürdürüyormuş.

O halde, İsrail’in kara harekâtı anlamsız hale geliyor.

 Başkan Obama’nın “Topraklarına ve insanlarına füzelerle saldırılan ülke, kendini korumak hakkına sahiptir” söyleminin teorik geçerliği varsa da pratiği gerçekle tam örtüşmüyor.

 Fakat...

 Gene de “füzesavar kalkanım var” diye üzerine sürekli füzeler fırlatılıyorsa hiçbir ülke buna sessiz kalamaz.

 Özellikle demokrasilerde halkına karşı hesap verme sorumluluğu olan iktidarlar, bu tehdidi ortadan kaldırmak zorundadır.

Devletlerarası ilişkilerde “mukabele-i bilmisil” yani “aynıyla cevap” ilkesi İsrail için de geçerlidir tabii...

 

Güneri Civaoğlu

http://siyaset.milliyet.com.tr/kan-lekeli-dekor/siyaset/siyasetyazardetay/21.11.2012/1630205/default.htm

 

 

 

  • Gerçek şu ki, Türkiye hiçbir zaman Filistin-İsrail meselesinde ”arabulucu” olmadı ki şimdi ”devredışı” kalsın.

 

 

Gerçek şu ki, Türkiye hiçbir zaman Filistin-İsrail meselesinde ”arabulucu” olmadı ki şimdi ”devredışı” kalsın. Ezelden beri bu işin sahibi, perde arkasında birinci derecede ABD, vitrinde ise Mısır’dı. Hüsnü Mübarek döneminde olduğu gibi, şimdi de asıl iş Mısır’ın yeni lideri Mursi’ye düştü. Doğal olan da zaten Arap dünyasının iç meselelerinde Mısır’ın liderliğidir.

 Ehud Toledano, değer verdiğim bir İsrailli akademisyendir. Ama Ehud, Allah aşkına, Türkiye sahiden geçmişte Arap-Filistin çatışmasında arabuluculuk yaptı da şimdi mi kenarda kaldı?

Bana sorarsanız bu arabuluculuk mitolojisi, aslında başından beri iç tüketim malzemesi. İlk kez 1990’ların sonunda İsmail Cem’in dışişleri bakanlığı döneminde tedavüle girdi. Güya Osmanlı tapuları bizde olduğu için, biz İsrail ve Filistinliler arasında arabuluculuk yapacaktık. Oysa zaten süregelen müzakereler o kadar detaylı, o kadar karmaşık bir safhadaydı ki, Türkiye’nin sadece tatlı temenniler ileten bir figüran durumundaydı.

Abdullah Gül dışişleri bakanı iken 2006’da Tel Aviv’e gidip taraflara ”İklim barış için çok müsait” dedi. Ama tabii bu da gerçek bir arabuluculuk sayılmazdı.

İsrail’le ilişkilerin yağlı ballı olduğu dönemde bile, Tayyip Erdoğan 2008 sonundaki Kurşun Asker Operasyonu’nu durdurması için Ehud Olmert’i ikna edemedi. Sadece Türkiye değil, üst üste ABD yönetimlerinin de İsrail’e bu operasyonlarla ilgili perde arkasından yaptığı talepler hep havada kaldı. İş kendi güvenliği olduğunda, İsrailliler ne Ankara, ne Washington dinliyor. Haliyle geçmişte çok etkiliydik de bugün devre dışıyız gibi bir durum yok. Devrede olsak da bir şey fark etmezdi...

 Gilad Şalid konusunda Türkiye çabaladı. Ama Almanya da, Arap Ligi de, Mısır da, Amerikalılar da devredeydi. Sonunda Mısır ve Almanlar becerdi.

Türkiye, Filistinliler değil ama Suriye ve İsrail arasında gizli müzakerelerin başlamasında gerçekten etkili oldu. Ama o da sonunda Beşar Esad’ın kararsızlığı yüzünden bir yere gitmedi.

 Yanlış anlaşılmasın. Türkiye ve İsrail arasında diyalog kanallarının kapalı olmasını savunmuyorum. İdeali, İsrail’in Mavi Marmara için özür dilemesi, ikili ilişkilerin yeniden tesis edilmesidir. Bu, uzun vadede iki tarafın da çıkarınadır, Arap Baharı, Suriye ve birçok başka nedenden dolayı.

Ama bunu savunurken de geçmişle ilgili olmayan bir ”altın çağ” icat etmenin de âlemi yok...

 

Aslı Aydıntaşbaş

http://siyaset.milliyet.com.tr/turk-un-turk-e-propagandasi/siyaset/siyasetyazardetay/22.11.2012/1630782/default.htm

 

 

 

  • "Arap sokağı"na seslenen Türkiye, "sorun çözücü" olamadı

 

Operasyonun başlangıcındaki yorumumda "ikinci one minutes" olur mu demiştim. ABD Başkanı Obama ve Batılı başkentlerin İsrail'in "silahlı müdahalesi"nin ilk gününden beri "İsrail'in kendini savunma hakkı"ndan bahsetmesi Erdoğan'ı "çileden çıkaran" bir yaklaşım oldu. Erdoğan'ın karşı argümanı İsrail'in işgalciliğine karşı, Hamas'ın direnişte olması ve Hamas'ın "tek yanlı silah kulanması"na İsrail ve Batılı ülkelerin, bu arada Rusya ve Çin'in razı olması gibi bir kurgu içinde gerçekleşti.

"Arap sokağı"na seslenen Türkiye, "sorun çözücü" olamadı. İnisiyatif İhvan'ın Mısır'ında kaldı. Tıpkı Mübarek'in Mısır'ında olduğu gibi.

Gün geçtikçe artan ve duygusallaşan İslami söylem, Ortadoğu'daki karmaşık sorunlar çerçevesinde yetersiz, gündemden uzak ve "tribünlere oynanan" bir çabaya dönüşüyor. Ortadoğu'ya "düzen vermeye" çalışan AKP yaklaşımı, Batılı müttefikleriyle artan çelişkileri de beraberinde getiriyor. Suriye'de Türkiye müdahalesine "yeşil ışık yakılmaması", Irak'ta Dicle Ordusu ve Peşmerge Ordusu'nun "iç savaş" düzeyine yaklaşan çatışmaları, İran'ın Suriye hattında bölgedeki Batı aksına meydan okuması ve uranyum zenginleştirme programı, duygusallığa izin vermeyen bir dikkati getirmektedir.

Rövanşist ve reaksiyonist akımlara prim veren bir AKP söylemi, gittikçe marjinalleşen, ABD ve diğer müttefiklerle siyaseten çatışan ama yine de söz konusu eksenden ayrılmayan bir "zikzaklar bütünü"nü resmetmektedir.

Ve Gazze'den arta kalan, yaşamını kaybeden çoğu Filistinli ve İsrailli'nin dışında, Türkiye'nin "yol haritası" hakkındaki soru işaretleridir?

 

Deniz Tansi

http://deniztansi.blogspot.com/2012/11/gazze-operasyonundan-arta-kalan.html?spref=tw

 

 

 

  • Nüfus ve coğrafi konumlara bakınca aslında İslam ülkelerinin İsrail’i tükürükle bile boğacağı görülüyor ama, ne çare

 

 

İsrail II. Dünya Savaşı’ndan sonra kuruldu. Bugün İsrail devletinin kurulu olduğu toprakların büyük bölümü 1948 yılında satın alındı. Dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan Yahudiler akın akın geldiler, Kibutz adındaki kampları kurdular, bu kampları geliştirdiler, büyük ve modern kentler hâline getirdiler.

Sonra oturdukları bölgeye sığmadılar, Ürdün topraklarına itilen Filistinlilerin alanlarına göz diktiler, 1967 Mısır savaşından sonra genişlediler. İsrail dünya Yahudilerinin devletidir.

İsrail’in nüfusu 7,5 milyondur. Dünyadaki toplam Yahudi sayısı ise 20 milyon civarındadır.

Yahudiler çok az nüfuslarına rağmen başta ABD olmak üzere bulundukları ülkenin ekonomisine yön veren, güçlü sermaye birikimleri olan bir toplumdur.

Bu maddi gücü sanat, kültür ve bilim alanında destekledikleri için de dünyanın en önemli güçlerinden biri olmuşlardır.

Buna karşı İsrail’i çevreleyen İslam coğrafyası dünyanın en zengin ülkelerini de içinde barındırıyor. Ancak bu İslam ülkeleri zenginliklerini engin kültürlerine, bilime, sanata, estetiği sahiplenmelerine, demokrasi ve insan haklarındaki ileri düzeylerine değil, Allah’ın bir lütfu olan yeraltı kaynaklarına borçlular.

Böyle olunca bilimi ve teknolojiyi sadece satın alarak barındırabiliyorlar. Demokrasi, hukuk, insan hakları bilinci ise hiç olmayınca, Allah’ın lütfu zenginliklerini koruyabilmek için global dünya devlerinin hizmetinde olmaktan başka bir şey yapamıyorlar. Nüfus ve coğrafi konumlara bakınca aslında İslam ülkelerinin İsrail’i tükürükle bile boğacağı görülüyor ama ne çare.

İşte bütün İslam ülkeleri arasında, laik demokrasisi, kültürü, bilimi, demokrasi ve hukuk inancı ile bir yıldız gibi parlayan Atatürk’ün kurduğu uygar ülke Türkiye’nin elinden bundan fazlası gelmiyor.

 

Can Ataklı

http://haber.gazetevatan.com/erdogan-hakli-ama-yaptigi-%93olmayacak-duaya-amin%94-gibi/494253/4/Yazarlar/142

 

 

 

  • İsrail’in zamanlama olarak, Obama’nın başkan seçildikten hemen sonra Gazze’ye saldırması, Obama’yı da köşeye sıkıştıran bir nitelikte

 

Peki, niye İsrail, Hamas’ın aslında cılız olan bu hamlesine, çok sert, sivil insanları öldürmeyi göze alarak yanıt veriyor? İsrail saldırısı, Mısır’daki değişimden sonra geliyor. Değişen Mısır, çok ince dengeler üzerine kurulmuş ve hızla istikrarsızlığa sürüklenebilecek bir siyasi yönetim yapısına sahip. Cumhurbaşkanı Mursi, çok zor bir işe, Mısır’ı yönetme işine soyunuyor. Dahası, Arap Baharının en önemli ülkesi olan Mısır’ın, Mursi yönetiminde, eskiden çok farklı olarak, İsrail’le değil; aksine, İsrail’in Ortadoğu politikasına karşı hareket edeceği de çok açık. İsrail’in Gazze saldırısı, yeni Mısır ve Mursi rejimine karşı bir manevra da.

Barack Hüseyin Obama, ikinci Amerikan Başkanlığı döneminde, Ortadoğu, İran ve Rusya politikasını diplomasiye ve yumuşak güce dayandırmak istiyor. Çünkü Obama yönetiminde Amerikan dış politikasının yeni kilit bölgesi Pasifik. Tam da bu nedenle, Obama, ilk dış gezisi olarak, bugünlerde Pasifik ülkelerini ziyaret ediyor. Ortadoğu’da diplomasiye ağırlık vermiş ve dış politika odağını da Pasifik’e kaydırmış bir Obama yönetimi izleyeceğiz. 

İsrail’se, Ortadoğu’da, başta İran olmak üzere, kendisinin çıkarlarına karşı olacak her oluşuma sert politika izleyen bir Amerika istiyor. Amerika’nın yeni kilit bölgesi olarak Pasifik’in seçilmesinde de mutlu değil. Bu bağlamda, İsrail’in zamanlama olarak, Obama’nın başkan seçildikten hemen sonra Gazze’ye saldırması, Obama’yı da köşeye sıkıştıran bir nitelikte. Obama’nın Gazze demeçleri de şimdilik kendisinin köşeye sıkıştığını gösteriyor.

 

Fuat Keyman

http://siyaset.milliyet.com.tr/turkiye-cok-dikkatli-olmali/siyaset/siyasetyazardetay/21.11.2012/1630283/default.htm

 

 

 

 

  • Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini neredeyse sıfırlaması ille de gerekiyor muydu? Bu sorunun yanıtı bence ‘hayır’dı. İsrail’le ilişkilerin sıfırlanması, Türkiye’nin dış politikada manevra ve etki alanının daralmasına neden olacağını düşünüyordum.

 

 

Gazze’de İsrail’in uyguladığı terördür, zulümdür. Buna karşı çıkmak, bunu lanetlemek bir insanlık görevidir.

Ahmet Altan’ın deyişiyle:

“İsrail’deki ‘sağcı’ hükümetin her sorunu şiddetle çözmek istemesi Ortadoğu’yu yeniden ölüm sarmalına soktu.

Filistinlilerin haklarını vermemek için süren bu direnç, Filistinlilerle birlikte aslında İsraillilerin de hayatını cehenneme çeviriyor.

İnsanlığın en fazla borçlu olduğu kavimlerden biri Yahudiler; sanatta, felsefede, bilimde Yahudilerin yaptıkları katkıları silseniz insanlık tarihinde derin bir boşluk oluşur.

Böylesine parlak bir ırkın, tarihin en büyük soykırımına maruz kalmış bu ‘mazlum’ kavmin bugün geldiği bu ‘zalim’ durak, zekâyı reddeden ve şiddeti yücelten bu yönetim, uzaktan bakıldığında ne kadar anlamsız gözüküyor.” (Taraf, 16 Kasım 2012)

Bu satırlara katılıyorum.

Gazze konusunda Türkiye’nin İsrail’e göstermiş olduğu tepkiler haklıdır, meşrudur. Başbakan Erdoğan’ın, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun ateşkese kadar uzanan süreç içinde sergilemiş oldukları çabalar da öyledir, isabetli olmuştur.

Ama burada biraz durmak istiyorum. Çünkü, eleştirilmesi gereken taraflar da var.

Mavi Marmara sonrasında da bir noktayı belirtmiştim. Evet, İsrail bu baskınla hem uluslararası hukuku hiçe saymış, hem de insanlığı ayaklar altına almıştır. Bunun hesabını vermek ve Türkiye’den özür dilemek zorundadır.

Bu noktayı o tarihte belirtirken, bir de soru sormuştum:

Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini neredeyse sıfırlaması ille de gerekiyor muydu?

Bu sorunun yanıtı bence ‘hayır’dı. İsrail’le ilişkilerin sıfırlanması, Türkiye’nin dış politikada manevra ve etki alanının daralmasına neden olacağını düşünüyordum.

Hâlâ aynı görüşteyim.

Şimdi de Tayyip Erdoğan’ın bir başbakan olarak dış politikada Gazze’yle iligili olarak bir üslup sorunu olduğunu düşünüyorum.

Bazen ölçü kaçıyor.

Oysa, üslup ve ölçü dış politikanın ayrılmaz parçalarıdır.

Bir başbakanın iki dudağının arasında üslup ve ölçü kaçmaya başladığı vakit sadece ayıp olmaz, dış politikada da kaybedersiniz, zamanla etkiniz azalır.

Bunun gibi, dış politikada sokağa oynarken de son derece dikkatli olmak gerekir.

Sokaktaki adam nezdinde -veya örneğin Arap sokağında- kahramanlaşmaya dönük çabalar, eğer sınır fazla zorlanırsa -ki şimdilerde zorlandığı, hatta bazen aşıldığı kanısındayım- Bumerang gibi hiç beklemediğiniz anda ters de tepebilir.

Türkiye’nin hem ‘Batı aidiyeti’nden, hem de ‘coğrafyası’ndan kaynaklanan kritik dengeleri vardır dış politikada.

Yedi düvele meydan okuyan bir retoriğin cazibesine fazla kapılmak, Türk dış politikasının kritik dengelerini olumsuz etkiler, etki alanını, nüfuz alanını zamanla daraltır.

 

Hasan Cemal

http://siyaset.milliyet.com.tr/dis-politikada-erdogan-la-uslubu-/siyaset/siyasetyazardetay/23.11.2012/1631380/default.htm

 

 

 

  • Örneğin bir kanalın ana haber spikeri, bir şairden alıntı yaparak Twitter’da şunu yazdı: “Yahudiler mi dediniz, onlar, yumurtalarını pişirmek için, dünyayı ateşe vermekten çekinmeyen lanetlilerdir.”

 

Arabistan eğitimine sızan bu sistematik nefretin bırakın diğer Arap devletlerini, bizim gibi laik toplumlarda bile nasıl kök saldığını son Gazze krizinde gördük. Sosyal medyada, İsrail devletinin şiddetini, onların dinleriyle yani Yahudilikleriyle gerekçelendiren tonlarca yorum yapıldı. Örneğin bir kanalın ana haber spikeri, bir şairden alıntı yaparak Twitter’da şunu yazdı: “Yahudiler mi dediniz, onlar, yumurtalarını pişirmek için, dünyayı ateşe vermekten çekinmeyen lanetlilerdir.”

Bu cephedeki nefret duygusu ve bu duygunun İsrail saflarındaki karşılığı, İsrail-Filistin çatışmasının 64 yıldır çözülememesinin en temel nedeni. Çünkü bir tür bulaşıcı hastalık hâline gelen nefret ve düşmanlık duyguları, zihinleri kirletip gerçeklerle kurulan ilişkiyi çarpıtıyor... Sonuçta rasyonel davranamıyor, doğru hareket edemiyor, yaratıcı politikalar geliştirmiyorsunuz... Bu nedenle Ortadoğu’daki siyasal sorunlar, her türlü mantıklı çözüme açık siyasal bir sorun olmaktan çok, karmaşık bir psikolojik sorun hâline geliyor. Demem o ki, aslında Filistin-İsrail sorunu, elinden tutulup bir psikologa gösterilecek türde bir sorun.

Çözümün önündeki bir başka engel ise o topraklar dışında kalan bizim gibi Müslümanların bu işi bir namus davasına dönüştürürken, ortaya koydukları yanlış tutum nedeniyle güvensizliği köpürtmeleri. İkili sorunların çözümü güvenle başlar, akılcı diplomasiyle sıcaklığa kavuşur, masaya oturulur ve diyalogla devam eder. Ancak aradaki bazı güçler nedeniyle bu güven sağlanamıyor. Ne İran ne Katar, ne S. Arabistan ne de diğer güçlü bölge ülkeleri İsrail’i bir devlet olarak tanıyor zaten. Buna rağmen olaya müdahil oluyorlar; örneğin İran, İsrail’i tanımayan sertlik yanlısı Hamas’a Sudan ve Mısır üzerinden silah aktarıyor... Katar, İsrail’i tanıyan West Bank merkezli Filistin yönetimine değil, Hamas’ın kontrolündeki Gazze’ye ekonomik yardım yapmayı planlıyor. Davutoğlu Tunus, Fas gibi ülkelerin dışişleri bakanlarıyla Gazze’ye giderek iyi bir iş gerçekleştiriyor, ancak bu sadece bir gövde gösterisi olarak kalıyor, çünkü İsrail ile temas kurulamıyor. Neticedekarşımızda seçim sloganı “güçlü güvenlik” olan Netanyahu var, gövde gösterisinden ne kadar etkilenir ki... Zaten bizim sesimiz çok çıktı ama ateşkes görüşmelerinde arabulucu olarak masaya oturan Mısır oldu, çünkü daha soğukkanlı ve rasyonel davrandı.

 

Hıdır Geviş

http://www.duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=11919&hidir_gevis-muslumanlarin_namusu

 

 

 

  • İsrail’le ilişkilerin neredeyse sıfır düzeyinde olması Türkiye’nin etkisini sınırlıyor

 

 

Bir de Türkiye’nin oynadığı rol var. Krizi sonlandırmaya çalışıyor, Filistinlilere moral veriyor, yalnız olmadıklarını gösteriyor. Doğru işler... Ancak Türkiye, yapabileceğinden fazlasının sözünü vermemeli. Aksi Filistinlilere zarar verir. Türkiye’nin yaptırım gücünün sınırlarını bilmekte fayda var. Mesele elbette ‘duygusal’ bir boyut taşıyor, ancak duygusal tepkiler ne çözüme katkı sağlayabilir ne de Türkiye’nin elini güçlendirebilir. İsrail’le ilişkilerin neredeyse sıfır düzeyinde olması Türkiye’nin etkisini sınırlıyor. Müslüman Kardeşler’den Mursi’nin bile konuştuğu İsrail’le ilişkileri onarmanın zamanıdır. İsrail saldırılarını Batı’nın ‘mazur görmesi’ kabul edilmez. Ancak bunun üzerinden Batı karşıtlığını pompalamak, Batı’ya tümüyle bunu fatura etmek de doğru değil. Batı’da da Gazze için duyarlı insanların, siyasetçilerin bulunduğunu bilmeliyiz. İnsanlık kimsenin tekelinde değil; ‘bizim bile’! Dört yıl önce barış için otostopla İtalya’dan Filistin’e gelinlik kıyafetiyle giderken tecavüze uğrayıp öldürülen Pippa Bacca’yı hatırlamak lazım. Ölümüyle sonuçlanan o iğrenç şey Türkiye’de başına gelmişti Bacca’nın. Mavi Marmara ile Gazze’ye yardım götürenler arasında 150’ye yakın Batılı insan hakları aktivistinin olduğunu da biliyoruz. Bir yandan NATO’dan Patriot füzeleri istemek, öte yandan Batı karşıtlığını kaşımak olmaz.

 

İhsan Dağı

http://beta.zaman.com.tr/columnistDetail_getNewsById.action?newsId=2019588&columnistId=1158

 

 

 

  • Bazıları zanneder ki, Arap ülkeleri İsrail’in, İsrail de tüm Arap ülkelerinin düşmanıdır! Oysa kazın ayağı hiç öyle değil.

 

 

 

Gazze, Filistin ve Türkiye’den sorumlu Hariciye Nazırı Davutoğlu Ahmet, Gazze’ye gidip ağlama pozları veriyor, yandaş medya bize bunları kakalıyor.

Bu adamın ülkemizde toprağa verilen şehitlerimiz için bir gün olsun ağladığına tanık olmadık. Niye ağlasın, onlar İsrail’in öldürdüğü Arap militanlar değil ki!

İsrail, avuç içi kadar bir ülke. Nüfusu sadece sekiz milyon. Yüzölçümü 28 binkilometrekare.

Komşularının tümü, Lübnan’ın bir bölümü hariç Arap ülkeleri. Mısır, Ürdün, Suriye.

Bazıları zanneder ki, Arap ülkeleri İsrail’in, İsrail de tüm Arap ülkelerinin düşmanıdır! Oysa kazın ayağı hiç öyle değil.

Pek çok Arap ülkesi, açıktan söylemesi mümkün olmasa bile İsrail’in dostu. Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır gibi bazıları İsrail’e en büyük kolaylıkları sağlıyor. Bazıları para ve silah yardımı yapıyor.

Bu küçücük Yahudi Devleti, Arap ülkeleriyle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor, gerektiğinde saldırıyor, savaşıyor ve kazanıyor…

Çünkü adamlar devlet olmuşlar, palavrayla zaman kaybetmiyorlar. Almışlar arkalarına ABD desteğini, her konuda gereken neyse onu yapıyorlar. Adam kaçırma, adam satın alma ve cinayet dahil.

Son olarak yeni bir Gazze savaşı çıktı. İki taraf birbirine saldırdı ve ABD’nin devreye girmesiyle ateşkes ilan edildi. Yakında başlayacak yeni bir savaşa kadar!..

İşte bu aşamada bizim Hariciye Nazırı, Gazze’ye gidip ağlama numaralarına yattı, Tayyip iç siyasette Yahudi düşmanlığını gıdıklamak için nutuklar attı.

 

Emin Çölaşan

http://sozcu.com.tr/mossad.html

 

 

  • “İsrail’deki faşist hükümet gitmedikçe bu savaş bitmez”, “Hıristiyanlar ve Yahudiler hep Müslümanları yok etmek ister”, “İsrail bir terörist devlettir” türü içi boş kalıplarla “Gazze meselesine” yaklaşırsak, elimizdeki tek çözüm “İsrail Devleti’nin yok edilmesi mücadelesi”ne dönüşür.”

 

 

Her savaşın mutlak mağlupları o savaşın çıkmasında hiçbir günahı olmayan çocuklar, kadınlar ve gençlerdir. Gazze’de de bir kez daha onlar kaybediyor!

Ancak, buradan hareketle Gazze’de yaşanan dramı adeta İsrail’in zevk için insan öldürdüğü zehabı ile tartışırsak her şeyden evvel Türkiye’ye zarar veririz. Eğer, bölgemizdeki savaşlara “din ve mezhep farkları” gibi duyguların körüklediği dürbünlerle bakmaya  çalışırsak, ülkemiz için en doğru kararı vermekte zorlanırız. “İsrail’deki faşist hükümet gitmedikçe bu savaş bitmez”, “Hıristiyanlar ve Yahudiler hep Müslümanları yok etmek ister”, “İsrail bir terörist devlettir” türü içi boş kalıplarla “Gazze meselesine” yaklaşırsak, elimizdeki tek çözüm “İsrail Devleti’nin yok edilmesi mücadelesi”ne dönüşür. Bu yaklaşım da koskoca bir milleti yok etme gayretidir ki insanlıkla alakası yoktur. Üstelik, İsrail’i yok etmeye Türkiye’nin gücünün yetmeyeceğini Fırat’taki kör ve sağır çoban bile bilir.

 

Cüneyt Ülsever

http://www.yurtgazetesi.com.tr/gazzede-ne-oluyor-makale,2621.html

 

 

 

  • Bölgeyi, Osmanlı İmparatorluğu mirasının kırık aynasındaki yansımalar üzerinden kavramaya çalışan Erdoğan - Davutoğlu yönetimi, kendilerini olayların gerisinde, izleyici konumda kalmaktan kurtaramadılar

 

Ne yazık ki AKP Türkiyesi’ni de kaybedenler arasında saymamız gerekiyor. Bölgeyi, Osmanlı İmparatorluğu mirasının kırık aynasındaki yansımalar üzerinden kavramaya çalışan Erdoğan - Davutoğlu yönetimi, kendilerini olayların gerisinde, izleyici konumda kalmaktan kurtaramadılar. İsrail’in Gazze saldırısı birçok şeyin yanı sıra Filistin sorununun, hatta sanırım bölgenin, bu andaki gerçeğini de ortaya koydu. Burası bir “Arap dünyası”dır. Burada, bir stratejik derinliğe gerçekten sahip bir ülke varsa, bu yaygın örgütsel bağlara ve gerek tarihsel olarak, gerekse de modern zamanlarda, Arap kimliği açısından kültürel çekim merkezi olma özelliğine sahip Müslüman Kardeşler akımının Mısırı’dır.

Ortadoğu kaleydoskopundaki yeni resme bakınca akla ister istemez, “Ateşkes sürecinden barış sürecine geçilebilir mi” sorusu geliyor.

Eğer İsrail Mısır’da Mübarek’in devrilmesi, Ürdün’de istikrarın sarsılmaya başlaması, Hamas’a verilen diplomatik destek, İran’ın etkisi gerilerken ve ABD oyun kurucu olarak bölgeye dönerken, İsrail’e koyduğu sınırları doğru okuyabilirse; Hamas da Gazze’ye hâkim olabildiğini, uzun süreli ateşkese hazır olduğunu kanıtlarsa, bu iki ülke arasında, bu yeni stratejik ortamda, barış olasılığına açılabilecek yeni bir müzakere süreci başlayabilir.

“Barış”ın önündeki engellerse hâlâ ortada duruyor: Kudüs’ün statüsü, İsrail’in 1967 sınırlarına çekilmesi- dolayısıyla nüfusu 500 bine ulaşan yerleşimcilerin bu sınırlarda yaşamayı kabul etmesi, nihayet, 1948’de sürgün edilenlerin geri gelmesi. Bunlar, bu halleriyle, İsrail açısından yaşamsal tehdit kabul edildikleri için, neredeyse aşılamaz engeller. Ama bir taraftan, Filistin yönetiminin Birleşmiş Milletler’de gözlemci statüsü elde etmesi, öbür taraftan İsrail’in katılmayı kabul edeceği, Hamas’ı da içeren bir müzakere süreci eğerlendirilebilirse, belki zaman içinde barış koşulları da oluşabilir.

Ancak burası Ortadoğu; daha resim doğru dürüst şekillenmeden kaleydoskop yeniden dönebiliyor, Mısır’da Mursi’nin kendini adeta “firavun” ilan etmesine karşı başlayan protesto eylemleri gibi...

 

Ergin Yıldızoğlu

http://cumhuriyet.com.tr/?hn=380940&kn=58&ka=4&kb=58

 

 

  • Ortadoğu'da bir ateşkesin de Türkiye ile İsrail arasında imzalanma zamanıdır.

 

 

ABD'nin Gazze'deki tavrı, ikinci döneminde Obama'nın İsrail'e sert tavır takınacağı beklentisi içerisinde olanları şaşırttı. Oysa bu sütunun düzenli okurları, ortada şaşılacak bir durum olmadığını gayet iyi bilir. Başkan Obama, ABD'nin geleneksel İsrail yanlısı politikasında kaydadeğer bir değişiklik yap(a)madı. Amerikan iç siyasetindeki İsrail lehine dengeler değişmediği ve ABD bölgede derin bir stratejik zarara uğramadığı sürece, görünür gelecekte böyle bir ihtimal de bulunmuyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun başkanlık seçimlerinde Romney'ye oynamış olması, kimseyi yanıltmasın. İsrail Araplarla (ya da Türklerle) çatıştığında Washington, hükümetlerden bağımsız olarak, kendini Yahudi dostlarının yanında konumlandırıyor. Tıpkı Mavi Marmara olayı gibi, son Gazze krizi de kaideyi bozmadı. İsrail'in Hamas roketlerine nazaran kat kat fazla sivil kaybına yol açan hava saldırılarına Obama yönetimi “meşru müdafaa” diyerek arka çıktı. Zaten Hamas roketlerinden İsrail'i koruyan Amerikan menşeli Demir Kubbe (Iron Dome) savunma sistemine geçen yaz ekstra 70 milyon dolarlık katkı vererek genişleten de Obama'nın ta kendisi.

Gazze krizi, Ankara'nın Washington açısından stratejik değerini olumsuz etkiledi. Başbakan Erdoğan'ın İsrail'e “terörist devlet” gibi aşırı sert ifadelerle tepki koyması ve açıktan Obama'yı eleştirmesi, Türkiye'nin sahne gerisine itilmesiyle sonuçlandı. Obama'nın elçisi Clinton, Kahire'ye uğrarken Ankara'yı es geçti. Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, makul ve etkili Müslüman oyuncu boşluğunu ülkesi lehine iyi değerlendirdi. Ateşkesteki hayati arabuluculuk rolüyle stratejik puanların çoğunu hanesine yazdırdı. Obama, kriz süresince Erdoğan'la bir, Mursi'yle altı kez telefonla görüştü. Mısır'ın Türkiye'den farklı olarak sadece Hamas'la değil, İsrail'le de muayyen ölçüde konuşabiliyor olması işe yaradı. Kahire Hamas'ı, Washington İsrail'i tavize ikna etti. Ve neticede savaş büyümeden dondurucuya alındı.

...

Arap Baharı süreci, ABD'nin stratejik ve yeri geldiğinde askerî desteği olmaksızın bölgedeki baskıcı rejimlerin kolay kolay yıkılmadığını, reform hamlelerininse güdük kaldığını gösterdi. Değişim dalgasının yanında konumlanan Ankara, önceleri sırf bölgesel aktörlerle işlerin kotarılabileceğini düşünmüştü. Sonradan en azından perde arkasında ABD'yle yola devamın daha pratik olduğunu görmeye başladı. İsrail'le kavgalıyken Türkiye'nin ABD'yle yürümesi ve bölgedeki çıkarlarını garantilemesi ise zor. Zira Filistin'deki her volkan patlamasında -ki ateşkes, yanardağın faaliyetlerini durdurduğu manasına gelmiyor- Türk-Amerikan mekanizmasının insicamı da bozuluyor. “Obama nasılsa bizden” efsanesi Türkiye'yi hedeflerine taşıyamaz. Ortadoğu'da bir ateşkesin de Türkiye ile İsrail arasında imzalanma zamanıdır.

 

Ali H.Aslan

http://beta.zaman.com.tr/columnistDetail_getNewsById.action?newsId=2020781&columnistId=1027

 

 

 

  • Demir Kubbe’den sonra sıra Davud’un Sapanı da artık gündeme gelmiş bulunuyor

 

Son 5 yıldır üzerinde çalışılan Davud’un Sapanı da aynen Demir Kubbe ve benzerleri gibi özel bir takip radarı ve buna bağlı imha edici çok hızlı bir roket bataryasından meydana geliyor. Radar İsrailli Rafael şirketi; Stunner adı verilen imha edici roket sistemi ise Amerikan Raytheon şirketi tarafından geliştiriliyor. Stunner füzeleri hem balistik füzelere hem roketlere hem de uçaklara karşı kullanılabilecek son derece hızlı füzeler. Esasen, Davud’un Sapanı bugün bizim gündemimizde olan Patriot hava savunma sistemlerine benzer bir sistem. Patriotlar da zaten hem füze hem roket hem de uçaklara karşı kullanılan sistemler.

 

Bugün sözünü ettiğim Davud’un Sapanı’ndan ben bu köşede 2 yıl kadar önce de söz etmiştim. Bugün yeniden bu konuya dönmemin sebebi de bu sistemin yakında çok kritik bir denemesinin yapılacak olmasından dolayı.

İsrail’in güneyinde yakında yapılacağı söylenen bu denemede sistemin maket bir orta menzilli füzeyi vurması denenecek. Elbette bu arada sistemin tamamının performansı da denenmiş olacak. Deneme başarılı olduğu takdirde İsrail biraz rahatlamış olacak. Hem Rafael hem de Raytheon şirketlerinin prestijleri de elbette artacak. Bu deneme ve muhtemelen bundan sonraki denemelerde de başarı görülürse sistemin 2014 yılında operasyonel hale gelmesi planlanıyor. O zaman İsrail, Hizbullah füzelerine karşı da Demir Kubbe benzeri bir savunma sistemine sahip olmuş olacak. İsrail’in hedefi böyle.

Demir Kubbe’den sonra sıra Davud’un Sapanı da artık gündeme gelmiş bulunuyor. Ben de bunu bugünden haber veriyorum.

 

Fikret Ertan

http://beta.zaman.com.tr/columnistDetail_getNewsById.action?newsId=2020780&columnistId=1033

 

 

 

  • Gazze Şeridi’nden fırlatılan, çıkardığı gürültü kadar etkili olmayan füzelerle yürütülen saldırıların herhangi bir meşruiyeti olmadığı, İsrail’in elini güçlendirmekten başka bir işlev görmediği de açık

 

 

Hamas’ın mülteci lideri Halid Meşal, her ne kadar “İsrail’in Gazze macerasının başarısızlıkla sona erdiğini ve Allah’a şükürler olsun, Filistinlilerin ona dayattığı koşulları kabul etmek zorunda kaldığını” iddia etse de, bu sözlere Gazzelilerin samimiyetle inandıklarını düşünmek zor. Ama Hamas da aldığı yaralara rağmen, bu savaştan kısmen kazanarak çıktı. Önce dolaylı biçimde İsrail’in muhatabı olduğunu tescil ettirdi. Ayrıca Hamas yönetiminin de denetlemekte zorlandığı askeri kanadının başındaki Ahmed Caberi’nin öldürülmüş olması, Meşal’in elini rahatlattı. Üçüncüsü Hamas’ın rekabette olduğu İslami Cihad’a karşı uluslararası planda mevzi kazanmasını sağladı.

Bu savaşın siyasal olarak en büyük kaybedeni, artık sadece Batı Şeria’da varlığını sürdüren Filistin Otoritesi ve Mahmud Abbas oldu. Bu da hem Hamas’ı hem de Filistin sorununu Gazze ve Batı Şeria’dan bütün Arapları sürerek bitirmenin gerçek nihai çözüm olduğuna inanan gözü dönmüş İsrailli ırkçı-milliyetçilerin önemli bir kazanımı. Filistin Otoritesi’nin Birleşmiş Milletler’de “üye olmayan devlet” statüsü elde etmesinin oylanmasının arefesinde, büyük bir prestij kaybı yaşadı Mahmud Abbas. Bu prestij kaybı oylamanın olumsuz sonuçlanmasına yol açarsa, bu da İsrail ve Hamas’ın kazanım hanelerine yazılacak. Sanki bunu öngörür gibi, ateşkesin yürürlüğe girmesinden hemen sonra İsrail bu kez Batı Şeria’da 55 Filistinliyi terörist suçlamasıyla tutukladı.

Bugüne kadar İsrail’de iktidara gelmiş, ırkçı tınıları, milliyetçiliği ve en radikal sağ eğilimleri en yüksek hükümet olan Netanyahu hükümetinin Batı’da pek itibarı yok. Ama Gazze Şeridi’nden fırlatılan, çıkardığı gürültü kadar etkili olmayan füzelerle yürütülen saldırıların herhangi bir meşruiyeti olmadığı, İsrail’in elini güçlendirmekten başka bir işlev görmediği de açık. Hele İran yapımı daha uzun menzilli füzeler devreye girdiğinden beri. İsrail devleti yöneticilerinin bariz biçimde savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlediklerini kabul edip, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin bir biçimde devreye girmesinin elzem olduğunu söylerken, Gazze’den körlemesine İsrail topraklarına doğru füze ateşleyenlerin de İsrail halkını terörize etme amaçlı eylem yapan kişiler olduğunu teslim etmek gerekiyor.

 

Ahmet İnsel

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1109193&CategoryID=42

 

 

 

  • “Arap dünyasında çok iyi bilinen, günlük anti-İsrail dile, ilkelere ve temalara kendilerini nüanssız biçimde öyle bir kaptırdılar ki, Arap-İsrail oyununda kendilerine oynamaya imkân verecek yer bırakmadılar.”

 

 

Steven Cook’a ve yazısının son iki paragrafına dönelim:

“AKP yönetimi altında Ankara’nın amaçlarına bakıldığında, İsrail’le ilişkilerin soğuması alınması akla uygun bir pozisyondu. Ama Türkler dönmelerin (yani son katılanların) ruhuna sahipmiş gibi göründüler. Arap dünyasında çok iyi bilinen, günlük anti-İsrail dile, ilkelere ve temalara kendilerini nüanssız biçimde öyle bir kaptırdılar ki, Arap-İsrail oyununda kendilerine oynamaya imkân verecek yer bırakmadılar. Mısır, Ürdün, Katar ve Suudi hükümetleri kamusal alanda İsrail’e sert eleştiri yöneltme konusunda uzun bir tarihe sahiptirler ama bölgesel krizleri yönetebilme ve kendi çıkarlarını güdebilme bakımından iletişim hatlarını hep açık tutmayı becermişlerdir. İsraillilerle köprüleri yakmaya hevesli gözüken Türkler, pek böyle görünmüyorlar.

İsrail’in gaddarlığına gırtlağınızı şişirerek tepki koymak, Arap dünyasında iyi yankılandı ve Türkiye’nin liderini ‘Arap Sokağı’nın kralı’ yaptı. Ama İsrail hava saldırılarının durdurulması için hiçbir şey yapabilmiş olmadı. Çifte ironi şimdi o ki, anti-Siyonist özellikleri tartışılamaz olan Mursi, Mısır’ı tekrar haritanın üzerine yerleştiren diplomatik sorun çözücü olarak ortaya çıkarken Erdoğan’ın Türkiyesi bir kez daha bölgesel olayların sadece bir izleyicisi durumuna itildi.”

Bu, değerlendirme doğru mu? Bence, önemli ölçüde doğru.

Peki, yanlış olması ihtimali yok mu?

Olsa bile, Halid Meşal’ın Tayyip Erdoğan’a gönderdiği cilası bol teşekkür mektubu, söz konusu değerlendirmenin yanlışlığını ortaya koymuyor, tam tersine doğruluyor. Son paragrafı bir daha okursanız, anlarsınız.

Türkiye, niye bu ‘kayma’yı gösterdi derseniz; birkaç aydır, avazı çıktığı kadar bağırmayı, önüne gelene, Abdullah Gül’den Obama’ya, Roboski-Uludere’de evladını yitirmiş gariban Kürt vatandaşından ‘Muhteşem Süleyman’ televizyon dizisinin yapımcılarına ve gösterildiği kanalın patronuna kadar ‘ayar vermeyi’ temel siyaseti haline dönüştürmüş bir başbakanı var da onun için; cevabını verebiliriz.

İç politikada insanları güvenlik gücü ve ikide bir suç duyurusu yaptığınız yargı marifetiyle belki sindirebilirsiniz ama bağırıp çağırmanın ‘dış politika dinamiği’ oluşturması tarihte görülmemiştir.

Bağırarak, onu bunu azarlayarak ‘bölge lideri’ olunmuyor.

‘Muhteşem Süleyman’ da öyle değildi zaten. O hem, bir yasa koyucu yani ‘Kanuni’ idi hem de Hürrem’e aşk şiirleri de olmak üzere, büyük edebi değer taşıyan şiirler kaleme almış bir şair, ‘Muhibbi’ idi.

İşi gücü, siyaseti; bağırıp çağırmak, onu bunu azarlamak değildi…

 

Cengiz Çandar

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1109541&Yazar=CENGIZ-CANDAR&CategoryID=98

 

 

 

  • “İsrail’e gittiğimde benim Türkiye’den bir Musevi olduğumu öğrenen taksi şoförleri, “Antalya’yı çok özledik. Netanyahu seçimi kaybetse de bize Antalya kapısı yeniden açılsa” diyorlar.”

 

 

JAK Kamhi’nin hangi sıklıkta İsrail’e gittiğini merak ettim:

- Yılda en az 2-3 kez İsrail’e giderim. Türkiye ile yaşanan gerginlikten sokaktaki İsrailli hiç memnun değil.

Taksi şoförleriyle yaptığı sohbetlerden örnek aktardı:

- İsrail’e gittiğimde benim Türkiye’den bir Musevi olduğumu öğrenen taksi şoförleri, “Antalya’yı çok özledik. Netanyahu seçimi kaybetse de bize Antalya kapısı yeniden açılsa” diyorlar.

Jak Kamhi ile sohbet ederken kısa süre önce Londra’daki Turizm Fuarı’nda İsrail’den Türkiye’ye turist getiren Easy Travel’in CEO’su İzi Madem’in Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Özgür Özarslan’a dert yanışını anımsadım:

- Sayın Müsteşarım, İsrail’den Türkiye’ye gelen turist sayısı 500 binden 50 bine kadar indi. Ne zaman eski günlere dönebileceğiz? Turizmi siyasi gerginlikten arındırma yolunu bulamaz mıyız?

Bu ayrıntıyı aktardıktan sonra Jak Kamhi’ye sordum:

- Netanyahu, gelecek seçimleri kazanabilir mi?

- Netanyahu, Türkiye’ye dönük bütün hataları içerdeki seçim hesapları nedeniyle yapıyor. Gerginliğin kendisine daha fazla oy kazandıracağını düşünüyor ama yanılıyor. Bu kez seçimi kaybetme ihtimali yüksek.

 

Vahap Munyar

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/22007337.asp

 

 

 

 

  • Netten okumalar

 

  • Pastırma - ETGAR KERET

 

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1109229&CategoryID=41

 

 

  • Hani Ortadoğu’yu biz inşa edecektik!..- Uğur Dündar

 

http://sozcu.com.tr/hani-ortadoguyu-biz-insa-edecektik.html

 

 

  • İsrail'in kuruluş, Filistin devletinin kurulamayış hikâyesi – Ayşe Hür

 

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1109276&Yazar=AYSE-HUR&CategoryID=97

 

 

  • Osmanlı ordusunda görevli Edirne’li Abafur Rafael Yitshak Kaneti – Cengiz Bulut

 

http://www.edirnetarihi.com/edirneli-abafur-rafael-yitshak-kaneti.html?fb_ref=wp&fb_source=group

 

 

  • Kafaya bak; 'Her şey İsrail malıymış'

 

http://www.timeturk.com/tr/2012/11/24/kafaya-bak-her-sey-israil-maliymis.html

 

 

  • Çabuk girdim havaya.. Çift el daldım kovaya.. – Selahattin Duman

 

http://haber.gazetevatan.com/cabuk-girdim-havaya-cift-el-daldim-kovaya/494946/4/Yazarlar/1

 

 

  • Çocuk Katilleri ve Masum Çocuk katilleri – Burak Bekdil

 

http://www.hasturktv.com/anti_semitizm/4995.htm

  • Başımıza füze yağdırma Allahım _ Akif Beki

 

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1109145&Yazar=AKIF-BEKI&CategoryID=98

 

 

  • Gazze ve Kürdistan – Halil Berktay

 

http://www.duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=11944

 

 

  • Gazze'de Neler Oluyor - Cengiz Koyuncu

 

http://www.haberx.com/gazzede_neler_oluyor(19,w,12418,125).aspx

 

 

  • İsrail, Gazze'ye robotlarla girerse...- Emre Kızılkaya

 

http://www.hurriyet.com.tr/planet/21994975.asp

 

 

  • Gazzeli Halil'e mektup

 

http://www.hasturktv.com/teror/4991.htm

 

 

  • Bilimde 22 Arap ülkesi bir İsrail etmiyor – Emre Aköz

 

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/akoz/2012/11/23/bilimde-22-arap-ulkesi-bir-israil-etmiyor

 

 

  • İsrail-Türkiye savaşı ve Armageddon – Serdar Turgut

 

http://www.haberturk.com/yazarlar/serdar-turgut/796338-israil-turkiye-savasi-ve-armageddon

 

 

  • Gazze saldırısının öteki yüzü – Deniz Ülke Arıboğan

 

http://www.aksam.com.tr/gazze-saldirisinin-oteki-yuzu-8385y.html

  • Başbakan ‘elle’ nasıl düzeltecek? – Mehmet Y.Yılmaz

 

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21984426.asp

 

  • Hepsine 'Siyasi Öcü' rozeti taktım – Ezgi Başaran

 

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1108704&Yazar=EZGI-BASARAN&CategoryID=97

 

 

  • Ateşkes Mursi'yi Mübarekleştirir mi? – Fehim Taştekin

 

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1109009&Yazar=FEHIM-TASTEKIN&CategoryID=100

 

 

  • Gazze savaşının görünmeyen yüzü – Selami İnce

 

http://www.birgun.net/writer_index.php?category_code=1321281411&news_code=1353229649&year=2012&month=11&day=18

 

 

  • Modern Dünyanın Tüm Olumsuzluklarını Antisemitizm’e Dönüştürme Fırsatçılığı

 

http://cengizchefikir.blogspot.com/2012/11/modern-dunyann-tum-olumsuzluklarn.html#!/2012/11/modern-dunyann-tum-olumsuzluklarn.html

 

 

  • SAVAŞ BİTTİ (Mİ?)- TUFAN ERBARIŞTIRAN

 

http://www.hasturktv.com/turkiyede_bugun/5005.htm

 

 

  • İsrail kaslarını esnetiyor – Ferid Zekeriya

 

http://haber.stargazete.com/yazar/israil-kaslarini-esnetiyor/yazi-706923

 

  • Kazananı olmayan savaş –Ömer Taşpınar

 

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/taspinar/2012/11/26/kazanani-olmayan-savas

  • Mısır’a bakıp ah çekmek – Soli Özel

 

http://www.haberturk.com/yazarlar/soli-ozel/797338-misira-bakip-ah-cekmek

 

 

  • İsrail, Gazze ve Terör: Uzun bir Savaşa Kısa Notlar – Faruk Ekmekçi

 

http://www.ankarastrateji.org/yazar/yrd-doc-dr-faruk-ekmekci/israil-gazze-ve-teror-uzun-bir-savasa-kisa-notlar/

 

 

  • Amerikan medyası ve İsrail – Serdar Karagöz

 

http://www.usasabah.com/Yazarlar/Serdar_Karagoz/2012/11/22/amerikan-medyasi-ve-israil

 

 

  • İki Farklı Açıdan İsrail Sorunu: İnsan Gözüyle ve Stratejist Olarak - Doç. Dr. Haluk Özdemir

 

http://www.ankarastrateji.org/yazar/doc-dr-haluk-ozdemir/iki-farkli-acidan-israil-sorunu-insan-gozuyle-ve-stratejist-olarak/