Ülkü Süngün Almanya’da yaşayan bir Türk vatandaşı… Stuttgart kent merkezindeki ünlü Killesberg Parkı’na bir Holokost anıtı yapılması amacıyla düzenlenen yarışmada projesi birinci seçildi. Stuttgart Yahudileri’nin ölüm kamplarına gönderilmeden toplandıkları parkta bahar aylarından itibaren Süngün’ün Holokost anıtı yer alacak
Almanya’da birinci seçilen ve yapımına başlanan Holokost anıtı projesinin sahibi Ülkü Süngün ile gazetemiz ofisinde buluştuk. Söyleşimiz sırasında Ülkü Süngün kendini bu anıt projesinin içinde nasıl bulduğunu, hazırlanma sürecinde edindiği birikimleri bizlerle paylaştı.
Ülkü Süngün küçük yaşta ailesi ile Almanya’ya gitti. Birkaç yıl ailece orada kaldıktan sonra Türkiye’ye dönüp eğitimine Alman Lisesi’nde devam etti. Ardından üniversitede kimya mühendisliği okumaya başladıysa da aklında hep yurt dışında yaşamak vardı. Ailesini ikna edip Almanya’da kimya mühendisliğine sıfırdan başladı. Ülkü Süngün mezun olduktan sonra bu meslekte çalıştı, ancak bir süre sonra sanata ilgisi ağır bastı. Yarım gün çalıştı, yarım gün güzel sanatlarda heykeltıraşlık okumaya başladı. Bu arada evlendi, çocukları oldu, beş yıl her şeyden uzak kaldı.
Bir süre kimya mühendisi olarak profesyonel çalışma, çocuklar, ev, heykeltıraşlık eğitimi hepsini bir arada götürdü. Sonuçta profesyonel yaşamına son verip sadece sanata, heykeltıraşlığa yönelmeye karar verdi. Holokost anıtı proje yarışmasında eserinin birinci seçilmiş olmasının öyküsünü Ülkü Süngün’den dinleyelim:
“1941 yılının Aralık ayında Stuttgart Yahudi Cemaati’ne mektup yollanmış, aralarından seçecekleri bin kişinin şehrin merkezindeki Killesberg Parkı’na gelmesi söylenmiş. Bu ilk sürgündü. İkincisi 26 Nisan 1942’de, üçüncüsü de aynı yılın ağustos ayının 22’sinde. Yaklaşık 6 bin Yahudi’nin kamplara sürülmesinin ardından Stuttgart kenti ‘Juden Frei’ yani Yahudilerden temizlenmiş sayılıyordu. Ne kadar mükemmel organize olduklarını kanıtlamak için de Almanlar Yahudilerin sürgün öncesi parkta toplanmalarını filme çekmişler.
Renk renk çiçekleri ile bu park çok güzel bir yerdir, Stuttgart’ın gözdesi diyebilirim, herkes dinlenmeye, temiz hava almaya gelir. İşte bu güzelliğin arkasında maalesef karanlık ve çirkin bir gerçek vardır ki bu da Yahudilerin burada toplanıp kamplara gönderilmiş olmalarıdır. Savaş sonrasında uzun bir suskunluğun ardından bu kentte hayatta kalmış Yahudilerin önerisi ile 1962 yılında bu kampa bir basit bir anıt dikildi.
Civardaki kiliseye bağlı bir cemaatin teklifi ile 1991’den beri her yıl, ilk kafilenin sürgün edildiği tarihte, bu anıtın önünde küçük bir anma töreni yapılıyor. Yine bu cemaatin ileri gelenleri 2010 yılında üniversiteye başvurarak, mevcut anıtın yeterince anlam taşımadığını, bu parkın tarihi önemini vurgulayacak önemli değişiklikler yapmak istediklerini söylediler. Bireysel veya kurumsal bazda yapılacak araştırmalar için maddi kaynak sağladılar.
Ben bu konuyu çok ciddiye aldım. Holokost konusunda çok okudum, röportajlar yaptım, emek verdim, yakından uzaktan ilgisi olabilecek kişi ve kurumlarla görüşmeler yaptım. Bunun sonucunda bir eser geliştirdim. Bu eser birinci seçildi.”
Projenden söz eder misin?
“İlk beşe seçildikten sonra fikrimi ifade ettiğim bir taslak ve yazı hazırladım. Çok beğenildi ve eserim birinci seçildi. Bu heykelin o parka yapılabilmesi için bağışlar toplandı. Konsept çok basit aslında. Ortada yok olmuş bir toplum vardı, yok olmuş bir şeyi nasıl ifade edebilirdim? Bunun için ben kendimi de ortaya koydum, çünkü benim neslimin de Holokost’a yaklaşımını da kapsamalıydı çalışmam.
Parkta mevcut anıtın üzerindeki yazılarda yer alan insan sayısını temel aldım. Yani var olmayan bir insan topluluğunun sayı ile ifadesi. İnsan merak ediyor bu kadar insan o mekânda toplandı da kimse görmedi mi onları? Onların ayak seslerini kimse duymadı mı? Bu kadar insan acaba bu parkta toplandıklarında yan yana ne kadar alan kaplıyorlardı diye düşündüm. Kendi omuz boyumu temel alarak, ne kadar alanda durmak isterdim, minimum ne kadar yer kaplardım diye düşündüm. Benim omuz boyum kadar yerde bir çember hayal edip bunu altı binle çarptım. Ve bu alanı belirlemek için yere çok büyük bir çember koydum. Eski anıtı da içinde barındıracak projenin iki farklı yönde uzanacak yolların belli bir noktasında da birer temsili taş olacak. Bu taşların üzerinde de bilgilendirici yazılar yer alacak.”
Proje ne zaman gerçeğe dönüşecek?
“Şimdi mimarlar gerekli çalışmaları yapıyorlar. Mart veya nisan ayında Killesberg Parkı’nda kurulacak.”
Holokost anıtı projesi basına yansıdı mı?
“Stuttgart’ın yerel gazeteleri çok ilgi gösterdi. Birçok kurumdan maddi destek gördü. Onlara en ilginç gelen de bu eserin bir Türk vatandaşına ait olması. Ben bu şekilde Alman toplumuna dâhil olmuş oluyorum. Aslına bakarsanız bu benim geçmişim değil, benim ne alakam var diye düşünülebilir. Ama tam tersine, ben bunu kendi sorunum haline getirip Almanlarla özdeşleşmiş oluyorum.
Şunu vurgulamak istiyorum: Holokost’u anma Almanlarda belli bir kültür haline geldi. Yani eğitimlerinin ve benliklerinin bir parçası… Ben de bu konu ile çok yakından ilgilendim. Benim geçmişim değil ama yaşadığım ülkenin geçmişinin çok önemli bir parçası Holokost. Bu birikimlerle oluyor. Peki, benim birikimim ne? Türk tarihi… Bir taraftan Selahattin Ülkümen ile gurur duyarken diğer taraftan Struma gemisi olayındaki devletin tutumu.”
Bu yarışma sana ne kazandırdı?
“Benim projem gerçekleşmeseydi ne olurdu? Tabii ki eserimin hayata geçirilecek olması beni çok mutlu etti. Almanya’da demokrasi ve insan hakları konusunda faal olan bir kurum var. Savaştan sonra bu konulara eğilmek Almanlar için çok önemli bir görev. Bu kurumla ilişkili olarak önümüzdeki kasım ayından itibaren onların gerçekleştirdiği bir projede bir okulda görev yapacağım.”
Almanya’nın etnik olarak değişmekte olan bir toplum yapısı var. Bu durumda Holokost eğitimi nasıl veriliyor?
“Almanya’nın sorunu bu… Türklerin sayısı ve Rusya’dan göçler artıyor. Bu yeni topluma Holokost olayını nasıl anlatacaksınız. Bu olayı yaşamış ve görmüş olanların konuşmalarından insanlar tabii ki çok etkileniyor. Ama bu kişiler giderek yok olunca, bu konu nasıl iletilecek insanlara? Belki de bunu hiç bilmek istemeyen nesiller yetişecek. Bu durum Almanya’da büyük bir soru işareti…”