Yazımızın başlığı olan ünlü söz kime ait dersiniz, sevgili okurlar? Einstein’a. Tam olarak öyle mi demiş? Hayır. 21 Mart 1942 tarihli bir mektubunda şöyle yazmış: “Tanrı’nın elindeki oyun kâğıtlarına çaktırmadan göz atmak zor gibi görünüyor. Ancak O’nun zar attığına ve ‘telepatik’ yöntemler kullandığına bir an bile inanmam mümkün değil.” Peki, Einstein bu sözleriyle ne demek istemiş acaba?
İnsan Einstein gibi dâhi olunca, sadece arkadaş ve meslektaşlarına söylediklerinden ve onlara yazdıklarından bile kitaplar dolusu malzeme çıkar. Bir de özlü sözleriyle tam olarak neyi kastettiğine gelince, iş daha da zorlaşır. Birkaç örnek ister misiniz?
Doğa bize aslanın yalnızca kuyruğunu gösterir. Muazzam boyutları yüzünden bir anda görünemese de (aslan yani), aslanın o kuyruğa ait olduğu konusunda hiçbir kuşkum yok.
Gel çık işin içinden... Neyse ki konumuz Einstein’in bu sözü değil. Ama yine de birkaç sözünü daha sizlerle paylaşmak istiyorum. Rölativite konusunda şöyle demiş mesela:
“Bir erkek güzel bir kızla bir saat baş başa oturursa, bu süre ona bir dakika gibi gelir ama bir dakika boyunca sıcak bir sobanın üzerinde oturursa, bir saatten uzunmuş gibi gelir. İzafiyet işte budur.”
İnanç konusunda:
“Tanrı kurnazdır ama kötü niyetli değildir” ve yine aynı dönemde: “Fikir değiştirdim. Tanrı belki de kötü niyetli.”
Hemen alınmayın lütfen. Einstein’in aslında kastettiği şu: “Tanrı, insanların bazı şeyleri anladıklarını sanmalarına imkân tanıyor; oysa ki, insanlar bu şeyleri anlamaktan çok uzak.” Uzun lafın kısası, insan zekâsı O’nun yaptıklarını idrak edebilecek güçte değil.
Başka?
“Tanrı’nın bu dünyayı nasıl yarattığını öğrenmek istiyorum. Benim ilgilendiğim bu veya şu olay ya da element değil. O’nun düşüncelerini bilmek istiyorum. Gerisi ayrıntı.”
“Asıl şunu bilmek isterdim: Tanrı dünyayı başla bir şekilde yaratabilir miydi?”
“Ben Spinoza’nın Tanrısına inanıyorum. Kendini dünyanın kanunlarla işleyen düzeninde gösteren bir Tanrı’ya. İnsanoğlunun kaderi ve yaptıklarıyla ilgilenen bir Tanrı’ya değil.”
Eğitim ve bilim konusunda:
“Aklımda çok fazla bilgi tutmuyorum çünkü bilgi, kitaplarda zaten var. Okul eğitiminin yararı çok öğrenmek değil, aklı çalıştırmaktır.”
“Bilim yoksa, din topaldır. Din yoksa, bilim kördür.” (Bilimsel açıklama peşinde koşanlara saygılarımla)
Şimdi yine en başa geri dönelim ve “Tanrı zar atmaz” sözünün ne anlama gelebileceğini düşünelim. Bir kere Einstein’ın kastettiği kesinlikle kumar değil, doğanın şimdilik ancak Kuantum teorisi ile açıklanabileceğidir.
Ne olur pes etmeyin. Kuantum teorisini bazı mühendisler bile anlamazken, içinden çıkılmaz bir yazı okuyarak vakit kaybedemem demeyin. Ben Sharon Stone değilim (malum kendisi, güzelliğinin yanı sıra, Kuantum fiziği bilmesiyle de ünlü bir hatun) ama bazı konular iyi anlatıldığı takdirde, kafamın bastığı oluyor.
Einstein, Kuantum fiziği hakkında ne demiş, biliyor musunuz? “Kuantum fiziği kesinlikle etkileyici ama içimde bir ses asıl gerçeğin bu olmadığını söylüyor. Teori çok şey diyor ama bizi Tanrı’nın sırlarına yaklaştırmıyor. Ben kendi hesabıma O’nun zar atmadığından eminim.” (Einstein bu “zar atma” konusunu defalarca açmış.)
Buraya kadar anlaşılmayan bir nokta yok umarım, sevgili okurlar. O halde “zar atma” meselesi ile yakından ilgili olan “belirsizlik ilkesi”ni açıklayamaya yeltenebilirim. Her türlü maddenin yapısının atomlardan oluştuğunu biliyoruz. Atomlar da çeşitli parçacıklardan meydana gelir: Ortada bir çekirdek ve etrafında çeşitli yörüngelerde dönen elektronlar vardır. Çok basit bir benzetmeyle, güneş ve onun etrafında dönen gezegenler gibi. Ancak bu örneği gözle görülmeyecek kadar küçük ölçekte düşünün.
Elektronlar dönüyor, dönerken de hızla hareket ediyor. Klasik fizikçilere göre, yani eskiden, herhangi bir elektronun belli bir anda nerede bulunduğunu tespit etmek mümkündü. Ancak bazılarınca “bilimin kralı” diye adlandırılan fizik de değişti, gelişti ve Kuantum fiziği dönemi başladı.
Kuantum fiziğine göre, klasikçilerin iddia ettiğinin tam aksine, bir elektronun hızını ve nerede bulunduğunu belirlemek mümkün değil. Daha doğrusu, hızını ve yerini aynı anda belirlemek -şimdilik- imkânsız. Dolayısıyla fizikçiler “elektron aha şurada” dediğinde, yörüngesini bildikleri halde hızını bilmediklerinden, elektron başka bir yerde de bulunabiliyor.
Sonuç, daha açık bir dille: Elektron, bulunacağı yeri kendi seçiyor. Nasıl? İlginç, değil mi? İşte buna belirsizlik ilkesi deniyor.
Yukarıdaki paragraftaki kilit sözcük nedir sizce? Sizin yerinize cevap vereyim dilerseniz: Seçiyor. Elektron seçiyor.
Burada bir parantez açmama izin verin lütfen. İlk insan Adam, gelecek bütün nesillerin ruhlarını barındırıyordu. Eğer İyi ve Kötüyü Bilme Ağacı’nın meyvesini yemeseydi, evren, amaçlanan mükemmellik seviyesine hemen ulaşacaktı. Ama Adam günah işledi ve barındırdığı bütün kutsal ruhlar dağıldı, iyi ile kötü birbirine karıştı. Tikun dediğimiz, dağılan bu ruhları da toplamayı içerir. Peki ruhlar; suya, toprağa, hayvanlara, bitkilere ve maddeye de yayıldı mı? Kabala’ya göre, evet. Demem o ki, maddenin de ruhu var. Ay nostaljiye kapıldım birden. “Objets inanimés, avez-vous donc une âme qui s’attache à notre âme et la force d’aimer? (Cansız nesneler, ruhumuza bağlanan bir ruhunuz ve sevme gücünüz mü var yoksa? Alfonse Lamartine)
Şimdi asıl konumuza geri dönelim. Kuantum teorisine göre elektronun biri kendine bir yörünge seçerken, başka bir elektron da farklı bir yörünge seçiyor. Yörünge seçenekleri pek çok. Bu seçimin neye dayandığını bilemiyoruz: Tam bir gizem! Mesele de bu zaten: Ortada bir gizem, yani açıklanamayan bir durum olduğunu ve söz konusu durumun “gerçeklik ötesi” niteliğinde olduğunu kabullenmek gerekiyor ki bu, rasyonel düşünen bilim insanı için oldukça zor. Elektronları etkileyen bir “şey” var ama bilim, bu “şeyin” adını koyamıyor.
“Yaşayabileceğimiz en güzel şeydir gizem; çünkü gerçek olan her türlü sanat ve bilimin kaynağı, gizemdir.” Böyle demiş Einstein.
Az önce “elektron seçiyor” dedik ya, bu oldukça muğlak bir ifade. Aslında seçimi kimin veya neyin yaptığını bilmiyoruz. Buna karşılık bildiğimiz şu: Evrende varolan her madde parçacığı (elektron gibi) bazı seçeneklere sahip. Parçacık, insanoğlunun algılama alanının dışında yer alan, yani aklının ermediği bir “şeyin” etkisiyle, fizik kuralları gereğince beklenen şekilde değil, beklenmedik biçimde hareket edebiliyor (ancak yörüngenin dışına çıkamıyor).
Tıpkı insanoğlunun seçimi gibi değil mi, sevgili okurlar. Bizim de önümüzde başlıca iki seçenek ve pek çok alt seçenek var. Yörüngeden ayrılamıyoruz ve ya iyiyi seçiyoruz, ya da kötüyü. Yörüngemiz? Bu dünyadaki yaşantımız. Ayrılınca başka kurallar geçerli ama hangileri, şimdilik meçhul.
Elektronların seçiminin kendileri için iyi ya da kötü olduğuna dair bir bilgimiz yok. Zaten hayatta oynayabilecekleri önemli bir rol da yok. Okuyup yazamazlar, evlenip çoluk çocuk sahibi olamazlar, çalışıp iş güç sahibi olamazlar, çevre gönüllüsü olamazlar... Ancak her şeye rağmen belli bir özgürlüğe sahipler. Düşünebiliyor musunuz, sevgili okurlar? Elinizde tuttuğunuz bardak örneğin, kendi başına ters birtakım hareketler yapıyor ama siz bunun farkında değilsiniz. Bazen “sanki elime biri vurdu, bardak düşüverdi” deriz... Acaba birkaç elektron beklenmedik şekilde hareket etti diye mi? Bilemiyorum açıkçası.
Bir de nesnelerin ortadan kaybolma meselesi var. “Yemin ederim ki, az önce buradaydı” diye söylenerek deli gibi aramaya koyulduğumuz anahtarları mesela, bir türlü bulamayız. “Şeytan aldı götürdü, satamadan getirdi...” I-ıh. Şahsen böyle bir durumda uyguladığım bir formül var. “Eşyaların kendilerini kaybetme hakkına saygı duyuyorum” diyorum ve bir süre aramaktan vazgeçiyorum. Zamanı gelince bazen olmaları gereken, bazen de hiç umulmadık bir yerde ortaya çıkıveriyorlar. Açıklaması?... Yok.
Şimdi Einstein’ın ünlü sözüne geri dönebiliriz. Evrenin cansız bir makine olduğuna ve Yüce Yaratıcı’nın her bir insanın kaderiyle Şahsen ilgilen-me-diğine inanan dâhi bilim adamı “Tanrı zar atmaz” derken, maddenin belli bir özgürlüğe sahip olabileceği fikrini dile getirmiştir.
Umarım zor bir yazı olmamıştır, sevgili okurlar. Ama düşünsenize, ucundan kıyısından da olsa, Kuantum fiziğine el attık!
“Mutlu bir yaşam sürdürmek istiyorsanız insanlara veya nesnelere değil, bir hedefe tutunun.” Öyle demiş üstat.
Kaynaklar:
Kabbalah Sicence and The Meaning of Life, Rav Michael Laitman, Laitman Kabbalah Publishers, 2006
www.worldpress.com/belirsizlik-ilkesi
Estreya Seval Vali
27 Mayıs 2012