Aşkenaz Yahudilerinin Osmanlı topraklarına gelmesi, 14. yy.dan itibaren çeşitli Avrupa ülkelerinde saldırıya uğramaları ve kovulmalarına denk gelir. Bu ülkelerden çıkartılan Aşkenaz Yahudilerinin bir kısmı Doğu’ya, Osmanlı topraklarına geldiler. ‘Kara Ölüm’ olarak bilinen Avrupa’daki veba salgını sonrası yoğunlaşan saldırılar sonrası 15. yy. başlarında birçok Aşkenaz Yahudisi Selânik ve özellikle Edirne’ye yerleşti
1376 yılında I. Louis tarafından Macaristan’dan kovulan bir grup Yahudi Edirne’ye sığındı. Adını Macaristan’daki Budin kentinden almış olan Edirne’deki Budin Sinagogu’nun, bu grup tarafından kurulduğu düşünülmektedir. 1394 yılında Fransa Kralı VI. Charles tarafından Fransa’dan kovulan Yahudilerden bir grup da yine Edirne’ye sığındı.
Moise Franko ‘Osmanlı Yahudilerinin Tarihi’ kitabında, Edirne mezarlığında, üzerinde “burada Rav Moşe Halevi Aşkenazi yatmaktadır. Ölüm tarihi 17 Av 5226 “ (1446 miladi yıla tekabül eder) yazan bir mezar taşından bahsetmekte. Yine aynı kaynağa dayanarak, Edirne’de, iki çok zengin Aşkenaz Yahudisi’nin, David Hakohen ve Kalman’ın adını öğreniyoruz. Aşkenaz toplumunun ileri gelenlerinden olan bu iki kişi Edirne’de yaşayan Aşkenaz toplumunun yüksek refah seviyesi, olabildiğince huzur ve sunulan serbestîlerden ‘Aşkenaz’ ülkelerinde yaşamakta olan dindaşlarının da faydalanabilmeleri için, yine Aşkenaz olan Edirne Hahambaşısı Rav İshak Sarfati’ye bir davet çağrısı yapması önerisinde bulundular. Aynı zamanda Bulgaristan, Rumeli ve Sırbistan’ın da Hahambaşısı olan Rav Sarfati tarafından 1454 yılında kaleme alınan ve aslı halen Bibliotheque Nationale de Paris’te bulunan davet çağrısı yapıldı.
“Almanya’daki dindaşlarımın başına gelen felâketleri, ölümden beter acıları öğrendim, zalim kanunları, mecburi vaftizleri, sürgünleri ve günlük keyfi felaketleri de. Söylendiğine göre bir yerden kaçıp başka yere gittiklerinde daha kötü bir kaderle karşılaşmaktalar. Her gün vücutları ve ruhları eziyetlere maruz kalmakta ve merhametsiz zalimler tarafından soyulmaktalar.
Din adamları ve keşişler sahte rahipler gibi Tanrı’nın mutsuz halkına karşı hareket ediyorlar ve bir kanun çıkartmışlar. Doğu’ya doğru giden Hıristiyan gemilerinde bulunan Yahudiler denize atılacak.
Ne yazık Almanya’da Tanrı’nın Halkı’na zalimce davranıyorlar. Güçlerinin yok olması ne acı. Oradan oraya kovalanıyorlar, ölümlerine kadar kovalanıyorlar.
Kardeşlerim, öğretmenlerim, dostlarım, ben, İzak Sarfati, Fransız asıllı olmama rağmen Almanya’da doğdum ve değerli hocalarımdan feyz aldım. İlan ederim, Türkiye öyle bir ülkedir ki hiçbir şeyi eksik değildir ve her şeyin sizin için iyi olacağı bir ülkedir. Kutsal topraklara giden yol Türkiye’den geçiyor. Siz beni dinlerseniz Türkiye’nin yolu hayat yoludur. Tembellik etmeyiniz rahat yere geliniz. Müslümanların hâkimiyetinde yaşamak Hıristiyanların hâkimiyeti altında yaşamaktan daha iyi değil midir?
Burada herkes kendi asması ve incir ağacının altında barış içinde yaşayabilir. Burada en değerli elbiseleri giymenize izin verilir. Hıristiyan ülkelerde tam tersine, hakaret ve veya dayaklara maruz kalmadan çocuğunuza dahi zevkinize göre kırmızı veya mavi renkte giydiremiyorsunuz. Ancak renksiz, karanlık kıyafetler giyebiliyorsunuz.
Ayrıca bu memleketin faydaları ve halkının iyiliği Almanya’da bulunmaz. İşte şimdi, bütün bunlar ortadayken ve görülebiliyorken, İsrail neden uyuyorsun? Kalk ve bu lanetlenmiş toprakları sonsuza dek terk et.”
Anlaşıldığına göre bu mektup gönderildiği ülkelerde ilgi çekmiş olacak ki, 1460’lı yıllarda çok sayıda Aşkenaz Yahudisi’nin özellikle Rumeli bölgelerine göç ettiği tespit edildi.
Rumeli’ye göçler
II. Bayezid döneminde de bu göç devam etmiş, Aşkenaz Yahudileri, Sofya, Filibe, Selanik ve İstanbul’da cemaatler oluşturmuşlar.
Aşkenaz Yahudileri ve Osmanlı arasındaki önemli bir temas bu göçü daha da hızlandırdı. Kanuni Sultan Süleyman’ın Macaristan’ı işgal ettiği 1526 yılında, Buda kentinin düşmesi sonrası, kentin anahtarlarını Sultan’a teslim edenlerin başında Yosef ben Şelomo Aşkenazi bulunmaktaydı. Bu karşılamadan ve yakınlıktan çok hoşnut kalan Sultan Süleyman, Alaman (Alman, Aşkenaz) lakabını taktığı Yosef ben Şelomo ve oğulları Şaltiel ve İsrael’i ebediyen vergi vermekten muaf tuttu. Alamanes olarak adlandırılacak bu soyun devamı da Alamanes Fermanı (el ferman de los Alamanes) sayesinde Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerine kadar bu muafiyetten faydalanacaktı. 19. yy. sonlarına doğru İstanbul, Edirne, Bursa, Gelibolu, Şam, Kahire ve Bulgaristan’da bu muafiyetten faydalanan Alamanes soyundan yaklaşık 450 aile tespit edilmiştir. Bu olaydan sonra çok sayıda Aşkenaz Yahudisi Plevne, Edirne, İstanbul ve Niğbolu’ya yerleşti.
Edirne’deki Budun veya Bude Sinagogunun bu grup tarafından yaptırılmış olması ikinci bir olasılık olarak görülmekte.
Sarayda önemli görevler
Bu fermandan 40-50 yıl kadar sonra, bazı Aşkenaz Yahudileri Saray’da önemli görevlere getirilmeye başlandılar. Bunların arasında ilklerden biri Osmanlı Dışişleri tarihinde önemli bir yer tutan Solomon ben Nathan Aşkenazi’dir. Alman asıllı bir ailenin çocuğu olan Solomon ben Nathan genç yaşlarda Polonya Krakov kentine yerleşti. Becerileri sayesinde Polonya Kralı II. Sigismund’un baş doktoru unvanını aldı. Bilinmeyen bir nedenden İstanbul’a göç etti. Kısa sürede saraya girmeyi ve Vezir Sokullu Mehmet Paşa’nın gözde dışişleri danışmanı olmayı başardı. 1570 yılında Kıbrıs’ın fethinden sonra Venedik ile yapılacak barış görüşmelerinde görevlendirildi. 1572’de yapılan Polonya kral seçiminde büyük bir rol oynadı. Sokullu Mehmet Paşa’nın desteğiyle III. Henri’nin tahta çıkmasını sağladı. Osmanlı’nın neredeyse tüm dışişleri kendisine teslim edildi. 19 Temmuz 1573’te Venedik’te, alınan Yahudilerin kovulması kararını bizzat devreye girerek geri aldırdı. 1576’da yapılan Venedik barış görüşmelerine Osmanlı özel temsilcisi olarak katıldı ve Osmanlı adına bu antlaşmayı imzaladı. Vefat ettikten sonra daha önce tıp bilgilerini aktardığı eşi, Sultan III. Mehmet’i geçirmekte olduğu çiçek hastalığında tedavi etti.
Farklı yerleşim bölgeleri
Edirne dışında da Trakya’nın bazı bölgelerinde Aşkenaz Yahudilerinin yerleşimine ait bilgiler vardır. 1608 Yılında Kırklareli’ye gelen Polonyalı Ermeni seyyah Simeon, şehir halkının, Türk, Rum ve Yahudi’den oluştuğunu, Yahudilerin Podolya’dan geldiğinden ve bozuk bir Almanca konuştuklarından bahsetmiştir. İkinci bir grup Yahudi (Aşkenaz), Osmanlı-Lehistan Savaşı’ndan sonra 1674 yılında Ukrayna’nın Kamenetz Poldolskaya kasabasından göç ederek Kırklareli’ye gelmiştir. Sonraki yıllarda İspanyol kökenli Edirne Yahudilerinin şehre göç etmesi ile şehirde, Aşkenaz Yahudileri, Edirne Yahudilerinden sayıca az kalmış ve zamanla Doğu Avrupalı kültürel kimliklerini kaybetmişlerdir.
1640lı yıllarda Osmanlı topraklarında Sabetay Sevi olayı yaşandı. Kendini Mesih ilan eden Sevi, özellikle Aşkenaz toplumundan taraftar topladı. Sefaradların hahambaşılarının sözlerine ve tutumlarına daha uyumlu ve daha tutucu olmaları ve Sevi’nin Aşkenaz kökenli olması nedeniyle bu toplumdan taraftar toplaması daha kolay oldu. Sevi, Mesih’in 5408 yılında (Miladi 1648) kendini göstereceğini ilan etti. Aşkenazlar bu öngörü üzerine Mesih’i karşılamak için heyecanla toplanmaya, aleni dini ayinler yapmaya başladılar. Bu umursamazlık ve aleniyet Müslüman toplumun rahatsız olmasına, ayaklanmasına ve saldırılara neden oldu. 17 Tammuz 5408 (Miladi 27 Haziran 1648) tarihindeki bu çatışmalar esnasında çok sayıda Aşkenaz Yahudisi öldürüldü, birçoğu da sürgüne gönderildi.
Avrupa Aşkenazları ilk kez Kudüs’te
IV. Mehmet döneminde, ilk kez olarak Avrupa Aşkenaz Yahudileri, Osmanlı idaresi altında olan Kudüs’e yerleşti. Rav Yehuda Hahasid, Rav Calonymos, Rav Natan, Rav Yaakov Vilna liderliğinde çok sayıda Aşkenaz aile Frankfurt’tan Yeruşalayim’e göç edip Filistin’deki ilk Aşkenaz kolonisini kurdular. Bu bölgeye de ‘Der Ashkenazi’ adı verildi. 1694 yılına gelindiğinde bu koloni iş imkânlarının dar olması ve toprakların tarıma elverişli olmaması nedeniyle sefalete düştü - hatta açlık baş gösterdi. Evleri ve malları karşılığında borç alma durumunda kaldılar. Frankfurt’tan yollanan yardımlar sayesinde hayatlarını idame etmeye çalıştılar.
Aşkenaz Yahudileri ve Osmanlı ilişkileri arasında zikredilmesi gereken bir isim de Dr. Spitzer’dir. Moravya’da Nikolsburg kentinden ünlü bir tıp doktoru olan Dr. Spitzer, Sultan Abdülmecid tarafından davet edilerek İstanbul Tıp Okulu’na yönetici profesör olarak atandı. Sultan ağır bir rahatsızlık geçirdiğinde saraya çağrıldı ve Sultan’ı tedavi etmeyi başardı. Karşılığında Sultan’ın özel doktorluğu görevine getirildi. Dr. Spitzer, daha ileriki yıllarda Viyana ve Napoli’de Osmanlı Büyükelçisi görevlerinde bulundu. Sarayda diğer bir tıp doktoru ise, Sultan II. Abdülhamit, Sultan Vahdeddin ve peşinden de Atatürk’ün de diş doktorluğunu yapacak Dr. Sami Günzberg’dir.
Normal göçler yanında, 17. yy.dan itibaren, korsanlar ve esir tüccarlarının eline geçmiş çok sayıda Aşkenaz Yahudisi, yerel Yahudiler tarafından fidye ödenerek veya satın alınarak kurtarılmış ve çeşitli kentlere yerleştirilmiştir. Gelibolu’da, 1656 yılında fidye karşılığı yerel Yahudiler tarafından kurtarılmış bir Aşkenaz bayandan bahsedilmektedir.
Açılan okullar
Diğer bir Aşkenaz Yahudisi ise, 19. yy. da Osmanlı topraklarında dindaşları açısından çok önemli bir rol oynadı. Rothschild ailesinin temsilcisi olan Albert Cohn, ilk önce Filistin’de birçok okul, hastane, meslek okulu açtıktan sonra İzmir’de Yahudiler için ufak bir okulun açılmasını sağladı. Daha sonra Abdülmecid’in huzuruna çıkarak dindaşları için okul açma izni aldı. Daha ileride Camondo’lar tarafından devralınacak Hasköy Peripaşa bölgesinde bir okul açtı. (18 Kasım 1854).
1850 yılında ise, Edirne’de bir ilk yaşandı. Avusturya kökenli Aşkenaz Yahudisi Rav M. Josef Halevy bu kentte laik bir okul açtı. Alliance Israelite tarafından Habeşistan’a gönderilen Rav Halevy geri döndüğünde eğitim konusunda çalışmalarına devam etti. Edirne’de var olan Alliance İsraelite komitesi ve Talmud Tora im Derech Eretz Okulu yöneticilerini bir araya getirerek hem İbranice, hem Türkçe hem de Fransızca eğitim verecek bir Alliance okulunun açılmasını sağladı ( 20 Ekim 1867)
Daha sonraki yıllarda, özellikle Orta Avrupa ülkelerinde Yahudi karşıtlığının artması üzerine, kendilerine yapılan saldırılardan ve 1850den sonraki pogromlardan kaçan binlerce Aşkenaz Yahudisi İstanbul’a sığındı. 1854 yılında, Osmanlı-Rus Savaşı sonrası Kırım, Kersch kentinden yaklaşık 400 Yahudi aile İstanbul’a sığınıp Osmanlı tabiiyetine geçtiler. Hatta bu topluluk bir cemaat kurup sinagog açtılar.
19. yy. sonlarında Osmanlı Yahudi nüfusunun ancak yüzde 3ünü oluşturan Aşkenaz Yahudileri, geldikleri ülkelere göre kümeleşmişler, ayrı cemaatler ve sinagoglar oluşturmuşlardı.
Kaynaklar:
L’Histoire des Israelites de l’Empire Ottoman – Moise Franco
The Jews of Islam – Bernard Lewis
Christians and Jews in the Ottoman Empire: The Functioning of a Plural Society – Bernard Lewis
The Jews of the Ottoman Empire and the Turkish Republic – Stanford Shaw
Edirne Yahudileri – Rıfat Bali
Ara Spot : Kanuni Sultan Süleyman, Alaman (Alman, Aşkenaz) lakabını taktığı Yosef ben Şelomo ve oğulları Şaltiel ve İsrael’i ebediyen vergi vermekten muaf tuttu. Alamanes olarak adlandırılacak bu soyun devamı da Alamanes Fermanı (el ferman de los Alamanes) sayesinde Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerine kadar bu muafiyetten faydalanacaktı.