DÜŞMAN YARATMA PARANOYASI
Emin Alper, “Tepenin Ardı” ile, ilk filmini çeken bir yönetmenden beklenmedik bir olgunlakta, öz ve biçim açısından ilginç, etkileyici, içine girilmesi zor ama özgün, gerçekçi ve şaşırtıcı bir yapıta imzasını atıyor.
Kendi yazdığı erkeklik halleri üzerine, çeşitli okumalara açık bir senaryoda, Alper; üç kuşağın bir araya geldiği bir ailenin yaylada yaşadıkları bir güne tanıklık ediyor. Ormancılıktan emekli olunca atadan kalma, tepelerle çevrili arazisinde yaşayan ailenin başı Faik (Tamer Levent), 10 yıldır dul, sefa pezevengi oğlu Nusret (Reha Özcan), askerlikte yaşadığı travmayı atlatamamış torunu Zafer (Berk Hakman); tüfekle atış meraklısı, haşarı kardeşi Caner (Furkan Berk Kıran) ve işçi olarak yanlarında çalışan bir yörük aile araısnda adı konmamış açığa çıkmamış bir gerilim vardır. Boğaziçi Üniversitesi yıllarında ise eleştirmen olarak başlayan, akademisyen Emin Alper bu filmle Berlin Film Festivali’nden iki ödülle döndükten sonra, Altın Lale dahil 12 ödül daha aldı ve yılın en iyi çıkış yapan yönetmeni oldu.
İnsan ruhunun karanlık labirentlerine bizi bir geziye götüren film, korku, paranoya ve iki yüzlülük üzerine sosyal ve siyasi bir alegori. Tepenin ardında yaşayan yörüklerle sürtüşen, çevrede olan biten her olumsuz olaydan onları sorumlu tutan, düşman yaratma paranoyası içinde kıvranan dede Faik, yanlış anlamalardan kaynaklanan olaylar zinciri ile ailesini bir felakete sürüklüyor. Yönetmenin memleketi olan Karaman’a bağlı Ermenek’te çekilen “Tepenin Ardı” bir western filmini andıran gerilimli atmosferi ile bir aile trajedisini işliyor.
Filmdeki karakterlerin tümü ikiyüzlü, yalancı, gerçekleri gizleyen, kabahatini üstlenmeyen, işledikleri suçları örtbas eden, sorunlu kişiler.
Türk-Kürt meselesine alegorik bir yaklaşım olarak görülebilecek, çeşitli okumalara açık senaryo, evrensel politik göndermeler de içeriyor. Filmin katıldığı tüm festivallerden ödülle dönmesi bu hasletinden kaynaklandığı kanaatindeyim. Sermayeyi temsil eden üç kuşağa mensup bir aile ile, proletaryanın temsilcisi işçi bir aileyi bir araya getiren derinlikli senaryosu ile film, postoral tadlar içeren açılışının ardından ustalıkla kahramanlarının karakter tahlillerini yapıyor.
Askerlik sonrası yaşadığı bunalımı üstünden atamayan, çevresinde sürekli hareket halinde komando sanrıları gören, içine kapanık, şizofreninin eşeğindeki Zafer, sürekli bir didişme içinde olduğu, tüfek meraklısı, laf dinlemez yeniyetme kardeşi Cafer, köpeği Paşa’yı yanında hiç ayırmayan, geceyi evinde değil, yaylada tek başına geçirmeyi tercih eden, iyi nişancı, asosyal ve yabani bir çoban, öykünün sorunlu üç genç kahramanıdır.
Üçünün de babası, hayatta bir baltaya sap olamamış, sorumluluk almaktan kaçan, ezik erkeklerdir. Aklı fikri düşman bellediği yörüklerde olan, onların arazisine giren keçiyi kesip torunlarına yediren dede Faik, öykünün bir amaç uğruna yaşayan tek karakteridir.
Tepenin ardında yaşadığı söylenen yörükleri hiç göremeyiz. Şiddetin tırmanmasıyla, öldürülen bir köpek, yaralanan bir insan, finaldeki beklenmedik felaket, hep uzaktan gelen silah sesleriyle, bize hiç tanık olma fırsatı verilmeden anlatılır.