Günümüzde çocuklar ‘ekran’la doğar doğmaz tanışıyor. Renkleri, sayıları, hayvanları on parmaklarıyla dokunabildikleri, hissedebildikleri üç boyutlu oyuncaklarından değil, iki boyutlu ekranlardan öğreniyorlar. Amaca uygun olarak kullanılmayan teknoloji; çocukların duygusal, bilişsel ve sosyal gelişimini etkiliyor
Bir psikolojik danışmanın odasındayım. Yanımda annem babam. Danışman sorular soruyor. Günde kaç saat bilgisayar başında olduğumu, nelerle oynadığımı, kimlerle konuştuğumu… Tv’de hangi karakterden hoşlandığımı… Gönülsüzce yanıtlıyorum. Tek amacım çıkışta tabletimi geri alabilmek. Dragonlarımı besleme saatim geldi de.
Buraya teknolojiye olan düşkünlüğüm için getirildim. Playstation’ın başından kalkmak benim için güç, bazen günlerce televizyon seyrediyorum. Tabletimde hayvanlarımı besliyor, kasabalar kuruyorum. Akıllı telefonum sayesinde de arkadaşlarımla yazışıyorum. Onlarla yüz yüze ilişki kurmak benim için biraz zor. Mesajlaşarak kendimi daha iyi ifade ediyorum diyelim. Gözlerim kıpkırmızı, derslerim berbat. Odaklanamıyorum, öğrenemiyorum…
Teknolojiyle doğar doğmaz tanıştım. Beni annemin karnından çıkarttıklarında ilk gördüğüm kişi elinde fotoğraf makinesi olan bir bayandı. Popoma şaplağı yediğim anı, göbek bağımızın kesilişini, annemin kucağına verilişimi. Hiç birini kaçırmıyor. Babama bakıyorum elinde bir kamera. Ekranın arkasından seyredebiliyor ilk çocuğunun doğumunu.
Annemin koynuna veriyorlar beni. Bayan çekmeye devam ediyor. Bir bırak kardeşim dünyaya gelmenin keyfini çıkartayım diyemiyorum. Annemin kokusu çok güzel, içime çekiyorum.
Hey bayan,
Bu kokunun da resmini çekebilir misin? Bu dokunuşun, bu duygunun. Bunu da facebook’a yükleyebilir misin, ben daha bebek odasına alınmadan hem de.
Boyum ölçülüyor, kiloma bakılıyor. Hepsi kayıt altında tabii. Annemin arkadaşları camın arkasından çekiyorlar bu sefer. Babam hastanede olmayanlara “tweet” atarak haber veriyor. What’s up mesajları ding ding ötüyor. Resimlerim ve videolarım her yerde. Doğar doğmaz ‘instagram’ hesabım bile oluyor. Odaya alınıp görücüye çıkmadan önce herkes beni görmüş oluyor böylece.
Müjde ben doğdum!
Eve dönüyoruz birkaç gün içinde. Annem bana ninni application’ları açıyor uykuya rahat dalayım diye, babam kendinden titreyip sallanan bir beşik almış bana. Bir tuşla sallana sallana uyuyorum. Kimse yorulmuyor böylece.
Birkaç ay içinde hareketleniyorum. Her an ilgi bekliyorum, canım sıkılıyor. Ağlıyorum. İşte o an annemle büyük bir şey keşfediyoruz. ‘BABY TV’. Önce programlar çok ilgi çekici gelmiyor, görüntülerin neden o kadar yavaş ilerlediğini anlayamıyorum ama sonra alışıyorum. Bütün gün mızmızlanmaktan iyidir. Sonraları TV’de seyrettiğim kanallar artıyor. Pepe ve Keloğlan en büyük kahramanlarım.
8 aylıkken oturabiliyor ve IPhone’un tuş kilidini açabiliyorum. (Aman tanrım ne kadar da zeki diyor etraftakiler. Anlayamıyorum. Sonuçta parmağını soldan sağa çekiyorsun. Tamam çocuğuz da aptal değiliz.)
1 yaşındayken yürüyebiliyor ve Wii’de futbol oynayabiliyorum. (Ailem yine çok yetenekli olduğuma kanaat getiriyor. Sonuçta gerçekte var olmayan bir topa vuruyormuş gibi yapıyor ve ekrandaki kaleye sokabiliyorum. Belki de ileride futbolcu olurum.)
2 yaşında konuşmaya başlıyor ve Talking Tom’la sohbete dalıyorum. Gerçi o bir şey söylemiyor ben ne dersem komik bir ses tonuyla tekrar ediyor. Çok gülüyorum.
3 yaşında mouse’ı çift tıklarsam Word dosyalarının açıldığını keşfediyorum. Yazmayı bilmiyorum ama yazılanları bozabiliyorum. Babam kızsa mı yoksa çok becerikli çocuğuyla övünse mi bilemiyor.
4 yaşımda kendi “I Pad”im oluyor. (Annemler önce alıp almamak arasında kararsız kalıyor. Ama öyle ısrar ediyorum ki. Sonuçta bütün arkadaşlarımın var. Ben eksik mi kalayım? Onlar kararlarını veremeden dedem giriyor araya: “Siz almazsanız ben alırım biricik torunuma.”) Her gittiğimiz yere yanımızda taşıyoruz. Böylece yemeklerde annemleri rahatsız etmiyorum. Lokantada bir arkadaş bulursam beraber karşılıklı meyve kesiyoruz Ninja kılıçlarımızla. (Fruit Ninja) Bazen de “Kızgın Kuşlarımızla” yumurtamızı çalan domuzlara saldırıyoruz parmağımızın ucundaki sapanlarla. (Angry Birds)
5 yaşında Playstation’um, 6 yaşında kendi Facebook’um oluyor.
7 yaşında Club Penguin’e üye oluyorum. Orada yazışma dili İngilizce ya annemler ona tav oluyor. İngilizcesi gelişir diye.
Okumayı öğrenir öğrenmez işin şekli değişiyor. Google Amcayı keşfediyorum. Kendi amcama soramadıklarımı ona soruyorum. Hepsinin yanıtını biliyor. Bazen sormamam gerekenleri de soruyorum ona, bazen de önüme açılmaması gereken sayfalar açılıveriyor, görmemem gerekenleri de görüyorum. Konuşmamam gereken kişilerle yazışıyorum bazen de. Ama bu kadarını ailem bilmiyor.
8 yaşında kendime ait bir lap top ve ‘printer’ımın olması şart oluyor. Bu kadar ödevi yapıp basmak kolay değil.
9 yaşında bana da bir akıllı telefon alınıyor. Artık daha sosyalim. Whats app’ım var, mesaj sınırım yok.
Arkadaşlarım bize geldiğinde ya Wii oynuyoruz (mümkünse tenis ya da golf- böylece spor da aradan çıkıyor, hiçbirimiz dışarı çıkıp yorulmak, terlemek istemiyoruz sonuçta) ya PSP. Bazen de Youtube’dan komik videolara bakıyoruz. Bazen birbirimize şaka olsun diye korkunç videolar yolluyoruz mailla. Dalga geçerler diye kimseye söyleyemiyorum ama gece rüyama giriyor orda gördüğüm vampirler, hayaletler.
Bu arada ailemden bahsetmedim hiç. Bizim evde teknoloji düşkünlüğü olan bir tek ben değilim. Annemle babam internetten tanışmışlar zaten. Babam PS’de futbol oyunları hastasıdır. Onunla üçboyutlu futbol oynuyoruz. Bir de savaş oyunları. Her sene yeni modeli çıkan telefonlarsa annemin ilgi alanıdır. Akşamları genelde herkes kendi ‘makine’sinin başındadır bizim evde. Kimse kimseyi rahatsız etmez. Birbirimizden bir şey istersek mesaj atarız. Özellikle oyunlarımın başından kalkmak istemediğimde ben de onlara yazarım. “Suuuuuuu”.
Annemle babam birbirlerini gün içinde aramaya vakit bulamadıklarından(!) birbirlerine sesli mesaj atarlar. Bir konuda tartışırlarsa bunu yüz yüze yapmamayı tercih ederler. Mümkünse uzun mailler, değilse kısa ama iğneleyici mesajlar. Bundan da şunu çıkartıyorum. Birine kızıyorsan asla yüzüne söyleme, o sorunla yüzleşme…
Tüm bunları karşımda duran danışman bayana anlatmıyorum. Görüşmenin uzamasını istemiyorum. Belki sonra bir mail atarım, kim bilir?
Günümüzde çocuklar ‘ekran’la doğar doğmaz tanışıyor. Kuşkusuz bu durum çocukların duygusal, bilişsel ve sosyal gelişimini etkiliyor. Amaca uygun olarak kullanılmayan teknoloji; insanlar, özellikle de çocuklar üzerinde çok ciddi olumsuz etkilere yol açıyor.
Artık çocuklar küçük yaşlardan itibaren dijital dünyayla iç içeler. Renkleri, sayıları, hayvanları on parmaklarıyla dokunabildikleri, hissedebildikleri üç boyutlu oyuncaklarından değil, iki boyutlu ekranlardan öğreniyorlar. Seslerle doğada değil, bilgisayarlarının, tabletlerinin, televizyonlarının hoparlörlerinden tanışıyorlar. ‘Ekran’ lar sayesinde sosyalleşiyor. Daha az hareket edip, daha az terliyorlar. Sıralarını beklemelerine gerek yok, çünkü oyunlarda sıra hep onlarda. Yanlış yapmaları önemli değil, çünkü bir tık’la başa dönebiliyorlar. Sorun çözmelerine gerek yok, bilgisayar onlar için çözüyor. Aldıkları sorumluluklar kasabalarını genişletmek, sanal hayvanlarını beslemekten ibaret. Toprağı ekip biçiyorlar elleri pislenmeden, inek sağıyorlar hiç ‘gerçek’ süt görmeden. Öğretmeni dinlemek onlar için çok zor, çünkü kendi ‘ekran’larının alışık oldukları ‘hız’ından çok daha yavaş öğretmenin hızı. Nerede ne söyleyeceklerini kestiremiyorlar çünkü sanal dünyada çok kolay yazılabilen bir şey normal hayatta kullanıldığında ayıp oluyor. Evdeki yemeği beğenmediklerinde ‘yemek sepeti.com’, ödevlerini beğenmediklerinde ‘ödevsitesi.com’
Hiçbir şey için çaba harcamalarına, yorulmalarına gerek yok. Ödül çok sık çünkü ekranda. Gerçek hayattaki ödüller yetersiz kalıyor böylece. Öğretmenleri sürekli aferin desin, anne babaları sürekli alkış tutsun diye bekliyorlar.
Duyguları anlamakta güçlük çekiyorlar. Ekran’ın duygusu olmaz, senin duygunu da anlamaz, seni dinlemez bir derdin olduğunda, seninle çatışmaz anlaşamadığınızda… Ekranda hayal kırıklığına uğradığında pencereyi kapaman yeterli ama hayat ne yazık ki pencerelerden ibaret değil. Öğretmenin seni bir konuda uyarırken onun uyarı penceresini kapatamazsın ki.
Öteki yok onlar için. Ötekini göremiyorlar ki ekranda. Sadece kendileri var.
Evet ekranlar sayesinde birçok işi eskiye oranla çok daha hızlı yapabiliyoruz. Bir tuşla dünyanın öbür ucundaki yakınlarımıza erişebiliyor, diğer tuşla banka hesaplarımızı kontrol edebiliyoruz. Başka bir tuş ulaşmak istediğimiz tüm bilgileri önümüze getiriyor, bir diğer tuş tüm bu bilgileri depoluyor. Yormuyor aynı zamanda yorulmuyoruz. Bazen yol tarifi alıyoruz o ekrandan, bazen yemek tarifi. Her şey bizim yerimize ‘harici’ bir bellekte depolanıyor. Hatta zamanı geldiğinde bize hatırlatılıyor. Zamandan tasarruf ediyoruz(!!!), paradan tasarruf ediyoruz.(!!!) Hiçbir şeyi kaçırmıyor, her şeyi başa sarabiliyoruz.
Peki çocukların ve ergenlerin ekranla iletişimi nasıl olmalı?
Fransa’da ‘Ekranlar’a karşı yürütülen bir kampanya var. Adı:
“3-6-9-12”
Kurallar basit, net…
3
yaştan önce ekran yok! Çocuk ekrana olabildiğince az maruz kalmalı. Siz seyrederken bile çocuk ekrana bakmamalı, çocuk oyun oynarken, yemek yerken ekran kapalı olmalı.
6
yaştan önce yanında bir yetişkin olmadan PSP, Nintendo gibi bir oyun paneliyle oynamamalı. Kendine ait bir taşınabilir oyunu olmamalı. (Çocuk 6 yaştan önce okuma-yazma bilmediği ve tüm oyunlar ‘tekrarlayan’ oyunlar olduğu için, çocuğun ruhsal olarak büyümesi, ilerlemesi güçleşmektedir. Ayrıca 3-6 yaş arasındaki çocukların nesneleri 3 boyutlu algılayabilmesini sağlayan beyin bölgesinin gelişebilmesi için, çocuk 10 parmağını kullanarak etkinlik yapmalı. Hamur, resim, patates baskısı, ipe boncuk dizme vs. Fakat çocuklar bu oyun konsollarda, belirli sayıda parmağını kullanmaktadır. İki parmağını… Bu durumdaki çocukların kas gelişimi de olumsuz etkilenmektedir.
9
yaşından itibaren internete, yetişkin denetiminde girebilir.
12
yaş sonrası, yalnız başına internete girme yaşı. Tabii belli sınırlar içerisinde.
Çocuklarıyla teknoloji kullanımıyla ilgili sorun yaşayan ailelerde, aslında sınır koyma problemi yaşanmaktadır. Yaşanan sıkıntılar çocuğun kullandığı aletlerin başında geçirdiği zamandan çok anne babasıyla geçiremediği zaman. Anne ve babanın koyduğu sınırları kabul etmemesi. 3 yaşında televizyon izlemeye sınır koyamayan aile 13 yaşında bilgisayara sınır koyamıyor, 15’inde elindeki sigaraya, 17’sinde eve kaçta gelip gelmediğine…
İNTERNETTEKİ RİSKLERE KARŞI NELER YAPILMALI?
n Çocuklar ve gençler teknolojiyi kullanırken teknik, fiziksel sosyal ve psikolojik açıdan şiddete maruz kalabilirler. Bu nedenle çocuklarınızın interneti ne kadar kullandığının yanında, ne amaçla kullandığını ve orada neler yaptığının da kontrol edilmesi önemlidir.
n Çocuklar kendileri için tasarlanmış sitelerin yanında yetişkinleri için tasarlanmış sosyal web sitelerini de kullanmalarına sınır getirilmelidir. (Tweeter, Facebook Youtube) Bu sitelerde kendi hesaplarının olma yaşının 13 olduğu unutulmamalıdır.
n Çocukların büyük bir bölümü gerçek hayatla çevrimiçi arasındaki fark anlamakta zorlanmaktadır. Dolayısıyla “İnternette olan sonsuza kadar internette kalır” mesajı net bir şekilde verilmelidir. (Çocuk bir bilgi paylaşmak istediğinde şöyle denebilir: “Bunu yazıp okulun bahçesine asmak ister miydin? Bunu herkesin görmesini istiyor musun? Ya da: “Koyduğun bir fotoğraf sen ergen olduğunda, üniversiteye gittiğinde, ilk iş başvurunu yaptığında da orada olacak! Bunu ister misin?” de denebilir.)
n Çocuklar internete konan bilgilere (resim video vs.) dünyanın her yerinden erişilebileceğini, kimlerin bakacağını kontrol edemeyeceklerini, bakanların üzerinde değişiklik yapıp onların adlarıyla yayınlayabileceklerini öğrenmelidirler.
n Çocukların gerçeklik tecrübesi zayıf olduğundan gördükleri her şeyin o şekilde olduğunu sanabilirler. Görüntülerden şok olabilirler (porno vb). Modifiye edilmiş resimleri ayırt edemezler. Bu yüzden çocukların kullandıkları bilgisayarlar uygun içeriği olmayan sitelere karşı şifreli olmalıdır.
Belin Güner Nas
Uzm. Psk. Danışman/EMDR Terapisti
AYNA EĞİTİM ve PSİKOLOJİK DANIŞMA MERKEZİ