Antalya doğumlu Haron Cemal, oradaki yaşamı, yemek kültürünü, şehirden göç nedenlerini anlatıyor.
Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
1954 Antakya-Hatay doğumluyum. İlköğrenimimi Antakya Fevzi Çakmak İlk Okulu’nda yaptım daha sonra Özel Antakya Ata Koleji’nde devam ettim. Ortaokulu din eğitimimi de almak amacıyla 1965 yılında İstanbul’a gönderildim. Musevi Ruhani Lisesi’nde okudum. Antakyalı yedi arkadaşımla beraber o yıllarda Ortaköy’de bulunan fakir ve yetim çocukları barındırma yurdunda kalıyorduk yani Orfenilato’da...
İstanbul’da okulda geçirdiğiniz yıllardan hafızana yer eden neler var?
Birlikte geldiğimiz tüm arkadaşlarımın aileleri, anne ve babaları hayattaydı, tek sıkıntı çocuk yaşta olduğumuz için bizlere bakacak birilerinin olmamasıydı.
O yıllarda Antakya’ya gelerek İstanbul’a gelmemiz için ailelerimizi ikna eden Rav İlyahu Kohen’e [şimdi İsrail’de yaşıyor] çok şey borçluyuz...
İstanbul’da çok çok güzel yıllarım oldu, hem okul, hem de yurt arkadaşlarımla çok iyi geçiniyor ve uyum sağlıyordum... Okulumuzun müdürü Rav İlyahu Kohen’di, öğretmenlerimiz o dönemlerde Rav Yehuda Adoni, Rav Yakov Kohen, Rav Elyezer ve ismini şimdi hatırlayamadığım geniş toplumdan da öğretmenlerimiz vardı... Öğle yemeklerini okulumuzun üstünde olan yemekhanede yerdik. Her yemekten önce eller yıkanır, ‘netillat yadayim’ ve ‘Amosi’ duasıyla beraber yemeğe başlardık... Yemek sonunda her defasında olduğu gibi İzak Kalaora arkadaşımız Birkat Amazon duasını okur ve bitirirdik...
Her sabah önce okulda bulunan midraşta sabah tefilasını yapardık ve sonrasında yurtta bize verilen ekmek arasını yer kahvaltımızı yapardık ve sonrasında derse girerdik... Okulumuz şu anda Barınyurt bulunduğu bina idi.
Okul çıkışı yurda giderken ister istemez arkadaşlarla ara sıra kaytarır Beyoğlu ve İstiklal Caddesi’nde gezerdik. Taksim’den Ortaköy’e troleybüsle giderdik... Yurda geldiğimizde elimizi, yüzümüzü yıkar bize akşamüstü kahvaltısı verirlerdi, sonra derse girerdik... Farklı yaş grupları için etüt salonlarımız vardı.
Şabat geceleri Ortaköy Sinagogu’na gider duamızı yapardık. Şabat günleri ise Ortaköy’de Avram Darsa’nın hazanlık yaptığı midraşta minha ve arvit dualarını yapardık.
Okullar tatil olduğunda sömestr ve yaz tatilinde Rav Yehuda Adoni bizi bırakmazdı, eğitimize devam ederdik. Şahsım adına bana dini öğrettikleri için öğretmenlerime çok borçluyum.
O yıllarda cemaatin durumu hakkında neler söyleyeceksiniz?
O yıllarda cemaat üyelerimizin tamamı tekstille uğraşırdı, toptan ve perakende manifatura ve mefruşat mağazaları vardı. Yaşıtlarımızla birlikte bu iş yerlerimizde çalışırdık ve hafta sonu harçlıklarımızı buradan karşılardık... Hafta sonu oldu mu, önce şabat günü büyüklerimizle birlikte havraya gider duamızı yapar, daha sonra evlerimize gider kahvaltımızı yapardık... Kahvaltı derken şabat günü için özel hazırlanmış meze ve yemekler yapılırdı, Kiduş’tan sonra masaya oturulur ve hep birlikte yemek yenirdi, rakı içilir, güzel şarkılar söylenir ve şabat gününü layıkıyla yaşardık... O dönemde şabat günü mağazalarımız kapalı olurdu, iş yapılmazdı, çarşıdaki esnaf komşularımız durumdan şikayetçi olurdu zira bunu bilen Hatay halkı bildiğinden kimse alış veriş için çarşıya inmezdi...
Motse Şabat, yakın akrabalar aile büyüklerinin evinde toplanır sohbet edilir, ikramda bulunulur, bilhassa uzun kış geceleri bunu daha huşu içerisinde yaşardık... Büyük abilerimiz, yaşıtlarıyla ve eşleriyle her hafta bir evde toplanılır, yine gündüz olduğu gibi masalar kurulur, mezeler, yemekler ve içkiler içilir, gece yarılarına kadar oyun oynarlardı. Yaşıtlarım o yıllarda sinemaya veya varsa konsere gider hoş vakit geçirirdik...
Bunlar o yıllarda tüm Musevi ailelerinde rutin olarak yapılan şeylerdi, büyük dedelerimiz, dedelerimiz, babalarımız Şomer Şabat’tılar, hiç bir iş yapmaz vede yaptırmazlardı...
Yaz aylarında Antakya’mızın meşhur parkına gidilir, orada çay bahçelerinde oturulur, sohbet edilir, kimi aileler akşam yemeklerini bile oraya getirir ve yerlerdi... Yemek diyorum, yemeklerden bahsediyorum, zira bölgemizin zengin mutfağı, bizler için olmazsa olmazlardan birisiydi... kaldı ki birde cemaatimizin tüm Antakya’da tanınmış olan kendimize has meze ve yemekleri başlı başına bir ayrıcalıktı...
Antakya Musevi Cemaati dersek…
Antakya Musevi Cemaati bundan 25 asır öncesinde bu topraklara gelmiş ve yerleşti. Bu bilgilere tarihçiler vasıtasıyla ulaşıyoruz. İbadethanemiz 200 yıl öncesinde iki bozma Antakya evinden yapılmıştır, yapılış tarihi ve kimler tarafından yapıldığı halen taş kitabeler halinde havranın duvarında mevcut bulunuyor...O yıllarda yaşıyan bir kaç fakir aile kalıcak yerleri olmadığından havrada yatar ve cemaat üyelerimiz tarafından hayatları idame ettirilirdi..
Aynı zamanda havramızda pesah bayramında yenilen matsa yapılırdı... Fırınımız vardı...
Antakya’da yaşamanın farklı bir ayrıcalığı vardır, burada iş ve ev komşularımızla her zaman iyi diyalog içerisinde olduk. İyi ve kötü günlerimizde birbirimizi hiç yalnız bırakmadık. Örneğin Şabat günleri ateş yakmadığımızı bilen komşularımız yemekleri ısıtabilmemiz için gelir ocağı yakarlardı.
Cemaatin yöresel yemekleri konusunda neler anlatabilirsiniz?
Şabat günleri yapılan tüm yemeklerin tamamı çok emek ve uğraş ister... Bunlar arasında mezelerde yer alır... Şabat geceleri bu yöreye ait olan yemekler arasında, Hamıd denilen sıcak salata türünde yemektir... Bunu kuru fasulye ve pilav ile yediğimizde o günün şabat olduğunu idrak eder ve büyük bir iştah ve mutlulukla yeriz... Hamid denilen sıcak salatanın içine pirinç unu ve köftelik et diye tabir edilen kırmızı eti karıştırır, yoğururuz daha sonra bu karışımın içi oyularak kıyma konularak kapatılır... Buna da Kukla adı verilir...
Aslında Kukla denilen yemek türünü başta hamıd, kuru fasulye, bezelye, kızartılmış patates yemeklerinde de kullanabiliriz... Bunlarla ayrı kabak ve patlıcan dolmaları yapılır, bu dolma çeşitlerini nar ekşili, ayvalı, patlıcan kızartmalı yaparak renklendirebiliriz... Takdir edersiniz ki yaprak sarmasını da unutmamak gerekir. Sarmaları asma yaprağı, pazı yaprağı ve lahana yapraklarıyla yaparız...Bu bağlamda Mumbar denilen koyun bağırsağından yapılan dolmayı söylemeden geçemem. Çok emek, çok meşakkat isteyen bir yemek türüdür, temizlendikten sonra çok itinalı bir şekilde kıyma ve az pirinç katılarak yapılır, tabi baharat çeşitlerini de koymayı unutmayız... Tüm yemeklerimizde olmazsa olmazlarımızdandır baharatlar...
Mesela patlıcan kızartmasının içine haşlanmış et konularak selve denilen yemek türü başlı başına bir lezzet oluyor, selve yemeğini dilerseniz tavukla da yapabilirsiniz...
Mezelerimiz arasında içli köfte, sembusek, mortadella sade, cevizli ve yumurtalı olmak kaydıyla, etli mücver, humus, cevizli biber, tarator gelmektedir... Bu mezeler mutat olarak her şabat günleri sofralarımızı süsleyen yemek ve meze türleridir... Tabi yanında rakı olmak kaydıyla...
Antakya’nın aileleri arasında kimleri sayabilirsiniz…
Takdir edersinizki küçük yerde yaşamanın rahatlığı ve mutluluğunu tarif etmeme gerek yoktur... Aileler arasındaki diyalog, komşuluk ilişkileri, akrabalar arasındaki kan bağları ve onun vermiş olduğu evlilikler bizleri dahada birbirimize bağlamış olup, büyüklerimizden gördüğümüz ve öğrendiğimiz saygı, sevgi, hürmet ve hoş görüyü unutmuş değiliz, bu mirası günümüze kadar taşımış olmanın huzuru içerisindeyiz... Aileler derken onlardan da söz etmek isterim, Cemal, Kebudi, Cenudi, Şirem aileleri vardı. Biraz daha geriye gidersek Mizrahi,Şuveke,Harari,Saade,Hımsi,Berdeyen,Maleh,Kohen,Muğrabi,Duvek aileleri yaşardı...
Göçün nedenleri nedir?
Bu aileler çok uzun yıllardan beri burada yaşıyorlardı, o dönemlerdeki merkezi hükümetlerin politikaları bu cemaat üyelerimizi göç etmelerine zorlamıştır diyebiliriz... Mesela, Varlık Vergisi,6-7 Eylül Olayları, askeri müdahaleler bunların başında geliyor... İsrail devletinin kurulmasıyla bu göç kendini dahada hissettirmeye başladı diyebiliriz...
Bu konuda küçük bir anekdot anlatabilirim... Cemaat üyelerimizin tamamı tekstil ve manifatura yaptığından o yıllarda kasaba ve köylerde pazar yerlerinde sergi açarlardı, bu yerlere giden cemaat üyelerimiz orada bulunan diğer esnafın işine sekte vurduğu için buna bir son vermek istediler ve “Gelen Musevi esnafın önüne nasıl geçebiliriz, buralara gelmelerini nasıl engelleyebiliriz derken” akıllarına bizim için kutsal olan, vazgeçilmezlerimizden, var oluşumuzun yegâne sebebi diye bildiğimiz şabat günü akıllarına geldi”. Bizlerin bu günde iş yapmadığımızı bildikleri için tüm pazar yerlerini şabat gününe aldılar. Bu sebepten dolayı göç eden cemaat üyelerimizin büyük bir çoğunluğu buralarda artık ekmek bulamıyacakları düşüncesiyle göç etmişlerdir...
Buna bağlı olarak, 1960 askeri müdahale, 12 Mart Muhtırası, 24 Ocak kararları ve en önemlisi 12 Eylül askeri müdahalesini de unutmamak lazım derim, bu olaylarda geriye kalan cemaat üyelerimizin gözünü korkutmuştur... 12 Eylülden önce tüm cemaat üyelerimiz İsrail’e göç etti ve halen orada yaşıyorlar. ve halen orada yaşamaktadırlar. Gençlerimiz ise eğitimlerini yapmak amacıyla büyük metropollere gittiler, eğitimlerini tamamladıktan sonra orada yerleştiler, orada hayatlarını birleştirmişler, iş hayatlarını da orada devam ettiriyorlar.
Günümüzde Antakya’mızda 10 çift bulunmaktadır, her Şabat günü mümkün olduğunca, cemaat üyeleri şehir dışında olmadığı zamanlarda havramızı dua için açıyor, ibadetimizi yapıyoruz...
Bu bağlamda büyük bir özveriyle bize destek veren ve bizleri hiç yalnız bırakmayan başta Rav İsak Haleva’ya ve cemaat idaresine sonsuz saygılarımızı sunuyoruz.