‘Aşık Shakespare’in Oscarlı senaristi Tom Stoppard ile ‘Kefaret’, ‘Gurur ve Önyargı’ gibi edebiyat uyarlamalarıyla tanınan yönetmen Joe Wright’ın işbirliğinden doğan filmi önceki benzerlerinden ayıran özellik, bir tiyatro sahnesinde tasarlanmış olması.
Joe Wrigh’ın epik roman uyarlaması, edebiyat-sinema buluşmasının verimli bir örneği
Kusursuz koreografiler, görkemli görüntüler, teatral oyunculuklar eşliğinde, özgün bir biçimsellikle anlatılan film, müthiş görsel kurgusuyla öne çıkıyor. Tolstoy’a göre suçlu, ahlâken çöken bir karakter olan Anna Karenina’yı, Joe Wright aşağılanan antikahraman olarak ele alıyor.
Yılın son film festivali, 15. Randevu İstanbul’un açılış galasında gösterilen ‘Anna Karenina’, Tolstoy realizmini, yönetmen Joe Wright gözüyle beyaz perdeye yansıtıyor. Tolstoy’un ölümsüz epik romanının, edebiyat uyarlamalarıyla tanınan İngiliz yönetmeni tarafından ele alınışı, edebiyatla sinemanın buluşmasının verimli bir örneğini oluşturuyor.
Çarlık Rusyası’nın tarihsel, kültürel ve fırtınalı dönemlerini yansıttığı ölümsüz romanları ile efsaneleşen Tolstoy’un karakter odaklı ‘Anna Karenina’sı birçok kez sinemaya uyarlandı. Clarence Brown’ın 1935 tarihli filminde Greta Garbo, Julien Duvivier’ninkinde (1948) Vivien Leigh, Rus Aleksandır Zarkhi’nin filminde (1967), Tatyana Samojlova, Anna Karenina’ya can verdiler.
Son Anna Karenina uyarlaması, Bernard Rose filminde (1997) Fransız Sophie Marceau en güzel Anna Karenina idi. İngiliz yönetmen Joe Wright’ın evvelce iki kez birlikte çalıştığı Keira Knightley’e bu rolü vermesi kimseyi şaşırtmadı.
‘Aşık Shakespeare’in Oscar ödüllü senaryo yazarı Tom Stoppard ile ‘Kefaret / Atonement’ (2007) ve ‘Gurur ve Önyargı / Pride and Prejudice’ (2005) gibi edebiyat uyarlamalarıyla tanınan Joe Wright’in işbirliğinden doğan ‘Anne Karenina’yı önceki benzerlerinden ayıran özellik, bir tiyatro dekoruna yerleştirilerek bambaşka bir boyut kazandırılması.
Joe Wright’ın yaptığı bu estetik dokunuş 1880’lerin Rusya’sında geçen epik öyküyü modern bir masala dönüştürüyor.
Yüksek sosyeteye mensup, görünürde iyi bir evliliği olan, çocuk sahibi, her şeye sahip güzel bir kadının, soylu bir subaya aşık olduktan sonra yaşadığı fırtınalı hayatını anlatan Tolstoy’un klasik romanı, Wright konunun geçtiği Rusya’da değil, bir tiyatro sahnesinde anlatıyor.
BİR YASAK AŞK TRAJEDİSİ
Kusursuz koreografiler, görkemli görüntüler, teatral oyunculuklar eşliğinde, özgün bir biçimsellikle anlatılan ‘Anna Karenina’, müthiş görsel kurgusuyla birinci sınıf bir filme dönüşüyor.
Londra’daki ünlü Shepperton stüdyolarında kurulan tiyatro dekoruna, romanın geçtiği tüm dekorlar, tren istasyonu, balo salonu, hipodrom, Vronsky’nin evi, buz paten pisti yerleştirilmiş. Çağdaş bir sanat yönetimi, ustalıklı sahneler arası geçişler, tıkır tıkır çalışan kurgu bir tiyatro sahnesi olarak tasarlanan filmi keyifle izlenir hale getiriyor.
Tiyatrodan, dans sanatından ilham alan yaklaşımıyla yönetmen Wright, balodaki vals sahnelerinde, tek planda çekilen sahil sekansında ustalığını sergiliyor. Bu estetik dokunuş ile Tolstoy’un öyküsüne kazandırılan atmosfer, Wright’ın filmini, evvelce yapılan Anna Karenina uyarlamalarından ayırıyor.
Tolstoy’un karakter odaklı en güzel romanı olan ‘Anna Karenina’ 1880’lerin Rusya’sında evli bir kadının ihanetini ve ödediği bedeli anlatıyor.
Saygın, örnek aile reisi, üst düzey bir bürokratı Alexei (Jude Law) ile evli olan güzel, zarif Anna Karenina (Keira Knighey) döneminden sosyal statüsü içinde yükselmiş saygın bir kadındır.
Erkek kardeşinin eşiyle arasını düzeltmek amacıyla gittiği Moskova’da, yüksek sosyeteye mensup bir ailenin gözde bekar oğlu, soylu subay Kont Vronksky (Aaron Taylor Johnson) ile tanışan Anna’nın yazgısı değişir.
KEİRA KNIGHTLEY OSCAR’A DOĞRU
Karenina ile Vronsky arasında başlayan cinsel çekim zamanla engellenemez bir yasak aşka dönüşür. Anna’nın tutku, kararsızlık, korku ve en çok da aşk dolu kaçamağı Kant Vronsky’nin peşinde yaşadıkları aristokrat dünyasında ayıplanır, Karenina dışlanır. İyi bir adam olan kocası Alexei Karenin’e yaşattıklarından dolayı vicdan azabı çekmesine rağmen, Anna çocuğunu terk edip çılgınca aşık olduğu sevgilisi Vronsky’nin peşinden gider. Hamile kalan genç kadın için zorlu bir dönem başlamıştır. Vronsky’nin annesinin bekâr oğlunu sosyetik bir genç kızla evlendirme çabası karşısında, sevgilisine karşı duyduğu kıskançlık, Anna’nın ruhunu teslim alır.
Tolstoy’un ‘Bütün mutlu aileler birbirine benzer. Fakat her ailenin mutsuzluğu kendine göredir’ cümleleri eşliğinde, teatralliği, estetiği, ruhuyla Anna’nın çalkantılı hayatını izleriz. Böylesine her şeye sahip, böylesine güçlü bir kadının, diplomasinin sıkı sıkı kuralları ve engelleri arasında aşkı uğruna neleri göze alabileceğini bir kez daha hatırlarız.
Tolstoy’a göre suçlu, ahlâken çöken bir karakter olan Anna Karenina’yı Joe Wright, zengin, güzel genç, acı çeken ve aşağılanan bir anti kahraman olarak alıyor. Teatral bir sinema diliyle Anna’nın acılarını ustalıkla perdeye yansıtıyor.
Yönetmen Wright, aristokrasinin iki yüzlülüğünü vurgulamada, aşkın karmaşıklığını ve yasak aşkın trajedisini yansıtmada, Tolstoy’un romanının ruhuna uygun yorumunda tam puan alıyor.
Film bu yönüyle Ken Russell’in, D.H.Lawrence’tan uyarladığı ‘Aşık Kadınlar / Women In Love’ başyapıtını akla getiriyor.
Oyuncu yönetimindeki başarısıyla, Wright üç başrol oyuncusundan tam verim alıyor. Kırılganlığıyla, zarafetiyle, tutkusuyla, yasak aşkına bağlılığıyla, Keira Knightley kusursuz bir Anna Karenina oluyor, adını Oscar adayları arasına yazdırıyor.
Bu film için fiziğini değiştiren, sinemada ilk kez bir kaybedeni canlandıran, delice kıskandığı adamdan olan bir çocuğun bakımını üstlenen Alexei rolünde Jude Law mükemmel.
Not: Gerçek birer sinemasever olduklarını bildiğim çok kişinin, Beyoğlu’na inme alışkanlıklarını kaybettiklerinden, Haneke’nin ‘Aşk’ başyapıtını izlemek için (Avrupa yakasında filmin oynandığı tek salon olan) Beyoğlu sinemasına gitmemeleri beni üzüyor. Sinefillerin kendilerini yılın en iyi filmini izlemek keyfinden mahrum etmemelerini tavsiye ederim.