Bazen Hrant Dink’e, Agos’un anlamını sorarlarmış, O da döner Karin Karakaşlı’ya: “Sen anlat Karakaşlı” dermiş. Karin Karakaşlı bunu “Hrant’a” isimli kitapta anlatıyor. Birkaç satır öncesinde ise Hrant Dink’e dönüp şöyle söylüyor: “Kendi istiridye kabuğuna çekilmişti Türkiye Ermenileri. Sen onlara kabuğu açmalarını ve içlerindeki güzelim inciyi büyük toplumla paylaşmalarını öğrettin. Sen aynı zamanda büyük topluma bu insanlar niye kabuğunda yaşar ve kendi incilerinden bile çekinir, onu da gösterdin.”
Karakaşlı ile kabuğun içindekilerden, Hrant Dink’ten ve sonra olanlardan söz ettik…
Geçen sene 19 Ocak’ta yaptığınız konuşmada dediniz ki; “Yargıtay, cinayete giden süreçteki rolüne inat, bir kez de adalet adına temyiz mekânı olsun. Bunları yapmak borçtur, yükümlülüktür, şarttır. Çünkü bize yaşatılan ‘ayıptır, zulümdür, günahtır’.” Bu yaşanan durumda bir değişiklik oldu mu? Dava bugün hangi aşamaya geldi?
Geçen sene tam da 19 Ocak’ın iki gün öncesinde açıklanan skandal karar büyük bir infiale neden olmuştu. Aradan geçen zamanda mahkeme başkanı ve savcıların teamüllere aykırı olarak basına, mahkeme kararı hakkında demeçler verdiklerini, hükmü top gibi birbirlerine atmaya çalıştıklarını gördük. Yıl boyu akıllara ziyan terfiler devam etti. Yaraya tuz atıldı, kanırtılıp “Nasıl böyle daha iyi acıyor mu?” dendi. Şimdi Yargıtay Başsavcılığı’nın cinayetin arkasında ‘örgüt’ olduğu yönünde itirazı var önümüzde. Tebliğname, ‘başka din ve milletten olması nedeniyle’ vuku bulan cinayeti devletin birliğini bozmaya yönelik sistemli bir örgüt faaliyeti olarak nitelerken en azından birliğin bozulma gerekçelerini beklenmedik bir açıdan genişletiyor. Etkin soruşturmanın eksikliği de dikkat çeken bir anımsatma. Ama asıl mesele, bunca yıldır vakıf olduğumuz, adeta gözümüze sokulan ‘örgütsel bilgilerle’ nereye ve kimlere kadar yol alınabileceği. Ne de olsa örgüt denilen esas olarak, siyasetten bürokrasiye, jandarmadan emniyete, istihbarattan basına ve oradan da yargıya kadar uzanan yelpazede bütün devlet kademelerinin dehşetengiz suç ortaklığı. Esas failler, cinayetin sorumluları ortaya çıkarmak hükümetin en büyük irade sınavı. Öte türlü, kimse darbelerle yüzleşmekten söz etmesin. Hukuk terminolojisinin arkasında halen büyük siyasi iktidar mücadeleleri veriliyor ve bu davanın nasıl görüldüğü tam da bu sebeple bundan sonra nasıl bir Türkiye’de yaşayacağımızın da belirleyicisi olacak.
Türkiye’de Hrant Dink adına açılan uluslararası Vakıf’tan, çalışmalarından ve basındaki nefret söylemi takibinden bahsedebilir misiniz biraz?
Uluslararası Hrant Dink Vakfı 2007’de Hrant Dink’in hayallerini, mücadelesini, dilini ve yüreğini yaşatmak amacıyla kuruldu. Vakıf; Türkiye, Ermenistan ve Avrupa toplumları arasındaki kültürel ilişkilerin geliştirilmesi, Türkiye'nin demokratikleşme sürecinin desteklenmesi, milliyetçilikten ve ırkçılıktan arındırılmış tarih çalışmalarının ortaya çıkması için çaba harcıyor. Hrant Dink ile ilgili yazı, fotoğraf ve belgeleri bir araya getirerek kapsamlı bir arşiv oluşturan vakfın, Dink’in kitaplarının yanı sıra sözlü tarih, Ermeni kültür mirası ve devlet tarafından el konulan vakıf mülkleri ile ilgili yayınları var. Her yıl sınırın hâlâ kapalı olduğu Ermenistan ile gençlik ve gazetecilik alanlarında değişim programları düzenlenerek iki ülke arasında doğrudan bağ kurulması sağlanıyor. Vakfın girişimiyle farklı disiplinlerde düzenlenen ve her tür sınırı ortadan kaldıran sergiler, tematik olarak üç dilde çıkarılan ajanda, Hrant Dink adına her yıl düzenli olarak Türkiye’den ve dünyadan risk alarak insan hakları ve barış için çalışan kişilere verilen özel ödül, kurumun ilgiyle takip edilen faaliyetleri. Bir diğer önemli çalışma da köşe yazıları ve haberler üzerinden belgelenen ve raporlanan nefret söylemi. Dini ve etnik grupları hedef alan içerikleri, kadın ve LGBTT bireylerine yönelik söylemleri ve kategori dışı bütün hedef gösterme amaçlı kışkırtıcı yayınları ele alan çalışmanın kendisinin vakfın hedef gösterilmesine yol açması ise, ülke olarak kat edilecek ne kadar çok mesafe olduğunun trajikomik bir göstergesi.
Bu mesafeye rağmen, Agos yayınlanmaya hep devam etti… Sebat Apartmanı’nda Agos’a nasıl sahip çıktınız, kaldığı yerden nasıl devam edildi?
Agos, 19 Ocak sonrası devralınan bir mirası inadına yaşatmak üzere el veren pek çok gönüllünün de katkılarıyla yayınını aksatmadan sürdürdü. Bir anlamda binanın adına uygun olarak umutta ve mücadelede sebat etti. Benim bu cinayetin öncesine rastlayan ve sonrasında da neler olduğunu idrak ve kabul etmem şeklinde geçen birkaç yıllık bir ara dönemim var. Bağım hiç kopmasa da binaya yeniden girebilmem zaman aldı. Şimdi her Allah’ın günü, Hrant Dink’in tam da burada vurulduğunu Ermenice ve Türkçe olarak hatırlatan kaldırımdaki o taşı geçerek, girişteki kocaman resmine bakarak geçip, bütün diğer arkadaşlar gibi oturup orada çalışıyorum. Genel Yayın Yönetmenimiz Rober Koptaş eşliğinde farklı kuşak ve kimlikten insanları buluşturan bir ekip var. Gazete benim Hrant Dink’in yanında çalıştığım ilk on yıldaki içeriğinden çok daha kapsamlı. Tam da onun istediği üzere sayfa sayısı arttırılarak Türkiye, Ermenistan, dünya, Ermeni toplumu, kadın, sağlık gibi çok farklı alanlarda haber, söyleşi ve yorumlara yer veriliyor. Dört sayfalık Ermenice bölümü dışında merakla takip edilen ve özel dosya konuları işlediğimiz bir de orta sayfamız var. Birkaç haftadır Açık Radyo’da Cumartesi sabahları “Radyo Agos” adıyla bir de canlı programa başladık. Bütün isteğimiz gazeteyi daha görünür ve ulaşılır kılmak, kalitesine uygun oranda okurla buluşmasını ve gelişerek devam etmesini sağlamak.
Bir yazınızda, “Her Ermeni hikâyesi, kaçınılmaz olarak bir göç ve sürgün hikâyesidir” diyorsunuz ve bu hikâyelerdeki ortak noktanın “kaybedilmiş memleket hissi” olduğunu söylüyorsunuz. Türkiye’de Ermeni olmak, “gayrimüslim vatandaş” olmak bir his mi? Bu bir duygu mu?
Türkiye’de Ermeni olmak, İstanbul ve Anadolu’da en derin köklere, her alanda öncü hizmetler içeren devasa kültür birikimine, yüzyıllık okul, vakıf, hastane gibi derneklerin karşın bir halkın topluca yok ediliş iç bilgisiyle tetiklenen endişeli bir varoluştur. Tarih doğal akışında devam etmeyip zulümle kırıldığından o ataların ocak yerleri, artık hayali birer diyardır. Gerçekte ziyaret edilse bile bulunamayacak olandır, kayıp vatandır. Üstelik artık dili ve kültürü yaşatmak, varlığı sürdürmek çaba ister. Çabalı yaşam, kendi içinde yine o büyük kaybı anımsatır ve yığınlar içinde yalnızlaştırır insanı. Ama öte yandan bu topraklar Ermenilerin vatanıdır ve halen onlarla birlikte yaşanasıdır. O yüzden diyorum ya, sadece Ermenilerin değil ülkenin en güzel insanlarından Hrant Dink’in cinayetini kimlerin ne amaçla planladığını bilmek, o devasa ağı ifşa etmek, hepimizin memleketi olabilecek bir Türkiye’nin biricik önkoşulu.
Bu memlekette azınlık olmayı Hrant Dink dillendirdi. “Kol kırılır yen içinde kalır” demedi, cesaret etti ve anlattı. Anlattığı için öldürülmüş olması Türkiye’deki tüm azınlıklar adına yine bir “kol kırığı” olacak mı, bu böyle algılanacak mı?
Eğer cinayetin dört gün sonrasında yüzbinler hep birlikte ve ‘Hepimiz Ermeniyiz’ diyerek Hrant Dink’i uğurlamasaydı, belki ‘kol kırığı’nın varlığından söz edebilirdik. Ama Hrant Dink hayatı boyunca barış diliyle 1915 ’in acısını nasıl anlaşılır ve paylaşılır kılma gayreti içinde olduysa, öldürülüşü ile de o tarihin ne demeye geldiğini bizzat gösteren oldu. O kaldırıma bakarken gördük, bir kez daha yaşadık her şeyi. Yıllar yılı inkâr edilen ne varsa, işte orada gözümüzün önündeydi. Kimsenin başını çevirme imkânı olmadı, tanık kılındık. O gün aynı zamanda ‘biz’ zamiri o acıyı yüreğinde hisseden, elemle dağlanan herkesin ortak adı oldu. Elbette bu cinayet Ermeni toplumun ve genelde gayrimüslim azınlıkların bir kesiminde öğrenilmiş korkuları anımsatmış ve içe dönüklüğü tetiklemiştir ama tam tersi istikamette, kimliğine bir varoluş ve mücadele aracı olarak sarılan, milliyetçilik tuzağına düşmeden, farklarına sahip çıkan bir gençlik de ortaya çıktı. Birbiriyle konuşan, yanyana yol alan bir gençlik. Onlar güzel günler görsün. Kahkahalarla gülmenin ayıp olmayacağı, şarkılar söylenen, sokaklarda dans edilen bir ülke olsun burası. Bir kez de sevinçten patlayalım. Ve bunları dilemek haram duygusu uyandırmasın. Mutluluk hepimizin hakkı.