Bazı insanlar vardır, tarihin izlerini göz etrafındaki kırışıklıklarda taşır. Bazı insanlar vardır, yaşanmış ve hiç unutulmamış sevgi ve hüzünleri yüreklerinde saklar. Bazı insanlar vardır, anılarını tarihleriyle küçük kâğıtlara not alır. Tıpkı, birazdan size tanıştıracağım sevgili Yusuf Blok gibi
1921 yılında Ortaköy’deki evlerinde dünyaya gelmiş. Üç kardeşin en büyüğüymüş. Bugün ailesiyle Chicago’da yaşayan Arslan, ondan iki buçuk yıl sonra dünyaya gelmiş. Beş yaş küçük kız kardeşi Viki ise İsrail’de yaşıyor. Çocukluğu Haydarpaşa’da geçmiş. Orta okulu Saint Joseph’te; liseyi ise İtalyan Lisesi’nde okumuş. Orada yaşayan amcasının teşvikiyle, 1930 yılında ailece İtalya’ya göç etmişler. Annesi bu yeni hayata ancak beş yıl dayanınca, Türkiye’ye geri dönmüşler.
Yusuf Blok anlatmaya devam ediyor:
Babam İzak, aynı zamanda Çanakkale savaşı malulüydü. Çenesine kurşun yemiş. Annem Lea ile yaralıyken tanışmış. Babıali Yokuşu’nda, cumbalı bir evde yaşarmış annem. Babam her gün oradan geçerken, ‘El deloz antojikos geçiyor.’ dermiş teyzeme. Neticede, evlenmişler. İtalya dönüşü İstanbul’da İtalyan Lisesi’nden mezun oldum. Babamın malül-gazi maaşı birikmişti. Dolayısıyla Ankara’ya taşındık ve 35 yıl Ankara’da yaşadık.
Ya askerlik?
1941’de askere gittim. Eskişehir’de 4,5 sene er olarak vazifemi çok zorlu şartlarda yerine getirdim. Üç sene sonra, yani 1948 yılında eşim Sara ile evlendim. Sara, hem özel hem de iş hayatımda hep yanımdaydı; o benim her zaman çok sevdiğim sağ kolumdu.
Askerlik bitince, hangi işlerle uğraştınız?
İlk yıllar, çeşitli şirketlerde çıraklık yaptım. O zamanlar, Nesim Albala parfüm işiyle uğraşan çok önemli bir tüccardı. Çalıştığım yere sık sık uğrar malını satmak için uğraşırdı. Bana bir gün şöyle dedi: “Artık kendine bir yer açma zamanı geldi, sen raflarını koy; gerisini bana bırak.” Ben de, biriktirmiş olduğum cüzi bir rakam ile karşımda çalışan Macar asıllı şapkacı Bayan Gizi’nin ortaklık teklifini kabul ettim. Hem şapkaları satıldı, hem de Nesim Bey’in desteğiyle tuhafiye işi yaptık. Lakin bir sene sonra, işi öğrendiğinden, kendi başına devam etmek istediğini söyleyen Bayan Gizi, ortaklığı feshetti.
Bu durumda siz ne yaptınız?
Her işte bir hayır vardır derler ya. İşte aynen öyle oldu. Çok öfkelenmiştim; ancak henüz çok gençtim ve o yüzden, onunkinin hemen yanında bir dükkân kiralayıp orayı çok daha güzel bir tuhafiye dükkânı haline getirdim. Adını da Venüs koydum. Zamanın en nadide eşyalarını sattım. Bir sene sonra karşı sırada, daha iyi bir dükkana geçtim; ve Markiz’i açtım. Tek başıma, hem tuhafiye hem de konfeksiyon işini bir arada yürüttüm. Markiz’de sattığım Türk Malı marka giysiler, yüksek sosyete müşterilerine hitap ederdi. Müşterilerim arasında, konsoloslar, opera sanatçıları ve o zamanın başbakanı İsmet İnönü dahi vardı. Markiz zaman içinde tek kattan, üç katlı bir dükkâna dönüştü.
Yusuf Bey, Markiz’de başına gelen ilginç olayı anlatırken, gözleri parlıyordu…
Markiz’de, hiç unutamadığım, çok enteresan bir olay yaşadık. O zamanlar henüz kimsede yokken, dükkânımın vitrinini süsleyen, yılbaşı için özel olarak İtalya’dan getirttiğim mankenler, büyük ilgi ve beğeni toplamıştı. TRT’nin birinci yıldönümü de yılbaşına rastlamıştı. Özel yılbaşı programı için TRT’den gelip vitrinimi kullanmayı talep ettiler. Tabii ki kabul ettim. Prodüktör Erkan Özarman yönetimindeki program gereği, Semiramis Pekkan, vitrindeki cansız mankenler arasına girdi. Senaryoya icabı, yoldan geçen Semih Sam (Leman Sam’ın erkek kardeşi) Semiramis Pekkan’ı orada görür ve karşılıklı şarkı düeti yaparlar. Bu olay hepimiz için güzel bir yeni yıl sürprizi olmuştu.
35 yıl sonra Ankara’dan ayrıldınız mı?
Evet. 1976 yılında, eşimin akrabaları bizi İstanbul’a gelmeye ikna ettiler. Markiz’i kapatıp, burada yeni bir hayat kurmak üzere İstanbul’a taşındık. Bir yıl boyunca, yeni bir iş kurmak için çok çaba sarf ettik. Sonunda Vest Konfeksiyon toptan giyim dükkânını açtık. Çok şükür, bunda da başarılı olduk ve uzun yıllar, emekliliğe kadar çalıştık.
Emeklilikte sizi ne gibi yeni sürprizler bekliyordu?
1992’de emekli oldum. O yıllarda, eşimle birlikte Gayrettepe’de oturuyorduk. Eşimin çeyizinde çok değerli bir natürmort tablo vardı. Şeker Ahmet Paşa’ya aitti. 1993 yılında, Rafi Portakal’ın bir müzayedesinde açık arttırmayla 1 milyar 340 milyon Lira’ya satıldı. Bu parayla, şu anda oturduğum evi satın aldık.
Yaşam, bir de tatsız bir sürpriz hazırlamış Yusuf Blok’a; gelin onun ağzından dinleyelim:
2002 yılında eşim Sara ve kız kardeşim Viki ile, İtalya’ya bir gemi seyahatine çıktık. Venedik’e kadar gidip dönecektik, ancak Venedik’te gemi birkaç gün kalacaktı. Bunu fırsat bilip Milano’ya gittik. Ne yazık ki otele yerleşir yerleşmez, sevgili eşim Sara, beyin kanaması geçirdi ve hastanede durumunun kötü olduğunu söylediler. Türk Konsolosluğu’nda o yıl konsolos olan Ali Öğretir’in yardımlarıyla, eşimi ambülans uçağında İstanbul’a getirdik. Üç ay komada kaldıktan sonra Kasım 2002’de onu maalesef kaybettik.
Acısıyla, tatlısıyla, hayat devam ediyordu; ta ki…
Birkaç yıl çeşitli rahatsızlıklar geçirdim. Çok şükür hepsini atlattıktan sonra, Golden Age’in düzenlediği gezilere katılmaya başladım. Bunlardan birinde, ‘Aranızda resim yapmak isteyen var mı?’ diye seslendiler. Ben de “evet” dedim, kendimi denemek istedim. Elime boş bir kâğıt ve renkli kuru kalemler verdiler. Ve işte, yaşam yine bana göz kırpıyordu.
Suluboya yapmaya o zaman mı başladınız?
Bunu yapmak, aklımın ucundan geçmezdi. Ancak, o günden sonra, kendi kendime evde çeşitli suluboya resim denemeleri yaptım. Bugün hala büyük bir keyifle suluboya eserler üretmeye devam ediyorum. Evimdeki bir odayı atölye olarak kullanıyorum. Bazen arka arkaya her gün, bazen de aralıklarla ancak hiç sıkılmadan resim yapıyorum. Kardeşim Arslan da, benden önce sulu boya yapardı; ondan da ilham aldım diyebilirim.
Kişisel bir serginiz de olmuş…
Evet. Geçen yıl, Hahambaşılığın organize ettiği kişisel bir suluboya sergim oldu. Resimlerimi cemaate hibe ettim. Ne mutlu bana ki, tüm eserlerim satıldı. Yine geçen yıl, vasiyetnamem sebebiyle, Or- Ahayim’in girişinde Sara ve Yusuf Blok adına çok büyük bir plaket yapıldı. Bundan dolayı da çok mutluyum.
Yusuf Blok, son zamanlarda tanıdığım en tatlı, yardımsever ve duygu dolu insanlardan bir tanesi. 92 yaşında ve sanatçı kimliğini son on beş yılda keşfetmiş olan Yusuf Blok, maşallah, yaşını hiç göstermiyor. Yusuf Bey’in içindeki yaşama sevincini, Caddebostan’daki evinde beni ağırlarlarken kaldığım dakikalar boyunca hissettim. Söyleşi bittiğinde, birbirinden güzel suluboya eserleri arasında en çok beğendiğimi bana armağan etti. Ona daha nice sanat ve sağlık dolu güzel seneler dileyerek, yanından ayrıldım.