Mehmet Ali Birand’a teşekkür borcum

İzel ROZENTAL Toplum
23 Ocak 2013 Çarşamba

Geçtiğimiz perşembe akşamı Mehmet Ali Birand’ın yaşam savaşını kaybettiğini öğrendiğim an içimden bir şeylerin kayıp gittiğini hissettim. Çok üzüldüm tabii. Ama üzülmek ifadesi o anda duyumsadıklarımı anlatmak için yetersiz kalıyor. Hayatıma damga vuran bir sürecin yaratıcısı, başaktörü, şüphesiz en büyük sorumlusu, bana yaptıklarını öğrenmeden çekip gitmiş dünyamdan! Artık hiçbir şekilde onunla konuşamayacağım, kendimi tanıtıp teşekkür edemeyeceğim.

 

Evet, hiç tanışmadık, tanıştırılmadık, yanılmıyorsam elini sıkmak dahi nasip olmadı. Oysa kendisiyle pek çok kez aynı mekân ve ortamlarda bulundum ama bir türlü yanına gidip kendimi tanıtma ve teşekkür etme cesaretini gösteremedim. Oysa bu konularda çekingen değilimdir ama her defasında yanlış anlaşılmaktan, söyleyeceklerimin gereksiz pohpohlama olarak algılanmasından korktum. Hep öteledim, nasılsa bir gün daha samimi bir ortamda bulunuruz, o zaman konuşurum diye… Olmadı, birisi düdüğü çaldı, süreyi bitirdi. Uzatmaları oynatmadan, ayın 32nci gününü beklemeden…

32. Gün programı, seksenli yılların ortasında TRT televizyonunda yayınlanmaya başladığında, renkli yayına henüz yeni geçilmişti. TRT TV, Shaub Lorenz markalı uzaktan kumandasız renkli televizyonumuzda izleyebildiğimiz yegâne kanaldı. Türkiye zorlu bir dönemden geçiyordu. 12 Eylül öncesinde, anarşi ve terörle birlikte gelen ekonomik zorluklar nedeniyle tamamen içe kapanmıştık. 12 Eylül sonrasındaysa, ekonomik sıkıntılar sürerken darbe rejimi daha fazla içe kapanmamıza vesile olmuştu. İşte o dönemde çıkagelen 32. Gün programı benim için dünyaya açılan yepyeni bir pencereydi. Programın gün ve saatini iple çeker, merakla televizyonun karşısına kurulurdum. Başta Brüksel olmak üzere çeşitli Avrupa başkentlerinden yaptığı yayınlarla, yabancı devlet adamlarının karşısında bacak bacak üstüne atarak gerçekleştirdiği röportajlarla, Ali Kırca, Reha Muhtar, Mithat Bereket gibi gazetecilerle birlikte dünya gündemini evlerimizin ta içine taşır, ufkumuzu açardı. Onun sayesinde dünya siyasetine ilgi duydum. Önceleri Şalom için, daha sonra çeşitli uluslararası platformlarda siyasi karikatürlerimi çizerken, en çok onun açtığı pencereden giren havayı soludum, 32. Gün’den ziyadesiyle beslendim.

Günlerden bir gün, sanki bana olan katkısından haberdarmışçasına, o dönemde köşe yazarlığı yaptığı Sabah Gazetesinde, karikatür albümlerimden biri hakkında hoş bir yazı yayınladı. Dünyalar benim olmuştu! Sayfalar dolusu eleştiri yazısı beni bu birkaç sözcük kadar mutlu edemezdi: “Kendini düşünerek, çizerek, sorular sorarak var eden İzel, konularını politika ve insan ilişkilerinden seçiyor. Hayata eleştirel bir gözle bakıyor, net ancak tedirgin edici mesajlar veriyor. Belli ki yaşadığımız zamanların sayısız kötülüğünden rahatsız oluyor, çirkinlikleri içine sindiremiyor. İzel’in çizimleri bana bir kez daha ne kadar belleksiz bir toplum olduğumuzu hatırlattı. Her şey ne kadar da kolay unutuluyor. O zaman da biri çıkıp soruyor: Peki ama neden? Hadi buyurun bakalım. Ne demeli… Kimbilir, belki de hayata öyle bakmamak lazım.”

Mehmet Ali Birant’a bu yazısı için kısa bir teşekkür notu yazdım, ama asıl teşekkürü 32. Gün için etmek istiyordum, nedenlerimi de yüz yüze anlatarak tabii. Olmadı… Evet, sevgili Birant, katılıyorum, hayata öyle bakmamak lazım. Peki, ama nasıl?