“Bir varmış, bir de yokmuş…Çok eskiden değil de şimdiki zamanlarda, insanlar böyle yaratık gibi bir şeyin içine girip, orada başka hayatlar yaşarlarmış…. ‘ben ben ben’ diye diye ölürlermiş. Sonra işte zaman yine bu zamanlarmış… Artık üç kişi olmuş bunlar…”
Gelecek yıl onbeşinci yaşına girecek olan ve artık bütün İstanbul seyircisinin yakından tanıdığı Altıdan Sonra Tiyatro’nun neredeyse bütün kurucu ekibi, 2010’da Uluslararası Tiyatro Bienali’ne katıldıkları İkiye Bölünen Vikont’dan beri ilk kez tekrar aynı sahneyi paylaşıyor.
Katilcilik adlı oyunda Aslı Can Kortan, Gülhan Kadim, Şirin Keskin, Ebru Gözdaşoğlu / Seda Özen Yürük, Erkan Kortan / Yaman Ömer Erzurumlu, Onur Tuna, / İhsan Dehmen ve Seyfi Erol rol alıyor. Takım, yazıp yönetmekle yetinmeyip oyunun dekor tasarımını da yüklenen Yiğit Sertdemir’in de katılımıyla tamamlanıyor.
Genç kuşağın en önemli tiyatro yazarlarından 1979 İzmir doğumlu Yiğit Sertdemir, 16 yaşında İTÜ Makine Mühendisliği’ne girmiş ama aklı fikri tiyatrodaymış. Zaten mezuniyeti de Yeditepe Üniversitesi (burslu) Tiyatro Bölümü’nden.
2004 -2010 yılları arasında 7 oyun yazmış: Bekleme Salonu (2004), O.B.E.B (2005), Öldün, Duydun mu?(2006), 444 (2007), Medeniyet Tiyatrosu (2008), Fail-i Müşterek (2010) ve Surname 2010 (2010). Aslı Can Kortan’la Karabahtlı Kardeşlerin Bitmeyen Şen Gösterisi’ni tasarlamış. Kadıköy Güzel Sanatlar Atölyesi’nin sahnelediği Medeniyet Tiyatrosu ile, Sertdemir’in İBŞT’de yönettiği ve Candan Seda Balaban ile tasarımını üstlendiği Surname 2010 dışında bütün bu oyunlar Altıdan Sonra Tiyatro’da sahnelenmiş. 2011’de başlayan ve aynı tiyatro mekânında (tabii ki kumbaracı50’de) geçen üç ayrı öyküden oluşan kumbaracı50 üçlemesi de hâlen sahnelenmeye devam ediyor.
Sertdemir, Katilcilik’i aslında 2006’da yazmaya niyetlenmiş ama, araya başka oyunlar girmiş ve proje ancak yeni yeni gerçekleşmiş. Oyunun konusu hakkında bilgi vermek, bence Yiğit’in o olağanüstü kurgusuna haksızlık olur. Sadece, ‘msn’de tanışan ve buluşmaya karar veren üç kadının içki içip “doğruluk mu cesaret mi “ oynadıkları ‘kızlar gecesi’ndeki bir ‘olay’ üzerinden, izleyiciyi kendi korkuları, kendi doğruları ve kendi cesareti ile yüzleşmeye çağırdığını söylemekle yetineyim.
Aslında yazar-yönetmenimiz Betül Memiş’le yaptığı söyleşide söylenmesi gereken her şeyi söylemiş: “Katilcilik, internet üzerinden tanışan üç kadın üzerinden gidiyor. 2000’lerin ortasında ‘msn’ daha yeni yeni sıçrama yapmıştı... O zamanlar, sosyal ağ platformunda (msn) edebiyat-felsefe odaları vardı, nick name’lerle söyleşilerin yapıldığı. Ben de iki farklı kişi ile tanıştım bu odaların birinde; kadın ve erkek. Edebiyat üzerine ciddi ciddi sohbetler yaptık. Bir gün, İzmir-Buca’ya ailemi ziyarete gitmiştim. Buraya kadar gelmişken görüşelim dedik. Ve beni evlerine davet ettiler. Eve gittim ve bu iki insanın abla – kardeş olduğunu öğrendim... Şimdi gözümün önüne gelen figürler; karanlık iki tip. Bomboş ev, yer yastığından başka salonda hiçbir şey yok. Ev, tren istasyonu yanındaydı ve tren geçtiğinde sallanan ve bozulan sessizlik hali, hâlâ aklımda kalan. Fakat yanlış algılanmasın, ikisi de entelektüel tiplerdi; evet, tuhaf ve acımasız gibiydiler ya da sonradan bakınca fotoğraf öyle görünüyor.
İstanbul’a döneceğimden, evden ayrıldım… Yani orada hissettiğim; o garip bakışmalardan sonra bunlar beni öldürebilirdi, oldu. Ben, üçüncü kişiydim. İki kardeş var ve ötekisi de yani ben de avım diye düşündüm.”
Katilcilik, artık olgunluk dönemine girmiş bir yazarın elinden çıkan, oyun yazmak, mekân oluşturmak, sahneye koymak konularında tez konusu olacak kadar önemli bir tiyatro dersi.
Konu hakkında fazla söz etmeyişim aslında pek de önemli değil. Oyun ‘olay’ın hemen sonrasında başladığı için, izleyici yaşanmış olanları az buçuk tahmin edebiliyor. Sertdemir’in asıl başarısı kronolojiyi alt üst ederek, bir yandan olanları anlatırken bir yandan karakterlerin olay sonrası davranışlarını göstermesi, diğer bir yandan da ‘msn chat’ları ile izleyiciyi biraz sonra olacaklara hazırlaması. Hem karmaşık, hem de sade ve yalın olan bu benzersiz kurgu seyirciyi sımsıkı kavrayarak, çok etkileyici bir finale neredeyse soluk soluğa götürüyor.
Oyuncu yönetimi her zamanki gibi çok iyi. Belli ki uzunca bir zamandan sonra beraber oynamayı Altıdan Sonra Tiyatro’nun ekibi de özlemiş. Küçüklü büyüklü bütün roller kusursuz yorumlanıyor. Tabii ki bütün oyuncular eşit olarak çok iyi ama, Aslı Can Kortan gerçekten biraz daha eşit. Finalde Aslı’nın yüzüne bakan izleyicinin kendini, aynen Buca’daki abla-kızkardeşin karşısındaki Yiğit Sertdemir gibi, her an öldürülebilecek bir av olarak hissetmesi işten bile değil.
Yazarlığının, yönetmenliğinin, dekor tasarımıcılığının yanı sıra Yiğit Sertdemir çok da iyi bir oyuncu. Katilcilik’de kendine rol vermemiş. Bu yıl belki de tarihinin en yoğun programını gerçekleştiren Altıdan Sonra Tiyatro’da, büyük bir olasılıkla bu yoğunluk sebebiyle, Yiğit’i kumbaracı50 üçlemesi’nin ilk oyunu Gerçek Hayattan Alınmıştır dışında oyuncu olarak izleyemiyoruz. Bir de olağanüstü tek kişilik gösterisi Fail-i Müşterek var tabii ki. Son olarak ve tek bir kez 25 Şubat’ta oynayacak. Siz, siz olun, sakın kaçırmayın.
Oyundaki dekor tempoyu hiç düşürmüyor
Katilcilik’in başoyunculardan biri de Yiğit Sertdemir’in tasarladığı dekor.
Kumbaracı50’nin aslında bu tip bir çalışmaya pek de elverişli olmayan oyun alanı başarıyla çoklu bir mekâna dönüştürülmüş.
Tepedeki bir ekrandan izlenebilen msn chat’laşmaları, bir yandan izleyiciyi gelecek olaylara hazırlarken, bir yandan da chat / dekor değişimi senkronizasyonu temponun hiç düşmemesini sağlıyor.
İzleyicinin hemen önünde, kayarak hareket edebilen yüksekçe duvara benzeyen iki işlevsel dekor elemanı, büyük bir rahatlıkla kimi zaman perde, kimi zaman kitaplık, kimi zaman iki genç kadın ‘iş yeri’, kimi zaman da bir otopsi masasının arka duvarına dönüşebiliyor.
Bu ‘perde’nin arkasında dekorun en beklenmeyen sürprizi yer alıyor: Küçük bir ‘klasik İtalyan sahnesi’ şeklinde düzenlenmiş olan ‘olay’ın geçtiği oda. Seyirci ‘perde’ açıldığında bu odayı en dipte boş olarak görüyor. Tekerlekler üzerine oturtulan bu oda sessizce ve kayar gibi hareket ederek izleyicinin neredeyse burnunun dibine kadar geliyor ve seyirci ‘olay sonrası’nı nerdeyse odanın içindeymişçesine yakından izliyor. Parçalanmış kronolojide ‘olay’ başından itibaren anlatılmaya başladığında yine oyun alanının en dibindeki yerine dönmüş olan oda,’olay’ın her bir evresinde izleyiciye biraz daha yaklaşıyor ve tokat gibi finalde gene seyirci ile burun buruna geliyor... Ve ‘olay’a bakış mesafesinin bu değişkenliği, beklenmedik dercede güçlü bir interatif etkileşim oluşturuyor. Gerisi ise filifu,filifu,filifu...
filifu da neymiş diye sormayın, oyunu izlediğinizde anlarsınız.
Hepinize iyi seyirler.