15. yüzyıl İspanya’sından tüm Akdeniz’e ve Ortadoğu’ya yayılan en etkileyici on geleneksel Sefarad şarkısını 1998 yılında sırf çocuklarına aktarmak için kaydeden, ardı ardına yayınladığı albümleri ve meşhur ‘Unut Sevme Beni’ şarkısına yazdığı İbranice sözlerle -‘Tishkah’- dünyadaki ününü pekiştiren Suzy, 13 Şubat’ta Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda sahne alacak
Beşinci stüdyo albümünü ilk kez Türkçe kaydeden Suzy, bu CD’sinde babasının en sevdiği parçalarla kendi yazdığı en yeni şarkılarına yer verdi. Ünlü yıldızla, Pasion Turca etiketiyle piyasaya çıkmak üzere olan son albümünü, Ladino geleneğini ve aniden kaybettiği sevgili babasına ithaf ettiği duygularını içtenlikle paylaştık.
Biliyorum ki, ilk başlarda hiç şarkıcı olmak gibi bir niyetiniz yoktu; peki ilk albümünüzü kaydederken sizi harekete geçiren ne oldu?
Bundan 17 sene evvel anneanne ve teyzemi kaybettim. Bu kaybın acısıyla savaşırken, onlarla beraber Ladino dilini de (Yahudi İspanyolcası) kaybettiğimi fark ettim. Bunun üzerine, bir kısmını onlardan öğrendiğim on tane Ladino şarkıyı kaydederek, giderek kaybolan bu kültürün bir parçasını oğullarıma devretmek kararını aldım. Oğullarım Yahudi İspanyolcası bilmeseler de, küçük oğlum piyano çalmasını bildiği için, şarkıları kaydedersem, bu şarkıların benden sonra da ailemizde yaşayabileceğini düşündüm.
Ailede Yahudi- İspanyol geleneğiyle olan bağınızı size hissettiren ilk kim oldu?
Büyükannelerim; özellikle anneannem. Anneannem bazen evde şarkı söylerdi. Onlar Ladino konuşurken, bir de baktım, çaktırmadan öğrenivermişim deyimleri, şarkıları... Onların yaptıkları yemekleri ve tatlıları ise öğrenmediğime pişmanım.
Sadece şarkıcı değil, ayrıca kendi şarkılarını yazan bir şarkı yazarı kimliğiniz de var; ilhamınız nelerden alıyorsunuz?
Acılarımı ve kayıplarımı en anlamlı şekilde böyle dile getirebiliyorum; söz, müzik yazarak ve sonra onları şarkı olarak kaydederek. Biraz garip olacak belki ama kaybettiğim sevdiklerimin anısına bir şeyler yapmak beni biraz rahatlatıyor, sanki onları biraz daha yaşatmak gibi, sanki onlar hayatta iken belki yeteri kadar gösteremediğim sevgimi hissetmelerini sağlamak gibi...
Üçüncü albümüm ‘Aromas y Memorias’ (Aromalar ve Anılar) da başka bir deneyim oldu benim için oldu. Özel bir deneyim...
Belki biliyorsunuzdur, Ladino şarkılar 400 küsur sene evveline uzandıkları için genelde anonimdirler. Bir gün, ünlü Ladino şairi Margalit Matitiahu telefon edip benden şiirlerini şarkıya çevirmemi rica ettiğinde çok sevindim. 14 tane şiir kitabından istediğim şiirleri seçebileceğimi söyledi. Seçmek için oturup okumaya başladığımda, bazı şiirleri okurken, müziklerini duyduğumu hissettim. Ne nota okumayı ne de bir enstrüman çalmayı bilmediğim için, beynimin içinde dolaşan müziği hemen kaydettim. Böylelikle, o albümde olan dokuz şarkıdan sekiz tanesini, bir saat on beş dakikada bestelemiş oldum. Profesyonel arkadaşlar bana inanmadıklarını belirttiklerinde, bu olayın özel bir deneyim olduğuna, benim besteci değil, sadece bir kanal olduğuma inandım.
Ünlü Türk şarkısı ‘Unut Sevme Beni’ için yaptığınız adaptasyon ‘Tishkah’, en başarılı şarkılarınızdan biri oldu; neden özellikle o şarkı?
İsrail’de oryantal müzik seven büyük bir kitle var. Ona göre de oryantal müzik yapan birçok sanatçı. Benim de içimden bu kitleye hitaben, bu güzel şarkıyı İbranice yorumlamak geldi. Beğenildiğini görünce yarısı İstanbul, yarısı İsrail’de çekilmiş olan bir video klipini yaptım. Ama en güzeli, bir aile ferdinin İstanbul’un ünlü kulüplerinden birinde bu şarkıyı duymuş olması... Bunun üzerine, beş sene evvel Budapeşte’de katıldığım EuroMed Festivali’nde tabii ki repertuvara ekledim.
Beşinci stüdyo albümünüz ‘Baba Dili- Father Tongue’ aynı zamanda Türkçe kaydettiğiniz ilk albümünüz; bu fikir nasıl ortaya çıktı?
Daha evvel de söylediğim gibi, acı kayıplarımı en iyi böyle dile getirebiliyorum. Sevgili babacığımı 66 yaşında iken ansızın kaybetmek beni çok sarstı. Onun anısına albüm yapmak da beni biraz olsun rahatlattı. Kaydetmesi en zor olan albümüm oldu; yapımına üç kere başladım. İlk iki keresinde bir şarkıyı ağlamadan baştan sona bitiremiyordum. Neyse ki, altı yıl sonra becerdim. Babamla iletişim lisanım Türkçe olduğu için de onun anısına ilk Türkçe albümümü yapmış oldum.
Neredeyse on yıl gibi uzun bir süre konserlerinize ara verdikten sonra, ilk konseriniz yeni albümünüzün de ilk konseri olarak 13 Şubat’ta İstanbul’da; sahneye dönüyor olmak neler hissettiriyor?
1998 de ilk albümüm ‘Herencia’nın çıkmasıyla beraber sahnelere davet edilmeye başladım. 14 sene ve beş albüm sonra hala kendimi profesyonel sanatçı olarak görmekte zorlandığım gibi, sahnelere de hâlâ alışamadım. Bu 14 senede sahneye çıkmamak için elimden geleni yaptım ama bazen kaçamadım. En son sahneye çıkışım, beş sene evvel Budapeşte’de oldu. Ondan beş sene evvel de bildiğiniz gibi İstanbul İş Sanat’ta. Her ne kadar şarkılarımı dinleyicilerimle paylaşmaktan zevk alsam da, sahneye çıkmadan evvel yaşadığım stres ve heyecan beni mahvediyor. Çıktıktan sonra da pek geçmiyor maalesef. Sadece konserden sonra kendime gelmeye başlıyorum. İşte o zaman beğenenlerin hoş sözleri ilaç gibi geliyor.
İlk olarak ne zaman Ladino müziğine sevdalandınız?
16 yaşındayken, Musevi Cemaati’nin İstanbul’daki kültür ve sanat derneği olan Dostluk Derneği’nin faaliyetlerine katıldım. Orada, İzzet Bana’nın sahneye koyduğu, 1920’li yıllarının Kuledibi semtinde yaşayan Yahudi toplumunun hayatını tasvir eden ‘La Kula’ müzikalinde yer aldım. Bu eseri 23 kez sahnede canlandırdıktan sonra, orada söylenen Ladino şarkıları unutmama imkan yoktu. Böylece, zaten ait olduğum Ladino kültürüne iyice bağlanmış oldum.
Eleştirmenler yeni albümünüzü de, yüksek duygusal tonuyla çok övüyorlar; albümünüzdeki duygusallığı nasıl tarif edersiniz?
Daha evvel de belirttiğim gibi, bu albüm manen benim için kaydedilmesi en zor albümüm oldu ama yetenekli ve tecrübeli müzik direktörüm ve müzisyenlerim sayesinde elde edilen sonuçtan çok memnunum. ‘Baba Dili’ benim kişisel sevgimi, acımı, özlemimi ifade ederken, aynı zamanda hayatının bir döneminde herkesin yaşamış olabileceği kaybı ve bu kayıp acısının getirebileceği evrensel duyguları tanımlıyor. Türkçe, bence yumuşak bir dil, Türk müziği ise içli ve çok yönlü bir dünya müziği. Bu müzik zenginliğini ve bu evrensel duyguları, her şarkıda başka bir özel Türk enstrümanı kullanarak dile getirmeye çalıştık. Yeni ile eskiyi, klasik ile moderni, hüzün ile iyimserliği, söz, müzik ve yorumda birleştirerek, Türkçe anlamasalar bile, dinleyicilerimizin kulaklarına hoş gelecek, duygulanacakları ve etkilenecekleri bir eser sunmak için çabaladık.
Türkiye’de kökleriniz var; peki Türkiye hakkındaki hisleriniz?
İstanbul’da doğdum, büyüdüm. Hayatımın çok güzel bir kısmı olan ilk 17 senem İstanbul’da geçti. İsrail’de evlenip çocuk sahibi olduktan sonra bile, hiç bir zaman Türkiye ile olan derin bağlarım kopmadı. Her sene aile ve arkadaş ziyaretine geldim, tatil için geldim, oğullarım az da olsa Türkçe öğrensinler diye geldim, yemekleri özlediğim için geldim. Son yedi senedir daha da fazla gidip geliyorum. Tabii ki değişiklikler görüyorum. Özellikle Türkçe’mizdeki yeni sözcükleri öğrenmeye çalışıyorum. Ama Bebek’te veya Boğaz’da bir balıkçıda kırmızı soğanlı bir lakerda yiyip, yanında bir kadeh rakı içtim mi, benden iyisi yok; işte o