Türkiye ve İsrail’in tekrar konuşmaya başlaması, başta Suriye sorunu çözümü olmak üzere, Arap Baharı ve Ortadoğu istikrarı için çok önemli ve faydalı olacaktır.İsrail’in, Mavi Marmara’da öldürülen vatandaşlarımız için “özür dilemesi” ve “ailelere tazminat ödemesi” gerekiyor. Bu konuda çalışanlar ve bilgiye sahip olanlar, İsrail’in özür dilemeyi ve tazminat ödemeyi kabul edebileceğini söylüyorlar.Hareket tarzını ve hamlelerini, Suriye’de, Esad rejiminin gideceği ve Esad-sonrası sürecin başlayacağı üzerine kurmuş olan Türkiye dış politikasının bugün “çıkmaza” girdiğini görüyoruz. Türkiye, hızlı değişim içinde olan bölgesinde ve dünyada, Suriye sorunu yüzünden, “manevra kabiliyetini” kaybediyor. Türkiye-İsrail ilişkilerinde normalleşme, Türkiye’yi rahatlatacaktır. Fuat Keyman - Milliyet
Kim derdi ki Ahmet Davutoğlu’nun “Niye İsrail uçakları Esad’ın sarayının üzerinden uçup ülkesinin onuruyla oynarken bir çakıl taşı bile atmıyor?” sözünün, bu kadar baş ağrıtacağını. Davutoğlu’nun geçen hafta Sırbistan’a giderken sarf ettiği bu sözün, ne İsrail, ne de Şam’da çok büyük bir şaşkınlık yarattığını sanmam.
Ancak ABD başkentindeki yankısı, hâlâ sürüyor.
Tahminim Dışişleri Bakanı’nın söylemek istediği, Beşar Esad ve İsrail arasında soğuk bir barış olduğu, İsrail’in Esad’ı, Esad sonrası belirsizliğe tercih ettiğiydi.
Ancak, Washington’da bu söz, “Hadi ne duruyorsun, saldırsana, saldırsana!’ diye algılandı. Özellikle de İsrail konusunda çok hassas olan ABD Kongresi’nde rahatsızlık yarattığını duyuyorum. ABD elçisi Frank Ricciardone de, geçen gün Dışişleri Bakanlığı’ndaki 2,5 saatlik ziyaretinde, sadece Türkiye’nin sitemlerini dinlemekle kalmamış, kendisi de ABD tarafının ‘çakıl taşı’ rahatsızlığını yansıtmış.Gerçek şu ki, aynı Türkiye’de olduğu gibi Washington’da da Davutoğlu, Tayyip Erdoğan’ı doğrudan eleştirmek istemeyenler için ideal bir paratoner.
“Çakıl taşı” açıklaması, ilk dış gezi tutunda Türkiye’ye de gelmeyi düşünen ABD Dışişleri Bakanı John Kerry için ayrı bir sıkıntı konusu. Kerry, Kongre kökenli; daha düne kadar senatördü. Henüz kesinleşmeyen Türkiye gezisinin ise, İsrail’i de kapsayan bölgesel bir turun içinde yer alması olasılığı vardı. Ancak ABD’li kaynaklar, Kongre’de oluşan hassasiyet nedeniyle yeni Dışişleri Bakanı, İsrail öncesi Türkiye’ye gelirse, bu sözlere bir cevap verme gereği hissedeceğini vurguluyor. Yok eğer hiç gelmezse, aynı bir sıkıntı olacak.
Diğer taraftan Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun da önümüzdeki dönemde Washington gezisi söz konusu. ABD tarafı ‘çakıl taşı’ krizinin bu gezinin zamanlamasını da sıkıntıya sokacağı konusunda uyarıyor.
Doğru, keşke Davutoğlu bu sözü sarf etmeseydi! Ama diğer yandan da, bu sözün bu kadar büyümesinde acaba Ankara-Washington hattırnda Suriye ve Irak konusundaki anlaşmazlıkların da rolü var mı diye de merak ediyorum...
Aslı Aydıntaşbaş
Gelin Sinagog saldırılarında ölenleri nasıl andığımızı hatırlayalım
Gelin Sinagog saldırılarında ölenleri nasıl andığımızı hatırlayalım. Hani El Kaide'nin baş şüpheli olduğu, 2003 yılında Şişli ve Kuledibi'ndeki iki sinagoga eş zamanlı olarak düzenlenen bombalı saldılarda ölenler. 27 kişi ölmüştü. Burada belki biraz daha şanslıyız. Hiç olmazsa Beyoğlu Müftüsü, Belediye Başkanı filan katılıyor anma törenlerine. Ama yukarıda bahsettiğim türden "kamusal", iktidarı temsil eden bir katılım görmek zor. Biliyorum, zor olacak elbette. Sağ'ın "Yahudi" meselesi ile yüzleşmesini gerektirecek bir katılım olacaktır zira bu. Ve öyle bir yüzleşme hayli zordur mevcut durumda. Ama zor olması, bunun bir mesele olarak önümüzde durduğu gerçeğini değiştirmiyor, değiştirmez. Toplam tabloya bakacak olursak: Hepsinde bir mazeret var değil mi?
Kimini derin devlet yaptı, kimi misyonerdi, kimini El Kaide yaptı. Kimini Türkiye'yi zor durumda bırakmak isteyenler yaptı. Hiçbirinde bu topraklardaki baskıcı, ayrımcı zihniyetin bir dahli yoktu, değil mi? Hiçbirinde klasik resmi görüş, sağ ve -bir kısım- sol tarafından pompalanan yabancı düşmanlığının payı yoktu değil mi? Hepsine takacak bir kulbunuz var.
Bu ülkenin faşizmiyle yüzleşmemektir bu. Kendimizi kandırmaktır. Ve bu yüzleşmeme hali sürdükçe, "Bu ülkede ırkçılık yoktur, hiçbir zaman olmamıştır" nutukları havada kalmaya mahkûmdur. Ki zaten o nutuklarda farkettiyseniz hiç Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Süryaniler, Yezidiler sayılmaz. "Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Çerkesiyle, Lazıyla, Boşnağıyla..." diye gider. O sıralama çok şey anlatır bize. Bu ülkenin adı konmamış ırkçılığını, en başta. Ve ülkedeki "milletler" hiyerarşisini…
Evet, gizli gizli yapılıyor o törenler. Çünkü çoğunluğu bir de anma töreniyle "germemek" lazım. Çünkü evet bunlar hassas konulardır.
Memleketimizin hassasiyetleri vardır. O hassasiyetlere saygı göstermek lazımdır. Hiçbirimiz gerginlik istemiyoruzdur. Bu ülkede ırkçılığın ismi hassasiyet oldu ne zamandır. Haberiniz var, değil mi?
Yetvart Danzikyan
Bu iktidar döneminde Türkiye bölgeyle İngilizce değil Arapça konuşarak anlaşmaya başladı
Geçenlerde bir panelde bir düşünce kuruluşunun dünyayı iyi değerlendiren başkanı bir saptamada bulundu. Bu iktidar döneminde Türkiye’nin bölgeyle İngilizce değil Arapça konuşarak anlaşmaya başladığının altını çizerek bunun dış politika açısından önemini vurguladı. Ne var ki bölgenin dilini konuşmak o dili iyi anlamak demek olmuyor. Bölgenin siyasi dilini anlamaya da yetmiyor. Bunun için daha farklı bazı donanımlara ihtiyaç var. Bu yanılgıya ek olarak Türk dış politikasında özellikle bu yeniden yapılanma döneminde çok zararlı olduğuna inandığım bir eğilim daha var. Giderek de derinleşiyor. Türkiye yeterli miktarda güç biriktirmeden güç harcıyor. Her yere yetişmeye çalışırken kendisi açısından en hayati meselelerin hiç birini sonuçlandıramıyor. Söylemindeki iddia düzeyini en tepelerde tutuyor. O iddialarla uyuşan bir siyaset üretemediği ya da bu siyasetten sonuç alamadığı zaman da gereksiz yere zaaflarını sergilemiş oluyor.
Bugünkü durumda Türkiye Suriye rejimi ile kanlı bıçaklı, Bağdat‘taki hükümetle küs, İran ile sorunlu, İsrail ile düşmanca bir ilişkiye sahip. Körfez ülkeleriyle çıkar birliğinde pürüz çıktığı Arap basınında giderek daha sık yazılıyor. Moskova Ankara’nın hemen hiç bir önemli meselesinde Türkiye’den yana değil. Türkiye’nin arasının iyi olduğu tek siyasi oyuncu Kürdistan Bölgesel Yönetimi. Onlarla da Suriye Kürtleri nedeniyle potansiyel gerginlik ihtimali var. AB‘ye öfkelenen hükümet, NATO‘ya ihtiyacı giderek artarken Şanghay yollarını açmaya uğraşıyor. Son dönemde neredeyse koşulsuz desteğini arkasına aldığı ABD ile sorunları keskinleşiyor, sorunlu meselelerin sayısı artıyor. Gün Türkiye’nin akıllı ve akılcı işbirlikleri kurma günüdür. Bu da tüm ilişkilere sıfır toplamlı oyun değil, bir zamanlar dilimize pelesenk olmuş “kazan kazan” perspektifiyle bakmayı, dili yumuşatmayı, heyecanlara kapılmamayı gerektirmektedir.
Soli Özel
http://www.haberturk.com/yazarlar/soli-ozel/818727-0-onderli-dunyada-turkiye-2
“Yahudiler bu memleketin kanını emiyorlar”
“Arapları hiç sevmem, hem pistirler hem de arkadan hançerlerler” derdi annem. “Kürtler medeni değildir ama sadık olurlar”, “Babanın çok Ermeni arkadaşı var ama hepsi iyidir”, “Yahudiler bu memleketin kanını emiyorlar”, “Rumlardan korkarım, çocukken kopiller bana taş atmışlardı”, “Çingeneler hırsızdır.” ...Cumhuriyet’in ilk öğretmen kuşaklarından annemin ötekilere ilişkin duygu ve düşünceleri böyleydi. Bunları çok doğal biçimde, safiyane bir beyaz Türk pervasızlığıyla söyleyen annem, 1940’lar İstanbulu’nun en kozmopolit semtlerinden biri olan Bakırköy’de, karşımızdaki Yahudi, yan evdeki Ermeni ve alt dairedeki Rum komşularımızla çok iyi geçinir, gerektiğinde beni onlardan birine emanet eder, gözü hiç arkada kalmazdı. Mektep Sokak’ta Kürt komşular var mıydı bilmiyorum, varsa bile, o günlerde Kürt oldukları bilinmezdi zaten. Babamın Vartolu emireri Kürt Haso “Kürtlerin sadakatinin” canlı kanıtıydı annemin gözünde. Cumhuriyet kızı genç muallime Behice Hanım, kendisinin milleti hâkimenin (egemen ulus) parçası olduğu bilinci ve bu durumun doğurduğu üstünlük duygusuyla, ötekilerle kurduğu gündelik, bireysel ilişkilerde hoşgörülü ve rahattı. O noktada ideolojik önyargılar sona eriyor, insani ilişkiler devreye giriyordu.
Oya Baydar
http://t24.com.tr/yazi/birgul-aguler-ile-sirri-sakikin-bize-tuttugu-ayna/6203
Anti-Semitizm ne yazık ki bir grubun tekelinde değil.
Almanya’daki sivil toplum kuruluşlarından biri olan Amadeu Antonio Vakfı’nın sayfasında bir makale okudum. Şöyle yazıyordu: “Avrupa’daki Anti-Semitiklerin aşırı sağcı Neo-Naziler olduğu düşüncesi değişmeye başladı. Artık bu konuda medya ilgisi göçmenlere, özellikle de genç Müslümanlara kaydı”.
- Anti-Semitizm Almanya’da ciddi bir sorun, hiçbir zaman da bitmedi. Utançla söylüyorum, bizde Musevi mezarları polis tarafından korunmak zorunda. Sinagoglara gidenlerin de güvenliklerini sağlayamıyoruz. Bu tehdit farklı taraflardan geliyor. Biri klasik aşırı sağ, Neo-Naziler. Bunun ötesinde ne yazık ki Ortadoğu’daki TV kanallarından gelen Anti-Semitizm zehiri Almanya’daki çocuklarımıza da işleniyor. Musevi okuluna giden çocuklar; Arap, Türk ya da Kürt kökenli çocuklar tarafından tehdit ediliyor.
Neo-Nazilerin nefreti Müslümanlara yönelirken, Anti-Semitizmi Müslümanlar mı devraldı?
- Anti-Semitizm ne yazık ki bir grubun tekelinde değil. Toplumun farklı kesimlerinde, hatta solda bile bulabilirsiniz. Son yıllarda maalesef arttı Müslümanlar’dan gelen Anti-Semitizm. Geçenlerde sinagogda bir ayine katıldım.
Haham, ünlü bir haham. Neyiyle ünlü? Müslümanların haklarını savunmasıyla. Müslüman-Musevi kardeşliği mücadelesi veren, Türkiye’nin AB’ye girmesini savunan bu haham, başında kipa olduğu için sokağın ortasında gençler tarafından dövülüp hastanelik edildi. Yakalanamadılar ama Müslüman gençler olduğunu biliyoruz. Adam ona rağmen “Bunu yapanlar Müslümanlar, Türkler ya da Araplar değil. Tek tek gençler” diyor.
Nefret suçlarının iki objesi olarak Müslümanlar ile Museviler arasında hiçbir ortaklık yok mu?
- Şunu unutmuyorum. 90’lı yılların başında Mölln ve Solingen’deki saldırılardan sonra Türk toplumu parçalanmış bir şekilde televizyona kim çıkıp konuşacak diye tartışıyordu. Özel kanallar yoktu ve akşam haberlerine çıkacak kişi, Almanya’nın yarısına hitap ediyordu. Hele Solingen saldırısından sonra yüzde 90’ına. Bizim adımıza televizyona çıkması için üzerinde anlaştığımız tek kişi Musevi toplumunun lideri oldu. Ve çıkıp öyle bir konuştu ki, hepimiz hüngür hüngür ağladık ekran başında. Musevi toplumu ile Almanya’daki Türkiye toplumu ve Müslümanlar arasında birliğimiz vardı. Birlikte mücadele ediyorduk. Bunun hafifçe yeniden doğuşunu sünnetin yasaklanması gündeme geldiğinde yaşadık.
Cem Özdemir
ABD İsrail'e yerleşimleri boşaltmayı dayatabilir mi? Zor.
Bu sorunlar aşılsa bile İsrail, Birleşmiş Milletler'in tanıdığı 1967 ateşkes sınırlarını kabul eder mi? Sanmıyorum. Aksine İsrail işgal ettiği alanı sürekli genişletiyor. Yasadışı yerleşimlerdeki nüfus 500 bini aşmış durumda. Yerleşimcilerin üçte ikisi Batı Şeria'nın dört bir yanındaki irili ufaklı 221 yerleşim biriminde; kalanı da İsrail'in Doğu Kudüs'ü de içine alacak şekilde genişlettiği 'Kudüs Büyükşehir Belediyesi' dâhilinde yaşıyor. Geçen Kasım'da BM'de Filistin'e üye olmayan devlet statüsü verilmesi üzerine, İsrail Doğu Kudüs ile Batı Şeria'nın bağlantısını fiilen kesecek üç bin konuta daha onay verdi. Yeni yerleşim inşaatlarının dondurulması, geçmişte Filistinlilerin barış görüşmelerine başlama şartlarından biriydi. Sonuçta bütün bu yerleşimler, onları birbirine bağlayan kompleks yol ve altyapı sistemleri, güvenlik gerekçeli alan işgalleri ve 'apartheid duvarı'yla, müstakbel Filistin devleti için öngörülen toprakların yarısı fiilen İsrail işgali altında.
ABD İsrail'e yerleşimleri boşaltmayı dayatabilir mi? Zor. Hele bölgede pek de kontrol edemediği anlaşılan muazzam bir altüst oluş süreci yaşanırken. İsrail bu değişimlerin ortasında güvenilir bir müttefik olarak hâlâ bir çıpa işlevi görüyor. Nitekim eski Kongre üyelerinden Robert Wexler'e göre Obama'nın İsrail ziyaretinin asıl amacı 'İran'ın nükleer silah üretmeye yaklaştığı, Suriye'de de kaosun egemen olduğu bir zamanda iki ülke arasındaki güvenlik işbirliğini teyit etmek' olacak.
Işın Eliçin
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/IsinElicin/filistin-icin-eylem-diyen-kamera/36254
Türkiye-İsrail ilişkilerinde normalleşme, Türkiye’yi rahatlatacaktır.
Washington’da, TÜSİAD-Brookings Türkiye projesi direktörü Kemal Kirişçi, gazetemizin başarılı Washington temsilcisi Pınar Ersoy’a verdiği mülakatta, Obama’nın ikinci başkanlık döneminde, “İran sorununun önemli olmakla birlikte, İsrail’in İran’dan daha önemli olacağını” söylüyor. Doğru öngörü. Obama’nın ilk dış ziyaretini İsrail’e yapacak olması da, Kirişçi’nin öngörüsünü destekliyor.
Obama ilk dış gezisi olarak İsrail’e gidiyor. Dışişleri Bakanı Kerry de ilk gezisi olarak Türkiye’ye geliyor. Obama İsrail’e, Kerry Türkiye’ye, “ilişkilerinizi en azından normalleştirin, birbirinizle konuşmaya başlayın” önerisinde bulunacaklar.
Türkiye ve İsrail’in tekrar konuşmaya başlaması, başta Suriye sorunu çözümü olmak üzere, Arap Baharı ve Ortadoğu istikrarı için çok önemli ve faydalı olacaktır.
İsrail’in, Mavi Marmara’da öldürülen vatandaşlarımız için “özür dilemesi” ve “ailelere tazminat ödemesi” gerekiyor. Bu konuda çalışanlar ve bilgiye sahip olanlar, İsrail’in özür dilemeyi ve tazminat ödemeyi kabul edebileceğini söylüyorlar.
Hareket tarzını ve hamlelerini, Suriye’de, Esad rejiminin gideceği ve Esad-sonrası sürecin başlayacağı üzerine kurmuş olan Türkiye dış politikasının bugün “çıkmaza” girdiğini görüyoruz. Türkiye, hızlı değişim içinde olan bölgesinde ve dünyada, Suriye sorunu yüzünden, “manevra kabiliyetini” kaybediyor.
Türkiye-İsrail ilişkilerinde normalleşme, Türkiye’yi rahatlatacaktır.
Fuat Keyman
Yani ABD ile Türkiye, sadece Türkiye’deki adaletin ve insan haklarının durumu konusunda değil, Suriye konusunda da, İsrail konusunda da ters kutuplara düşmüş durumdalar!
AKP hükümeti, (artık Türkiye diyemeyeceğim), Suriye’de muhaliflerle yönetim arasındaki uzlaşma arayışlarını bile sabote edecek kadar; ABD’yi, Suriye’ye ve İsrail’e müdahale etmeye çağıracak kadar, savaşın tarafı haline gelmiş durumda!
Hatta ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland bile, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, AKP hükümetinin ve Davutoğlu’nun bazı sözlerini “tahrik edici” bulduğunu, Türkiye’deki hükümetin Orta Doğu’daki olaylar hakkındaki tahrik edici açıklamalarından rahatsız olduklarını, bunu da Ankara’daki ABD Büyükelçiliği vasıtasıyla Türkiye Dışişleri Bakanlığı’na aktardıklarını açıkladı.
AKP hükümetinin, (yine Türkiye Cumhuriyeti diyemeyeceğim, belki Bekir Coşkun’un önerdiği gibi “Akkoyunlular Beyliği” diyebilirim), dünyada neredeyse hiçbir dostu ve sempatizanı kalmadı. Avrupa Birliği ile ilişkiler kötü, komşularımız olan İran, Irak ve Suriye ilişkiler kötü, İsrail ile ilişkiler kötü! Şimdi ABD ile de ilişkiler bozulmaya başladı!
Pekiyi dostlar kim? Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, HAMAS, Müslüman Kardeşler vs!
Örsan K. Öymen
http://t24.com.tr/yazi/icislerine-karismak-veya-karismamak/6211
Şimdi Türk dış politikasına yön verenler bir durum değerlendirmesiyle karşı karşıya
2 Eylül 2011’den bugüne yaklaşık olarak bir yıl beş ay geçti. Türkiye, ihtiyatlı bir diplomasinin gereği olarak gerçekten de bir süre beklemeliydi. İsrail’in çözüm doğrultusunda bir adım atmayacağını görmeliydi. Ne var ki İsrail hükümeti Türkiye’nin beklediği nitelikte bir özre ve tazminat ödemeye yanaşmadı. Hele Gazze ablukasının kaldırılması meselesini aklından bile geçirmedi İsrail hükümeti. Başbakan Erdoğan da birçok kez bölgede barışın mevcut İsrail hükümetiyle sağlanmasının çok zor olduğunu vurgulayıp, İsrail halkından kendilerine barışı getirecek yeni bir yönetim seçmelerini istemişti. ABD Başkanı Bush’un Haziran 2002’de Filistin halkından “terörle uzlaşmamış yeni liderler seçmelerini” istemesiyle ne kadar da benzeşiyordu bu çağrı. Arafat, bu çağrıya kulak verip barış müzakerelerine Filistinlilerin temsilcisi olarak katılacak Abbas’ı Mart 2003’te başbakanlığa atamıştı. Ancak, İsrail halkı Ocak 2013’te mevcut başbakanıyla yola devam kararı aldı.
Şimdi Türk dış politikasına yön verenler bir durum değerlendirmesiyle karşı karşıya: Yeni kurulacak İsrail hükümeti, Filistinlilere yönelik tutumunda, özellikle de Gazze politikasında yumuşayacağa benzemiyor. Hatta süreci daha da sıkıntıya sokacak “yeni yerleşim bölgesi inşası” ve “Gazze’ye hava saldırıları” gibi gelişmeler yeni hükümet döneminde her an karşımıza çıkabilir. İran konusunda atılacak adımlar ise bölge barışını çok zor bir sürece sokabilir. Öyleyse, şimdi Türkiye ne yapacak? 2 Eylül 2011’de açıkladığı İsrail’e yönelik yaptırım kararlarını uygulayacak mı?
Erkan Ertosun
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1120404&CategoryID=132
Bu insanları yabancı kategorisine koyuyorsak eğer işte asıl orada zül etmiş oluruz...
Kanun, mevzuatlarımızda Türk ana-babadan, Türk soyundan veya Türk kültüründen olma şartlarını koyacağız; sonra Ermeni / Rum/Yahudi okullarında TC vatandaşı aslen Ermeni/Rum/Yahudi Müdürün altına Türk Müdür Baş Yardımcısı sıfatlı birini atayacağız. Bakın burası çok önemli Türk Müdür Baş Yardımcısı da, Ermeni (veya Rum ya da Yahudi) Müdürün Sicil Amiri olacak iyi mi?
Vatandaş oğlu (ya da kızı) vatandaş olup, aslen açık (yani Müslümanlaşmamış) Ermeni, Rum, Süryani veya Yahudi insanlarımız en sıradan devlet memuriyetine girebilmek için diğer vatandaşlara göre ek olarak Anayasa’da karşılığı olmayan, adı değişmiş olsa da Azınlık Tâli Komisyonu’ndan icazet almaları gerektiği gibi nice örnekler var…
Ve ülkemizde hala uygulanmakta olan Atatürk milliyetçiliğinin asla ırki anlam taşımadığı filan gibi bir savı, yüzümüz kızarmadan iddia etmeye devam ede(meye)ceğiz herhalde…
Bunu dediğimizde bazıları Aman efendim, Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan Okullarına bakın, orada Türk Müdür Baş Yardımcısı diye şeyler yok diyecekler… Biz de Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan yani (hakiki anlamda) yabancı okullarından bahsetmiyoruz… Kaldı ki yabancı okulunda bile olmayan bir durumu eğer Ermeni, Rum, Yahudi gibi yerli mi yerli vatandaşlarımızın okullarında var ise zaten asıl sorun burada demek zorunda kalacağız.
Çünkü efendim, Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan bu topraklarda yabancı ama Süryani, Ermeni, Rum ve Yahudi bu topraklarda sizden – bizden daha da yerli! Bu insanları yabancı kategorisine koyuyorsak eğer işte asıl orada zül etmiş oluruz...
Raffi A. Hermonn
http://t24.com.tr/yazi/musluman-rum-musluman-ermeni-ifadesine-alismaliyiz/6206
Siyasi bir algı yaratma işidir zafer. Bu kadar basit.
Bizler için zafer nedir? Daha çok terörist öldürmek mi? Daha çok güvenlik mi? Zafer dediğiniz şey... Kim daha iyi bir siyasi gerçeklik yaratırsa onun olur. Siyasi bir algı yaratma işidir zafer. Bu kadar basit.
Bu sözler kimlere ait biliyor musunuz? 1980’den itibaren İsrail’in gizli servisi Şin Bet’i yönetenlere. Yani bir bakıma İsrail’i gerçek manada yönetenlere. Hatta dünyaya şekil verenlere. Şin Bet’in eski yöneticilerinden Avraham Şalom (1980-86), Yaacov Peri (1988-94), Carmi Gillon (1994-96), Ami Ayalon (1996-2000), Avi Dichter (2000-2005) ve Yuval Dichter (2005-2011) daha önce hiç röportaj vermemişti. Yönetmen Dror Moreh’in karşısına geçtiler ve bir belgesele içlerini döktüler. Oscar’a aday gösterilen The Gatekeepers adlı bu belgeseli izleyen İsrail’deki şahinler “Bizim Şin Bet sol saçmalıklara kurban gitmiş” diye eleştiriyor ama bu bir tür nedamet getirme bana kalırsa. Filistinlileri nasıl köy meydanında toplayıp ahaliden küçük müzevirler yarattıklarını, işkenceleri, Hamas liderlerine düzenledikleri suikastları, iç muhasebelerini ve iki halk arasındaki sorununun askeri yöntemlerle nasıl çözülemediğini çok net anlatıyorlar. O askeri yöntemler ne kadar ‘süper’ olursa olsun.
Ezgi Başaran
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1120282&CategoryID=97
İsrail açısından iyi senaryo Batı'ya dönük, mezheplerüstü bir liberalin liderliğinde Suriye'nin bütünlüğünü koruması
Suriye'deki iç savaşın durumu İsrail açısından hayati öneme sahip. Sadece ateşin çevreye sıçraması ve İsrail'i yakması açısından değil. Orada şekillenecek olan yapı Ortadoğu'nun bundan sonraki genel karakteristiğinin ilk örneği olabilir. İsrail açısından iyi senaryo Batı'ya dönük, mezheplerüstü bir liberalin liderliğinde Suriye'nin bütünlüğünü koruması. Bu Türkiye'nin de tercihi olabilecek bir durum ama gerçekçi mi tartışılır.
İç savaşın sonunda Esad'ın yerine İslami rengi baskın bir yönetim kurulması daha mümkün görünüyor. İsrail açısından İran'a yakın bir yönetim yerine Suudi Arabistan, Katar çizgisinde bir yapının varlığı tercih sebebi. Zira aralarındaki gizli beraberlik, İran'a karşı olma çizgisinde açıkça görünür hale geliyor. Burada İsrail'i korkutan faktör ise El Kaide tipi yapıların beslenebilecek ve yuvalanacak bir sığınak bulması. Hamas, El Kaide bağlantısı ise tam bir karabasana dönüşebilir.
Suriye'de Rus etkisinde kurulacak Esad benzeri diktatoryal bir düzen ise İsrail açısından kabul edilebilir senaryo. Suriye'nin İran etkisinden sıyrılması, buna karşın dini akımların ülkeye giriş şansının bitirilebilmesi adına 3. alternatifin güçlü bir olasılık olarak sivrilmeye başladığını söyleyebiliriz
Deniz Ülke Arıboğan
http://www.aksam.com.tr/israilin-suriye-politikasi-9063y.html
Oysa yurdumuzdaki gayrimüslimlerin içinde ne yoksulluk öyküleri, ne yokluk anıları birikmiştir, birikmektedir, birikecektir.
Yoksul çocukların, kara derili yurttaşların boynu -başka her yerde olduğu gibi- büküktür. Oysa yurdumuzdaki gayrimüslimlerin içinde ne yoksulluk öyküleri, ne yokluk anıları birikmiştir, birikmektedir, birikecektir.
Bunları, karşınızda konuşan insanla göz göze geldiğinizde daha iyi duyumsarsınız. Örneğin, yüzyıl kadar önce İstanbul'da Ladino dilinde yayınlanmış bir mizah derigisi vardı, "El Djugueton" (sözlük anlamı: soytarı).
Henüz açlık, yoksulluk içinde kendine bir ekmek kapısı aradığı günlerde bu dergiyi çıkarmanın düşünü kuruyormuş İstanbul'lu Eliya Karmona. Kendisi bir matbaa işçisi ve tipograftır. Yazabilmeyi düşlerken yasaklarla, yokluklarla boğuşur. İş bulabilmek için, geçimini sağlayabilmek için yollara düşer. Trakya'ya, Mısır'a gider. Kahire'de cebindeki son parası ve umutları (biraz da Abdülhamit dönemindeki sansürün etkileri nedeniyle) kayıp gittiğinde bir köprünün üzerinde durur. Açlıktan, sıkıntıdan kendini Nil Nehri'ne atmak ister. Ama onun da canı hepimizinki gibi tatlıdır, buna cesaret edemez.
Bu intihar teşebbüsünü izleyen yıllarda, daha cesur ve hin olan kimi insancıklar ise onun yoksulluktan kıymak istediği kendi canına, ailesinin ve tüm soyunun sopunun canlarıyla birlikte, göz koyup fermanlar yazarlar.
Biz bu kanlı fermanları da, bu fermanları imzalayan devletlû elleri de tanırız.
Ozan Göray
http://www.muhalifgazete.com/60324-yazarlar.htm
Obama, Netanyahu’ya anlamlı bir barış girişimine somut bir baskı yapmak için geliyorsa, hoş geliyor.
Dört yıl önce seçimlere gitmek yerine Tzipi Livni bir hükümet kurmak için Shas’a ihtiyacı vardı. Adeti olduğu üzere Shas, bunun için çok fazla para istedi. Parayı vermek yerine Tzipi erdemini korudu ve reddetti. Sonuç, Netanyahu, iktidara geri geldi.
Şu an karşı karşıya olduğumuz ikilem budur. Shas-adamlarına ödeme yap ve barışa git ya da Bennett’i al ve “askerlik eşitliğinden” bahset. (Şu an sadece konuşma. Askerliğin gerçek eşitliğini sağlayacak bir kanun iç savaş demektir.)
Peki ya gerçek patron? Hayır, açılış oturumunda parlayan Sara’le Netanyahu’yu kastetmiyorum. Barack Obama’dan bahsediyorum.
Hiç uyarı yapmadan bu hafta İsrail’e geleceğini ilan etti. Yeni hükümetimizin kurulmasının hemen ardından. Ramallah’a da gidecek.
Mutlu mu mutsuz mu olmalıyız?
Değişir. Eğer seçim yenilgisinin ardından Netanyahu için teselli ödülüyse, kötüye işarettir. Oğul George Bush’dan beri ilk ABD başkanın ziyareti Netanyahu’yu güçlendirir ve uluslararası itibara sahip tek İsrailli lider olarak imajını pekiştirir.
Fakat eğer Obama, Netanyahu’ya anlamlı bir barış girişimine somut bir baskı yapmak için geliyorsa, hoş geliyor.
Netanyahu, Obama’yı “açılış barış görüşmeleri” ile tatmine çalışacak. Bu sıfır artı sıfırdır. Bennett dahi buna razı olur. Lapid ve Livni’den bahsetmiyorum bile. Evet. Hadi görüşelim. “Ön koşulsuz”. Yani, yerleşimlerin genişlemesini durdurmadan. Konuşalım ve konuşmaya devam edelim. Ta ki herkes mosmor olana ve Obama ile Netanyahu’nun süreleri bitene kadar.
Fakat eğer Obama bu sefer ciddiyse, farklı olabilir. İki devletli çözümün hayata geçirilmesine dair sıkı çizelgeye sahip Amerikan ya da uluslararası ayrıntılı bir plan gibi. Belki de başlangıç olarak uluslararası bir konferans olabilir. Amerikan vetosu olmadan bir BM kararı da.
Eğer bu olursa yeni tüm taze ve genç yüzlerle yeni Knesset, gerçek bir tartışma ve önemli kararlar almak için toplanacak. Ve belki de sadece belki tarih yazacak.
Uri Avnery
http://www.timeturk.com/tr/2013/02/11/beraber-yurunur-mu-bu-yolda.html
Netten okumalar
İsrail'i kızdıran hahamlar
http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=398112&kn=27&ka=4&kb=27
Struma faciasının gerçek suçlusu kim?
KUŞÇUNUZUN KÖŞESİ - YUDA SİLİKİ
http://www.hasturktv.com/israili_taniyalim/5733.htm
Değişen Arap iklimi ve Hamas
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/02/130208_meshal_candarinterview.shtml
HELAL VE KOŞER – Feyzi İşbaşaran
http://feyziisbasaran.wordpress.com/2013/02/08/helal-ve-koser/
Irkçı mısınız? – Semra Somersan
http://www.ilkehaber.com/haber/irkci-misiniz-25192.htm
Tanımadığımız İsrail - Amal Al-Hazzani
http://www.hasturktv.com/dunyada_bugun/5805.htm
Tel Aviv’de Hayat
Tel-Aviv'de Moda
http://w-world.com/modatanricasi/tel-avivde-giyinirken-rahatlik-on-planda
İsrail'de Ne Yesek?
http://w-world.com/evininhanimi/ortadogunun-avrupasi-israelde-ne-yenir
Netten seyredin
‘Tahire Demircan ile Işıltılar - 2 Şubat 2013 - İstanbul’da düzenlenen Turk-İsrail dostluk yemeğini hazırlayan Şef Eyüp Kemal Sevinç, Şef Ruth Oliver ve yemek kitabı yazarı Janna Gur
http://tv.cnnturk.com/isiltilar
İsrail'in Suriye saldırısı ve olası gelişmeler - Deniz Ülke Arıboğan