İzak Baron´dan Ağa Takılanlar

• Erdoğan Tel Aviv’le ilişkileri düzeltmek için perde arkasında görüşmelerin yapıldığı, Mavi Marmara saldırısı için özür formüllerinin arandığı ve Washington’ın iki müttefikini barıştırmak için Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Ankara, Başkan Barack Obama’nın Kudüs ziyaretini bir fırsat olarak gördüğü sırada neden böyle bir çıkış yaptı? Bu çıkışı her taşın altında Siyonist eli arayan merhum Başbakan Necmettin Erbakan’ın Milli Görüş tedrisatından kalma zihni mirasa bağlamak mümkün. Tabi bir de Erdoğan, Arap âlemindeki itibarını İsrail’e çatan çıkışlarına borçlu. Araplar, İsrail’le ticaretin Mavi Marmara’dan sonra arttığı gerçeğini görünceye dek bu çıkışlar prim yapar. o Fehim Taştekin - Radikal

İzak BARON Diğer
6 Mart 2013 Çarşamba

A Ğ A      T A K I L A N L A R

 

  • Başbakan bağcıyı dövmek yerine üzüm yemek istiyorsa siyonizmi eleştirirken yanlış anlaşılacağını hesaba katmalıydı.

 

Bugünkü haliyle siyonizm sadece İsrail devletinin kurulması olarak algılanmıyor. İsrail devletinin Filistin toprakları üzerinde yayılmacı politikası, Arapları ikinci sınıf vatandaş konumuna getirmesi ve Musevilerin seçilmiş bir ırk olarak kendilerini üstün görmeleri hep siyonizm hanesine yazılan negatif unsurlar. Musevi olmayan Amerikalı uzmanlar siyonizmin bu yönüne aşina. Arap ve İslam dünyası, hatta Avrupa'da sol aynı nedenle siyonizme olumsuz yaklaşıyor. Zaten tam da bu nedenle Brookings'deki arkadaşım yazının başında belirttiğim soruyu sordu. Onun gözünde de siyonizm sorunlu bir kavram. Ayrıca Erdoğan'ın yaptığı konuşmada antisemitizm kavramını da insanlığa karşı bir suç olarak nitelemesi İslam dünyasında pek duymaya alışmadığımız bir bakış açısı.

Sonuç olarak şurası kesin: Erdoğan siyonizmi lânetlerken anti-semit bir önyargı ile hareket etmiyor. Siyonizm bugünkü haliyle İsrail solunun bile kabul etmekte zorlanacağı bir proje ve felsefe. Filistin toprakları işgal altında kaldıkça, yasadışı yerleşim merkezleri Batı Şeria'da kurulmaya devam ettikçe, İsrail pasaportu taşıyan Araplar ikinci sınıf vatandaş olarak kaldıkça, siyonizm sorunlu bir kavram olmaya devam edecek. Ama bütün bunlara rağmen Türkiye ve İsrail'in ilişkilerini düzeltmesi gerekiyor. Eğer Başbakan bağcıyı dövmek yerine üzüm yemek istiyorsa siyonizmi eleştirirken yanlış anlaşılacağını hesaba katmalıydı. Zira İsrail Türkiye yakınlaşması şimdi artık daha da zor hale geldi.

 

Ömer Taşpınar

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/taspinar/2013/03/04/siyonizm-ve-antisemitizm

 

Son kriz, ABD'nin de teşvikiyle Türk ve İsrailli diplomatlarca el altından pişirilen barışma aşına da su kattı.

 

İsrail'le son yol kazasının tam Kerry'nin ziyaretine denk gelmesi hem Türkiye hem Kerry adına talihsizlik. Kerry, Türkiye'ye aşina ve beraber çalışmaya yatkın biri. Bu ziyarette en son yapmak istediği şey, Başbakan'ı eleştirmekti. Tam aksine, başta Başbakan; Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Bakan Ahmet Davutoğlu ile şahsi ilişkisini daha da pekiştirmek istiyordu. Gül ve Davutoğlu cenahında bu hedefine ulaşmış olabilir, ama Başbakan'la iyi bir başlangıç yapabildiği söylenemez. Bakanlıktan sonra daha yüksek bir siyasi basamağa atlama şansı bulunmayan Kerry'nin, adını tarihe yazdırabilmek için Ortadoğu Barış Süreci'ni yeniden canlandırma gayreti içine gireceği tahmin ediliyor. Eminim Filistin meselesinde Türkiye'nin ve şahsen Başbakan Erdoğan'ın özellikle bölge kamuoyu nezdindeki ağırlığının farkında. Sırf bu bile, Ankara'yla arasını iyi tutmak istemesi için yeter. Kerry ve Obama yönetimi için ideal olan, İsrail ile Türkiye'nin bir şekilde arayı düzeltip başta Filistin meselesi, bölgesel konularda daha yakın çalışması. En azından birbirlerine çelme takmamaları. Ama her iki müttefiklerine de söz geçiremiyorlar. Son kriz, ABD'nin de teşvikiyle Türk ve İsrailli diplomatlarca el altından pişirilen barışma aşına da su kattı. Türkiye'nin gücünün artması ve uluslararası arenada bir üst lige çıkmasında Erdoğan hükümetinin özgüvenli ve özverili gayretlerinin çok etkisi oldu. Ancak büyük güçlerin bile işin içinden çıkamadığı bölgemizde her sorunun üstesinden gelemeyeceğimiz aşikâr. Herkesi hizaya getirmek imkânsız. Bu şartlar altında cepheyi büyütmektense, enerjimizi Suriye ve Irak gibi daha öncelikli alanlara yoğunlaştırmalıyız. Ağır bölgesel sorumlulukları, mümkün mertebe dost ve müttefiklerle paylaşmalıyız. Obama yönetimiyle kanalları sağlam tutmak o nedenle önemli.

Hükümet tam da bunu yapmaya çalışıyor. Ama İsrail'le süregelen kriz, ABD ve Batı'nın bölgede Türkiye'yle çalışmasını zorlaştırıyor. Türkiye lehine konuşan Batılıların elini zayıflatıyor. Hükümetin isabetle tekrar canlandırmaya çalıştığı AB tam üyelik sürecine sekte vuruyor. İslamofobik eğilimleri körüklüyor. Arabuluculuk kabiliyetimizi azaltıyor. Medeniyetler İttifakı eşbaşkanı Türkiye, sanki İsrail'le ihtilafın çözülmesini istemeyen tarafmış konumuna düş(ürül)üyor. Umarım bu kısır döngü bir an evvel son bulur.

Ali H.Aslan

http://www.zaman.com.tr/ali-aslan/israille-kisir-dongu-ve-abd_2060714.html

 

Bu çıkışı her taşın altında Siyonist eli arayan merhum Başbakan Necmettin Erbakan’ın Milli Görüş tedrisatından kalma zihni mirasa bağlamak mümkün

 

Siyonizm’in çok önem verdiği ‘Kutsal Topraklar’a Yahudileri göç ettirme yani ‘Aliya’ da bugün İsrail’in ısrarla sürdürdüğü temel politikalardan biri. Erdoğan’ın geçen hafta Viyana’da 5. Medeniyetler İttifakı Forumu’nda dile getirdiği “Tıpkı Siyonizm gibi, tıpkı anti-Semitizm gibi, tıpkı faşizm gibi, İslamofobinin de bir insanlık suçu olarak görülmesi kaçınılmaz hal almıştır” sözlerine duyulan tepkiyi işte bu gerçeklerle birlikte okumalı. Beri tarafta Erdoğan Tel Aviv’le ilişkileri düzeltmek için perde arkasında görüşmelerin yapıldığı, Mavi Marmara saldırısı için özür formüllerinin arandığı ve Washington’ın iki müttefikini barıştırmak için Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Ankara, Başkan Barack Obama’nın Kudüs ziyaretini bir fırsat olarak gördüğü sırada neden böyle bir çıkış yaptı? Bu çıkışı her taşın altında Siyonist eli arayan merhum Başbakan Necmettin Erbakan’ın Milli Görüş tedrisatından kalma zihni mirasa bağlamak mümkün. Tabi bir de Erdoğan, Arap âlemindeki itibarını İsrail’e çatan çıkışlarına borçlu. Araplar, İsrail’le ticaretin Mavi Marmara’dan sonra arttığı gerçeğini görünceye dek bu çıkışlar prim yapar. Erdoğan’ın edindiği itibara Obama’nın da ihtiyacı var. Yer yer Washington’a da diklenen bir ortak ABD’nin de tercih ettiği ortaktır.

Fehim Taştekin

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1123700&Yazar=FEHIM-TASTEKIN&CategoryID=100

 

Kendi içimizde mütemadiyen kavgalı ve birbirimize karşı bu kadar önyargılı ve hoşgörüsüz olabilirken Yahudilerin yaşam tarzına ve inançlarına bu kadar duyarlı yaklaşabilmemiz beni duygulandırdı.

 

Hayat bizim için hakikaten içi değişik lezzette çikolatalarla dolu bir kutu gibidir. Elimizi içine atıp bahtımıza ne çıkarsa onu yeriz, ama sonuçta kalitesi ne olursa olsun yenen bir çikolatadır.

Mezbahada da şansım yerinde gitti.

Mezbahada görevli olan hahamla tanıştım. Haham, cemaatleri için seçilen danaların Yahudi inancına uygun biçimde kesilmesinin başında durup denetliyor.

Heyecanımı kimse paylaşmıyor ama İstanbul mezbahasında bir hahamın olması beni çok heyecanlandırdı. Türkiye'nin eğer el birliğiyle bozmazsak aslında ne kadar güzel bir ülke olduğunu tekrar hatırlattı bana.

Yüzde 99'u Müslüman olan ve AKP gibi İslami duyarlılıkları yüksek bir partinin iktidarda bulunduğu bir ülkede bunun olabilmesi bana çok önemli geliyor.

Kendi içimizde mütemadiyen kavgalı ve birbirimize karşı bu kadar önyargılı ve hoşgörüsüz olabilirken Yahudilerin yaşam tarzına ve inançlarına bu kadar duyarlı yaklaşabilmemiz beni duygulandırdı.

Kendi kendime, "Türkiye işte bu yüzden büyük ülke, başka söze gerek yok" diyorum.

Serdar Turgut

http://www.haberturk.com/yazarlar/serdar-turgut-2025/823867-hayat-ici-cikolata-dolu-bir-kutu-gibidir

 

Erdoğan “One minute” itirazı ile elde ettiği puanları israf ettiğini gördü mü acaba?

 

Başbakan’ın Viyana’da ki Medeniyetler İttifakı toplantısında yaptığı konuşma tepki yarattı.

Erdoğan’ın siyonizm ile faşizm arasında bağlantı kuran sözleri , ağır eleştirilere ve protestolara sebep oldu.

Başbakan’ın siyonizmi insanlık suçu olarak nitelendirmesine en ağır eleştiri Avrupa Hahamlar Konferansı Başkanı Goldschmidt’den geldi:

“Başbakan Erdoğan bu sözleri ile Ahmedinecad seviyesine inmiştir!”

Erdoğan “One minute” itirazı ile elde ettiği puanları israf ettiğini gördü mü acaba?

Güngör Mengi

http://www.tumkoseyazilari.com/yazar/gungor-mengi/02-03-2013-sizmasi-iyi-oldu.html

 

Mesele bu bakımdan ele alındığında, Erdoğan'ın sarf ettiği cümlede Yahudilerin, bir yandan "Antisemitizm" bağlamında ayrımcılık ve zulmün nesnesi olarak, öte yandan yine "Siyonizm" sözcüğünün arkasında örtülü bir şekilde zulmün öznesi olarak ifade ediliyor olması; üstelik bu terimlerin yanına bir de yine Yahudilerin büyük bir zulme uğradığı faşizmin eklenmiş olması, eğer provokasyon değilse, oldukça sorunlu ve nitekim birçok Yahudi sivil toplum kuruluşu da buna tepki verdi.

 

Faşizm, Siyonizm ve antisemitizmin aynı cümle içinde ayrımcılığa karşı mücadele edilecek edimler olarak yan yana dizilmesi, aynı kategori içinde ele alınması bir kavram karmaşasına işaret ediyor.

Antisemitizm, Yahudi kültürü, yaşam tarzı ve inançlarına yönelik önyargı ve nefretten kaynaklanan, toplumsal ve siyasi yaşamda, kamusal, ekonomik ve kültürel alanda Yahudilere yönelik uygulanan ayrımcılık için kullanılan bir terim.

Öte yandan birçok Yahudinin Siyonist olmadığını da hatırlatalım; bu bakımdan Siyonizm ile Yahudi kimliği arasında dolaysız kurulan bağ ve genelleştirmeler, antisemitizmi meşrulaştıran önyargılar olarak görülmelidir.

Siyonizm ise Yahudi kimliğini öne çıkaran, Yahudilerin içinde bulundukları toplumlara asimile olmasına karşı çıkan ve tarihsel topraklara geri dönmelerini hedefleyen milliyetçi bir ideoloji (bu bakımdan Turancılık veya Ergenekon ülküsüyle karşılaştırılabilir). İsrail devletinin kurulmasının ardından hareketin başlıca hedefi, dış tehditlere karşı İsrail devletinin varlığını sürdürmesi ve güvenliğinin sağlanması oldu. Özellikle işgal altında tutulan topraklarda Filistin halkına yönelik ırkçı ayrımcı uygulamalar, baskı ve şiddet, İsrail devletine hâkim bu milliyetçi ideolojinin apartheid rejimiyle karşılaştırılmasına ve ırkçılığın bir çeşidi olarak algılanmasına yol açıyor. Birçok kişi de Siyonizmi sömürgeci bir ideoloji olarak eleştiriyor.

Ancak şunu unutmamak gerekiyor ki tüm milliyetçi hareketler üzerinde yükseldiği ulusal kimlik etrafında ırkçı ayrımcı tutuma sahip olabiliyor. Nitekim Osmanlının çözülüşü ve ardından ulus-devletin dizayn edilmesi döneminde "Türk kimliği" oluşturulurken, süreç, özellikle farklı etnik halklar ve Müslüman olmayan toplumlara karşı soykırım, pogromlar, çalışma kampları gibi etnik ayrımcılık ve şiddet pratikleriyle paralel gelişti. Buna rağmen, dönemin Kemalizm ideolojisini faşizmle eş değer görmek yanlış olacaktır. Ayrıca Erdoğan'ın bugün hala bu dönemin mirasına sahip çıkıyor olması ise işin bir başka yönü .

Burada ifade edilmek istenen, elbette bu iki ideolojinin ırkçı tutumlarının eleştirilmemesi gerektiği değil. Tartışılan nokta, eleştirinin yapıldığı bağlamla ilgili. Bu bakımdan Başbakanın ifadesindeki asıl sorun, Siyonizm, antisemitizm ve faşizmi aynı kategoride ele alıyor olmasında. Siyonizmin 19'uncu yüzyılın sonlarında ortaya çıkışındaki başlıca etken, Yahudilere karşı binlerce yıldır sürdürülen baskılardan (ve daha sonra Nazi zulmünden) uzak, kutsal olarak görülen topraklara geri dönerek, bir Yahudi devletinin kurulmasıydı. Mesele bu bakımdan ele alındığında, Erdoğan'ın sarf ettiği cümlede Yahudilerin, bir yandan "Antisemitizm" bağlamında ayrımcılık ve zulmün nesnesi olarak, öte yandan yine "Siyonizm" sözcüğünün arkasında örtülü bir şekilde zulmün öznesi olarak ifade ediliyor olması; üstelik bu terimlerin yanına bir de yine Yahudilerin büyük bir zulme uğradığı faşizmin eklenmiş olması, eğer provokasyon değilse, oldukça sorunlu ve nitekim birçok Yahudi sivil toplum kuruluşu da buna tepki verdi.

F.Levent Şensever

http://marksist.org/yazarlar/f-levent-sensever/10352-erdoganin-islamofobi-ve-siyonizme-bakisi

 

Erdoğan’ın, “siyonizmi” de antisemitizm ve faşizm gibi insanlık suçu sayıldığını sanmasını fırsat bilen Obama yönetiminin, Türkiye’nin İsrail’e karşı yürüttüğü “One Minute”cü diplomasiye bir ayar vermeyi gündemine aldığı anlaşılıyor.

 

Erdoğan her yurt dışına çıktığında gündem mi değiştirmek istiyor, yoksa içinden geçenleri meydan boş nasıl olsa diye  atıp tutmayı bir tarz mı edinmiş bilmek çok kolay değil. Ancak bu sefer baltayı taşa vurmuş görünüyor.

Tam da ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Türkiye ziyaretiyle eş zamanlı olarak Viyana’dan, ABD’nin planlayıp projelendirdiği 5. Medeniyetler İttifakı Forumu’nun kürsüsünden; “Tıpkı siyonizm* gibi, antisemitizm, faşizm gibi İslamofobinin de insanlık suçu olarak görülmesi kaçınılmaz hal almıştır” diye konuşuyor.

Ancak bu sözlerin ucu zülfüyare dokunduğu, daha da önemlisi diplomasi bakımından iyi kullanılacak bir koz verildiği için tepki gecikmeden Beyaz Saray’dan geliyor. “Başbakan Erdoğan’ın Siyonizmi insanlığa karşı işlenmiş bir suç kategorisinde sınıflandırmasını reddediyoruz. Bu saldırgan, yanlış bir tanımdır” tepkisi Türkiye’ye gelmekte olan John Kerry’e iletiliyor. Kerry de bu mesajı, Davutoğlu’ya iletirken, “Erdoğan’ın söylemlerinden büyük üzüntü duyduk. Umarım tek seferliktir. Bir daha tekrar etmez” diyerek, ilk elden ABD tepkisini ifade ediyor. Tartışma, Davutoğlu ve Kerry’nin ortak basın toplantısına da yansıyor. Özellikle de ABD tarafının görüşlerindeki ısrarı dikkat çekiyor.

Rezalet AA üstünden düzeltilmek isteniyor ve bir pot kırıldığını fark eden dışişleri yetkilileri konuşma metninden “Siyonizm” sözcüğünü çıkararak AA’ya servis ettiriliyor. AA bu “düzeltmeyi”; “Kaynağından doğrulandı” diyerek veriyor.

Gelinen yerde öyle anlaşılıyor ki, uzunca bir zamandan beri ABD’nin de hoşgörüsüyle İsrail’e karşı sürdürülen gürültülü, protestocu diplomasi ABD’yi rahatsız edecek düzeye gelmiş!

Erdoğan’ın, “siyonizmi” de antisemitizm ve faşizm gibi insanlık suçu sayıldığını sanmasını fırsat bilen Obama yönetiminin, Türkiye’nin İsrail’e karşı yürüttüğü “One Minute”cü diplomasiye bir ayar vermeyi gündemine aldığı anlaşılıyor. Daha doğrusu bir zamandan beri gözlediği fırsatı ele geçirdiğini düşündüğü görünüyor.

Bu Erdoğan ve Hükümetini hayli zorlayacak bir gelişmedir

İhsan Çaralan

http://evrensel.net/news.php?id=50439

 

“Eğer Türkiye, Brüksel’deki NATO Genel Merkezi’nde İsrail’in bir irtibat ofisi açmasına izin verirse Kirk de bu işi engellemeyecek. Ver büro iznini, al firkateynleri…”

 

Kongre’nin çalışma ofisleri Dirksen ve Hart’ın arasında, Senato’nun yeraltı kafelerinden birindeyim. Staffer’lar (Kongre danışmanları) her masada biriyle konuşuyor.

Ben de ülkenin en etkin senatörlerinden birinin dış ilişkiler danışmanıylayım.

“Şu firkateyn işinde ne oldu biliyor musun?” dedi bir ara. “Bilmiyorum, anlatsana” dedim.

2012’nin son gününde Temsilciler Meclisi’nin kabul ettiği ama Senato’dan geçmediği için kadük olan, Türkiye’ye iki firkateyn hibe edilmesi için hazırlanmış tasarıdan bahsediyor.

“Bir dedikoduya göre tasarıyı Mark Kirk engelledi” dedi.

Dış politika konularında aktif, Cumhuriyetçi Illinois Senatörü... Ama bu tür durumlarda gizli kalmak isteyen bir senatörü deşifre edemeyeceği için de çok temkinli…

“Hımmm” dedim, “Peki bu dedikodu ne kadar güvenilir?”

“Çok güvenilir” dedi.

“O zaman bu güvenilir dedikoduya göre neymiş sıkıntısı” dedim.

“Türkiye’nin İsrail politikası” dedi.

“Açar mısın” dedim. Aynen şunu söyledi:

“Eğer Türkiye, Brüksel’deki NATO Genel Merkezi’nde İsrail’in bir irtibat ofisi açmasına izin verirse Kirk de bu işi engellemeyecek. Ver büro iznini, al firkateynleri…”

Tolga Tanış

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/22726548.asp

 

Yıllar önce BM’nin aldığı kararda ‘hayır’ oyu kullanmış olan ABD’nin yeni dışişleri bakanı, Türkiye ziyaretini, biraz da iktidar partisi sözcülerindeki İsrail-karşıtı söylemi sorgulama vesilesi olarak kullanma niyetinde görünüyor...

 

Özeti şu: İsrail devletinin ideolojisi olan Siyonizm’i ‘ırkçılık’ olarak tanımlayan bir karar, 1975 yılında, BM tarafından çıkarılmıştır...

Aynı BM’nin bugünkü genel sekreteri, kendisinin de katılımcılarından olduğu Viyana’daki ‘Medeniyetler İttifakı’ toplantısında, Siyonizm ile ‘ırkçılık’ arasında bağlantı kuran Başbakan Tayyip Erdoğan’ı eleştirdi. Sıcağı sıcağına o toplantıda değil, ama sonrasında...

Yıllar önce BM’nin aldığı kararda ‘hayır’ oyu kullanmış olan ABD’nin yeni dışişleri bakanı, Türkiye ziyaretini, biraz da iktidar partisi sözcülerindeki İsrail-karşıtı söylemi sorgulama vesilesi olarak kullanma niyetinde görünüyor...

Resmen haklılar: BM’nin 1975 yılında aldığı “Siyonizm ırkçılıktır” kararı 1991 yılında çıkan 4686 sayılı bir başka kararla kaldırıldı çünkü... Araplara ‘âdil bir barış’ vaat eden Madrid görüşmeleri öncesinde, İsrail’in “O karar kalkmazsa katılmam” bastırması sayesinde iptal edildi hem de...

Madrit’ler, Oslo’lar, Dayton’lar geldi geçti, Filistinlilere ‘âdil barış’ gelmedi; ama rejimini ‘ırkçılık’ olarak kınayan BM kararından kurtuldu İsrail... 11 Eylül (2001) sonrasında ise ‘global tehdit’ yer değiştirdi. Bugün hedefte ‘İslâm’ ve Müslümanlar var...

İsrail artık savunmada değil, hücumda...

“Ne oluyor?” diye soranlar için verdim bu kısa tarihçeyi...

Fehmi Koru

http://haber.stargazete.com/yazar/siyonizmin-irkcilik-olma-ve-olmama-tarihcesi/haber-732350

 

Militan antisiyonizm de antisemitizm gibi esasında Yahudi olmayan toplumların kendilerine tuttukları bir ayna gibi

 

İslamcı bakış açısından bütün bunlar önemsiz ve asıl cevap şu mudur: "Emperyalist ve İslam düşmanı devletler İsrail'i Müslüman Arap dünyasının kalbine hançer gibi saplamıştır ve Müslümanların hiçbir değeri yoktur, Siyonistler onlarla istediklerini yapmakta ve dünya buna seyirci kalmaktadır çünkü medyada, ekonomide, her alanda güç siyonist ve Batı ittifakının elindedir."

Her düz cevapta gerçekle ilişki kuran noktalar olmasa, yüzmilyonlarca insan ona geçit vermezdi.

Ama konu hakkında hiçbir şey bilmeseniz bile mantıkla şunu diyebilirsiniz: Bunun karşısındaki fikre de yüzmilyonlarca insan evet diyorsa, gerçek arada bir yerde demektir.

Üstelik İsrail'i eleştirmek bugün Batı'da neredeyse mainstream olmuştur. Ama eleştirinin nasıl yapıldığı önemli: Hangi değerler için, nasıl bir çözüm uğruna?

Antisyonizm ve antisemitizm arasında kıldan ince bir çizgi var.

Bizdeyse durum hala ak kara görülüyor. Herhangi bir büyük internet kitapçısında "siyonizm" araması yapınca karşınıza en çok bir düzine kitap geliyor, onların da hemen hepsi siyonizme söven ve komplo teorisi seven Türk yazarlarca veya siyonizme eleştirel bakan yabancı bir iki yazar tarafından kaleme alınmış. Abdülhamit'in siyonistlerle ilişkisi, siyonistlerin Osmanlı'nın batışındaki rolü gibi konular ön planda.

Militan antisiyonizm de antisemitizm gibi esasında Yahudi olmayan toplumların kendilerine tuttukları bir ayna gibi.

Haklı olduğumuz nokta şu: İsrail'i eleştirmek, ona yaptırım uygulayıp Filistin sorununa gerçek bir çözüm bulmayı sağlamadı bugüne kadar.

Haksız olduğumuz nokta ise şu: Filistin sorunu da bütün ana sorunlarımız gibi ancak liberal değerleri sonuna kadar götürerek yani kâğıt üzerindeki ama evrensel insan hakları vb. değerlerin hakikaten gerçekleşmesini talep ederek çözülebilir ancak. Radikal, seküler ve olabildiğince pasifist bir hak savunuculuğunun anlamı bence budur.

Evrensel olamayan ve sadece bize özgü bir bakış açısıyla (o "biz" bir milyar kişi bile olsa, diğer milyarları yanımıza alamadıkça) bu sorunu sert sözlerle eleştirebilir, uğruna savaşabilir, şehit olabilir ama çözemeyiz.

Dilek Zaptçıoğlu

http://dilekzaptcioglu.typepad.com/blog/

 

Kerry her üç görüşmede de usturuplu bir dille, ”Obama yönetimi olarak bizim sizinle daha rahat çalışabilmemiz için, İsrail aleyhine söylemleri dizginlemeniz lazım” mesajını verdi.

 

Daha ABD Dışişleri Bakanı’nın uçağı Ankara’ya inmeden, Roma’da üst düzey bir Amerikalı yetkili heyetteki gazetecilere, Kerry’nin Erdoğan’a ‘Siyonizm’ konusunda sitemlerini aktaracağını söylüyordu.

Gerçekten de ABD Dışişleri Bakanı, 24 saatlik Ankara ziyaretinde hem Başbakan, Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı’na, hem de kameraların gözleri önünde kamuoyuna aynı mesajı verdi: “Bu sözlerle aynı fikirde değiliz, bu fikre karşı çıkıyoruz.”

Yani? Türkçesi, Kerry her üç görüşmede de usturuplu bir dille, ”Obama yönetimi olarak bizim sizinle daha rahat çalışabilmemiz için, İsrail aleyhine söylemleri dizginlemeniz lazım” mesajını verdi. Kerry ayrıca Washington’un bir an önce Türkiye ve İsrail arasında “normalleşme” görmek istediğini vurguladı.

Peki, Erdoğan’ın sözleri neden bu kadar kıyamet kopardı? Geçmişte Türkiye’de İsrail aleyhine çok daha sert söylemler kullanıldı. Neden şimdi bu sert tepki?

Sorusunun cevabı, Türk-İsrail ilişkilerinden ziyade Washington’da. ABD için İsrail meselesini, Türkiye için Azerbaycan konusu gibi düşünün. ”Siyonizm” Türkiye’de sol ve İslamcı çevrelerde, negatif anlam yüklü bir kelime. İsrail ve ABD’de ise, ”milliyetçilik” gibi algılanan, İsrail’in varlık nedeniyle doğrudan ilişkilendirilen bir anlamı var.

Üstelik John Kerry, uzun yıllar Kongre’de, yani İsraille ilişkiler konusunda Washington’un en hassas kurumlarından birinde görev yaptı. Obama yönetiminin 2. dönemine, ‘İsrail’i savunmayan bakan’ olarak başlamak istemiyor.

Aslı Aydıntaşbaş

http://siyaset.milliyet.com.tr/ankara-suriye-kerry-israil-dedi/siyaset/siyasetyazardetay/02.03.2013/1675309/default.htm

 

Aslında Erdoğan’ın 'Siyonizm' çıkışı, İsrail’e yönelik kasıtlı bir saldırı değil; istenmeyen bir “yol kazası” oldu. Anladığım kadarıyla Başbakan Viyana’da Siyonizm’i faşizm ve anti-semitizm’le eş tutan o meşhur konuşmayı yaparken, İsrail’e 'çakmak' niyetinde değildi.

 

ABD’nin yeni dışişleri bakanı John Kerry’nin Ankara gezisi, ‘Siyonizm’ gerilimi yüzünden gölgelendi. Her ne kadar kapalı görüşmeler çok kapsamlı olsa da, bu kriz olmasaydı, iyiydi.

Aslında Erdoğan’ın 'Siyonizm' çıkışı, İsrail’e yönelik kasıtlı bir saldırı değil; istenmeyen bir “yol kazası” oldu. Anladığım kadarıyla Başbakan Viyana’da Siyonizm’i faşizm ve anti-semitizm’le eş tutan o meşhur konuşmayı yaparken, İsrail’e 'çakmak' niyetinde değildi. Çünkü bir süredir iki ülke arasındaki ilişkileri ‘normalleştirme’ amacıyla yürütülen sessiz bir diplomasi var ve bu temaslar doğrudan Erdoğan ve Netanyahu’nun bilgisi dahilinde oluyor.

Viyana’daki yol kazasının asıl sebebi, İslamcı camiadan gelen Erdoğan ve metin yazarlarının, İsrail’in ‘Siyonizm’ hassasiyetine aşina olmaması. İsrailliler, Siyonizm’e saldırılmasını doğrudan kendi varlık nedenlerine yönelik bir tehdit olarak algılıyor. Akıllara Ahmedinecat, Saddam, Tel Aviv’e yağan Scud füzeleri geliyor. Türkiye’deki İslamcı gelenekte ise, ‘Siyonizm’ negatif anlam yüklü, sıkça kullanılan ve Yahudi düşmanlığından ziyade ‘ırkçılık'la özdeşleştirilen bir kavram.

Mavi Marmara krizi

Kerry, bu konudaki itirazını, lafı evelemeden, teatral bir biçimde kayda geçirdi. Ama bu noktadan sonra herkesin hayrı için artık bu dosyanın kapanması lazım. Çünkü Ankara-Washington-Tel Aviv üçgeninde asıl yapılması gereken, Türkiye ve İsrail arasındaki Mavi Marmara krizinin nasıl aşılacağına kafa yormak...

Evet, İsrail özür dilemeli ve ilişkiler normalleşmeli. Neden? Ne Türkiye, ne İsrail bu dostluğa ‘muhtaç’ değil. Ancak ilişkiler düzelirse, iki ülkenin de büyük kazanımları olacak. İsrail açısından Türkiye, değişen bir bölge tutunacak bir dal; adeta bir koruma kalkanı.Türkiye açısından ise İsrail, Washington’da hayatını kolaylaştıran, Batı nezdindeki algısını güçlendiren bir ülke. Orta Doğu’nun önemli bir aktörü ve günün sonunda Filistinlilerle de barışın tek gerçek anahtarı.

Aslı Aydıntaşbaş

http://siyaset.milliyet.com.tr/surec-baltalanmadi/siyaset/siyasetyazardetay/04.03.2013/1675980/default.htm

 

Ermeni Havari, Rum Ortodoks ve Yahudi liderler, normal şartlarda hiç ama hiç sahip olmamaları gereken, temel insan haklarının ihlâlleri sonucu hâsıl olan birçok sorunlarının çözümünün hukuki süreçlerinin haddinden fazla gecikmiş olmasına rağmen, Erdoğan’a duydukları şahsi sempati ve güvenlerinden dolayı, bir kez daha dişlerini sıkıp, şikâyet emaresi göstermediler.

 

Almanya Başbakanı, Sayın Angela Merkel, 25 Şubat Pazartesi günü Ankara temasları çerçevesinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Türkiye’de yaşayan değişik dinlere ait vatandaşların ruhani temsilcileriyle görüştü. Bu kabulde, Ermeni Katolik Cemaati, Süryani Kadim Kilisesi İstanbul Metropoliti ve Ermeni Protestan Kilisesi temsil edilmemişlerdi(!).

Toplantıya Rum Ortodoks Ekümenik Patriği (Başbakanımız ‘Ecdadımız ‘Ekümenik’ sıfatını kullanmış, bizde mahzur görmeyiz’ demişti) Bartholomeos; Ermeni Havari Kilisesi Patrik Genel Vekili, Aram Ateşyan; Mardin Süryani Kadim Mor Gabriel Manastırı Metropoliti, Samuel Aktaş; Süryani Katolik Kilisesi Patrik Vekili Yusuf Sağ; Türkiye Protestan Kiliseler Derneği Y.K. Üyesi Umut Şahin ve Ankara Müftüsü Hakkı Özer katıldılar.

Ermeni Havari, Rum Ortodoks ve Yahudi liderler, normal şartlarda hiç ama hiç sahip olmamaları gereken, temel insan haklarının ihlâlleri sonucu hâsıl olan birçok sorunlarının çözümünün hukuki süreçlerinin haddinden fazla gecikmiş olmasına rağmen, Erdoğan’a duydukları şahsi sempati ve güvenlerinden dolayı, bir kez daha dişlerini sıkıp, şikâyet emaresi göstermediler. Aslında, başka bir ortamda, başka şartlarda zemin buldukları takdirde (Bknz. Milliyet’te Pelin Batu’nun Bartholomeos Hz ile yaptığı söyleşi) söyleyecekleri çok şey vardı ama Erdoğan’a son kez bir şans daha verdiler.

Raffi A.Hermonn

http://t24.com.tr/yazi/ermeni-rum-yahudi-liderler-erdogana-son-kez-bir-jest-yaptilar-aslinda/6285

 

Şimdi önümüze servis edilen bu iki tablodan birine susup diğerine tepki göstermek… Üstelik insanlık suçu ile itham etmek… Yanıt belli olsa gerek…

 

Ortadoğu’da kime sorsanız “Siyonizm nedir diye?” aynı cevabı verir size görüntüler eşliğinde.

Filistin’den kayıtlar sürülür önünüze.

Bir baba oğlunu korumaya çalışır kurşun yağmurundan. Çaresizce. Umutsuzca.

Ölümü beklemektedir ikisi de birbirine sarılarak.

Karşılarındaki güç adeta insanlıktan çıkmış, gözü dönmüştür.

Babanın feryadı karşısında sağır olmuştur. Vurdukça vurur.Ta ki başı önüne düşene kadar…

Sonra bir başka görüntüye geçer gözler. Küçük çocuklar tepelerin ardından gelirler.

Okullarında olması gereken yaştadırlar ama olsun. Onların ufacık ellerinde avuçlarında nasır oluşturan taşlar vardır. Ve o taşlarla meydan okurlar son teknoloji ürünü silahlara.

Bu uğurda “şehit” olmayı göze alırcasına. Filistin’den servis edilen bu görüntüler karşısında kim sessiz kalabilir? Kim İsrail’e ve dolayısıyla dört bin yıllık Yahudiliğin özgürce yaşamasına fırsat tanıyan Siyonizm’e karşı çıkmayabilir? Mümkün değildir elbet.

Peki, resmi tam terse çevirelim.

Batı dünyasında “İslam” denildiğinde hangi görüntüler getirilir gözünüzün önüne?

Kayıtlardan ilkinin tarihi 11 Eylül 2001’dir.

İkiz kulelere yani askeri hiçbir niteliği olmayan New York’taki iki binaya düzenlenen saldırı gelir önce. Binalardaki onlarca kişi kendilerini boşluğa atmaktadır.

Korkunç sonu bildikleri için. Binalardan önce biri ardından diğeri çöker.

Ve sonunda şehrin göbeğinde bir toz bulutu oluşur. İnsanlar yüzleri tozlarla kaplı koştururlar dört bir yana. Korku ve acı dört bir yandadır. Bu görüntüler gelecektekilerin habercisidir aslında.

Tekrarlanacaktır, tek fark ise tarih ve mekân olacaktır. Londra’da işe gitmeye çalışanlar metroda,

İstanbul’da gün ortasında ekmek paralarını kazanmak için koşturanlar banka önünde,

Madrid’de belki evine belki işine gitmeye çabalayanlar havaalanında yakalanırlar bombalara.

Tek suçları, büyükelçiliklerde çalışmak ya da Tanrı’ya sinagogda dua etmek olan inananlar sayılmaz bile bu hesapta. Öyle ya onlar her daim hedeftir seçimleri nedeniyle.

Şimdi önümüze servis edilen bu iki tablodan birine susup diğerine tepki göstermek… Üstelik insanlık suçu ile itham etmek… Yanıt belli olsa gerek…

M.Serdar Korucu

http://www.demokrathaber.net/siyonizme-saldirmanin-dayanilmaz-hafifligi-makale,7014.html

Türkiye’ye yapıştırılan ‘’İsrail kadar kötü’’ etiketi yüzünden Araplar genellikle Türkiye’yi Kürt meselesinde insan hakları ve adalet açısından zalim bir devlet olarak görürler.

 

 

Erdoğan herhangi bir Türk liderinin Arap sokaklarında erişemediği bir popülerliğe ulaşmıştır. Osmanlının son zamanlarında Jön Türklerin hatalarını kınarken Arapların yanında yer alıyor ve zaman zaman bir tarih hocası kisvesine bürünerek 1937 deki Dersim kıyımı gibi yaraları güncel politikaya taşıyor. Ancak Arap dünyasında meydana gelen değişim rüzgârı, hızla yükselen Erdoğan’ın namına karşı dönebilir ve bir kez daha Araplarla Türkler ayrı düşebilirler.

Türkiye için açık bir avantaj olacak bağımsız bir Kürdistan’a bölge henüz hazır değil. Fakat Arap sokaklarındaki PKK şiddetine açık destekle, Kürtlerin egemenlik hakları hakkındaki algı konusunda kendimizi yanıltmayalım. Paralel olarak Araplar Filistinlilerin İsrail’e karşı şiddet kullanarak topraklarını, haklarını ve itibarlarını korumalarını doğrulamaktadırlar. Ancak Türkiye’ye yapıştırılan ‘’İsrail kadar kötü’’ etiketi yüzünden Araplar genellikle Türkiye’yi Kürt meselesinde insan hakları ve adalet açısından zalim bir devlet olarak görürler. Fark belki de Türklerle aynı dini ve Sünni gelenekleri paylaşmalarından ileri gelebilir.

Bunların hepsi de tarihsel Filistin ve Kürt ikileminden eksiltmemelidir. Mesele Türkiye’nin mi yoksa İsrail’in mi daha zalim olduğu değil, neden biri devlet olma hakkına sahip olurken diğerinin olamamasıdır. Bu bölge halen Osmanlı İmparatorluğu çöküşünün etkisinde yaşamaktadır. Türk liderlerinin Filistinlilerin koruyuculuğuna soyunarak Kürt meselesine ve geçmişteki yaraları kapatmaya yönelik attıkları adımların doğruluğu tartışmalıdır. Gökyüzü şimdilik kasvetli görünse de zaman söyleyecektir.

Tülin Daloğlu

http://www.hasturktv.com/israilde_gundem/5939.htm

 

 

Türk siyasi algısında Filistin böylesine merkezi bir yerdeyse, o halde emelleri olan hiçbir siyasetçinin – mesela Erdoğan, Davutoğlu veya Cumhurbaşkanı Abdullah Gül – mevcut politikalardan büyük bir kopuş yaşayarak kumar oynaması muhtemel değildir.

 

Türkiye’deki güçlü ve artan Filistin yanlısı hissiyat, ne AK Parti’nin ne de bir başkasının kendi çıkarına hizmet eden gündeminin ürünü değildir. Filistin’e destek, Erdoğan’ın partisinin kazandığı 2011 seçimlerinde çok açıktı. Steven A.Cook 28 Ocak’ta Atlantic’te çıkan yazısında “Türkler iki “p”e (Filistin ve cüzdan) oy kullandılar” diye yazmıştı: “Bir gün Türkiye’nin başkanı olmayı hayal eden ve AK Partinin daha en az 10 yıl hâkim parti olacağına inanan Erdoğan’ın Ankara’nın Yeruşalem’le ilişkilerinin kayda değer ölçüde iyileşmesine alıcı olması muhtemel değildir.” Türk siyasi algısında Filistin böylesine merkezi bir yerdeyse, o halde emelleri olan hiçbir siyasetçinin – mesela Erdoğan, Davutoğlu veya Cumhurbaşkanı Abdullah Gül – mevcut politikalardan büyük bir kopuş yaşayarak kumar oynaması muhtemel değildir.

Suriye faktörünü dikkate almadığımızda bu tamamen doğrudur; Suriye faktörü, iki yıl öncesine kadar İran, Suriye, Libya ve diğer Ortadoğulu ortaklara erişmeye dayalı olan Türkiye’nin bölgesel duruşunu Arap Baharıyla birlikte karmaşıklaştırmıştır. Bugünkü kargaşa öncesindeki yıllarda, Türkiye ihtiyatlı ama ikna edici şekilde NATO ve Batıya topyekün bağlılığı dengelemeyi amaçlayan yeni bir dış politika benimsemişti. İran dâhil doğudaki komşularıyla bağlarını onardı fakat Suriye’deki iç savaşın yarattığı kutuplaşma, en azından şimdilik, Türkiye’nin dengeleyici hareket etmesine son verdi.

...

Bazı yorumcular, Mısır’ın İsrail politikasının – Mısır hem İsrail’le hem de Filistinlilerle konuşma “manivelasına” sahip tek ülkedir Ortadoğu’da – Türkiye’yi Nato’da güçlü bir pazarlık konumundan mahrum ettiğini söylüyorlar. İsrail’le açık bir teması olmayan Türkiye’nin ABD ve diğer Batılı ortaklar nezdinde gözden düştüğünü savunuyorlar. İlginçtir, İsrail’in planlanan özrü, Radikal gazetesine göre, Obama’nın Mart’ta İsrail’e yapacağı ziyaretle aynı zamana denk getirilecek. Ne Türkiye ve İsrail ne de ABD ve NATO statüskoyu – İsrail ve Türkiye arasındaki çatlağı – daha uzun süre devam ettiremeyecekler. Fakat eski paradigmaya dönülmesi, Türkiye’nin Filistin haklarının, Arap ve Müslüman davalarının artık savunucusu olmaması, daha mâliyetli çıkabilir. Bölge, kısmen tahmin edilemeyen dinamikler eliyle değişmekte olduğundan dolayı bunun kolay bir cevabı yoktur.

Erdoğan ve partisi er geç bir cevap hazırlayabilirler. İsrail’i ve hem Doğuya hem de Batıya erişmeye imkân tanıyacak yeni bir denge seti de içerebilecektir bu. Fakat o cevap, Erdoğan’ın sürekli savunduğu dimdik, âlicenap siyaset değil kendi çıkarına hizmet eden siyaset olacaktır, başka bir şey değil.

Ramzy Baroud

http://alternatifsiyaset.net/2013/03/03/turkiyenin-filistin-ve-israilde-zorlu-secimi-ramzy-baroud/

 

Fred Kerry ABD dışişleri bakanı John Kerry’nin dedesidir. Muhasebeci Fred Budapeşteli müzisyen Ida ile evlendi. Ida’nın kardeşi Judah Loew hahamdı. John Kerry’nin babaannesinin iki kardeşi yıllar sonra Nazi temerküz kamplarında can verdiler...

 

1900’lü yıllara gidilirken Avrupa’da ‘Yahudi kökenli’ olmak ciddi bir sıkıntı kaynağıydı. Anti-Semitizm yeniden yükselişteydi. John Kerry’nin o sıralar ‘Kohn’ soyadını taşıyan ataları Viyana’ya göçmüş ve Yahudi-düşmanlığı sorunuyla yüzyüze kalmışlardı.

Çareyi Katolik olmakta buldular.

Kardeşlerden Otto Kohn soyadını da değiştirmeye karar verdi ve soyadı olarak seçeceği sözcük için bir oyuna başvurdu. Elindeki kalemi masa üzerinde açılı duran haritanın üzerine bıraktı. Kalem İrlanda’nın Kerry kasabası üzerine düştü.

1897’de soyadını değiştiren Otto’yu öteki kardeş Fritz 1901’de izledi; Fritz’i Fred’e çevirmeyi de unutmayarak...

Fred Kerry ABD dışişleri bakanı John Kerry’nin dedesidir. Muhasebeci Fred Budapeşteli müzisyen Ida ile evlendi. Ida’nın kardeşi Judah Loew hahamdı. John Kerry’nin babaannesinin iki kardeşi yıllar sonra Nazi temerküz kamplarında can verdiler...

Ida da eşi gibi Katolik dinine geçti; oğulları Erich’i de kilisede vaftiz ettirdiler. 1905 yılında Amerika’nın yolunu tutan Katolik Kerry Ailesi önce Şikago’ya yerleşti, oradan da Boston’a geçti...

Bu bilgileri edindiğim kaynak üzücü bir haber de veriyor: Hiçbir Katolik pazar âyinini ihmal etmemiş dede Kerry 1921 yılında Boston’da bir otel odasında kendisini başından vurarak intihar etmiş... Kaynak, “Bazıları mali sıkıntı yüzünden olduğunu söylese bile, Çek asıllı bir Yahudi’nin Amerikalı bir Katolik olma serüveninin zorladığı moral, psikolojik ve sosyal değişime dayanamaması da rol oynamış olabilir” diyor intihar için...

Richard Kerry babasının intiharı sırasında altı yaşındaymış. Trajediye aldırmadan Yale ve Harvard gibi iyi okullarda eğitim görmüş. Ordu saflarına katılmış, diplomat olmuş...

En ilginç notlardan biri şu: Kerry Ailesi cedlerinin Yahudi kökeninden o kadar habersizmiş ki, John Kerry’nin en küçük kardeşi Cameron 1983 yılında Yahudi bir kadınla evlendikten sonra Musevi dinine geçmiş...

Oysa kökenini bilse böyle bir geçişe gerek duyulmayabilirdi.

Taha Kıvanç

http://haber.stargazete.com/yazar/john-kerry-kokenle-ilgili-haberlere-sasirmistir/yazi-732596

 

Netten okumalar

 

İşte Struma Olayı'nın gerçek yüzü

 

http://www.odatv.com/n.php?n=iste-struma-olayinin-gercek-yuzu-1010121200

 

Cahit Kayra: "Bugün yaşıyorsak Varlık Vergisi sayesinde"

 

http://www.odatv.com/n.php?n=bugun-yasiyorsak-varlik-vergisi-sayesinde--0203131200

 

'Varlık Vergisi ırkçı değildi'

http://www.gercekgundem.com/?p=529666

 

“Kortejo Evleri” Birol Üzmez

 

http://mindonart.com/2013/01/25/kortejo-evleri-birol-uzmez/

 

Türk’ün kanı mazbuttur – Roni Margulies

 

http://www.duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=14057

 

İzmir Seferad düğünleri ve kentin belleği – İlhan Pınar

 

http://www.kentyasam.com/izmir-seferad-dugunleri-ve-kentin-bellegi-yhbrdty-3196.html

 

İsrail çare arıyor – Fikret Ertan

http://www.zaman.com.tr/fikret-ertan/israil-care-ariyor_2060720.html

 

Netten seyredin

 

Öteki Gündem – Kudüs

 

http://www.youtube.com/watch?v=eOiIxz9Gmb8

http://www.youtube.com/watch?v=9cV7rq4Q0Gk

http://www.youtube.com/watch?v=KauwaI7ieSI

http://www.youtube.com/watch?v=VMyGu5l54Bc

Yaşayan Bellek 37. Bölüm: "İstanbul'daki Son Karaylar" (Karaimler)

 

https://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=_4ob45Up-Mk

 

Mail atın / Abone olun

Diyalog - İzmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni

[email protected]

Arşivlerden

Küreselleşen Anti-Semitizm ve Türkiye – Ayşe Hür

 

http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=62

 

Kurmaca hikaye

Çünkü Roza…

http://www.futuristika.org/01/cunku-roza/