“Gelecekte bugünlere bakıp “üç tarafı denizlerle çevrili, yeşil ağaçlarında kuş seslerinin duyulduğu ormanları olan bir ülkede yaşamak gerçekti, hayal oldu!” demek istemiyorsanız, vakit kaybetmeden ilk adımınızı atın ve doğa için ses verin.”
“Beş yıl sonra kendinizi nerede görüyorsunuz?”, “Önümüzdeki on senelik kariyer hedeflerinizi anlatır mısınız lütfen?”, “Hayalinizde çalışmak istediğiniz ofis nasıl bir yer?” gibi sorularla hepimiz karşılaşmışızdır. İş görüşmelerinin temel taşlarından olan bu sorular aracılığıyla çoğumuz ileride çalışmak istediğimiz şirketin, severek yapacağımız işin ve hatta bu sayede sahip olacağımız araba veya evin hayalini kurarız. Peki, kalbinizden geçen işte, dilediğiniz maaşla çalışıp en son marka arabanızı lüks villanızın önüne park ederken nasıl bir dünyada yaşadığınızı hayal ediyorsunuz, hiç düşündünüz mü?24 saatin yetmediği, bitmek bilmeyen iş, güç, okul ve ev koşuşturmasının içinde, yaşadığımız ülkeye ve çevremizdeki doğaya ne kadar sahip çıkıyoruz? Sahip çıkmayı bırakın, onu ne kadar düşünüyoruz? Haydi, elinizdeki her şeyi, cep telefonunuzu, bilgisayarınızı, ipadinizi, kalem kâğıdınızı bir dakikalığına bırakın. Hep birlikte gözlerimizi kapatıp içinde yaşamak istediğimiz ülkenin doğasını hayal edelim. Mesela hayalimizdeki ülkenin etrafı mavinin her tonunu yansıtan denizlerle kaplı olsun... Şırıl şırıl akan derelerde çocuklar birbirleriyle şakalaşırken, yanlarından geçen balıkların yüzmesine izin versin... Ülkenin dört bir yanı eşi benzeri görülmemiş güzellikte ağaçlarla kaplı olsun... Boz ayıdan karakulağa, peçeli baykuştan ulu geyiğe kadar yüzlerce hayvan türü ormanlarda özgürce yaşasın... Dağları gökkuşağının her rengindeki çiçekler kaplasın... Kulağa hayal gibi mi geliyor? Aslında değil!
Türkiye, coğrafi konumu sayesinde Avrupa-Sibirya, Akdeniz ve İran-Turan biyocoğrafik bölgelerinin ortasında yer aldığı için hayvan ve bitki türü açısından çok zengin bir çeşitliliğe sahip. Ülkemizde 10 binden fazla bitki türü ve toplamda yaklaşık 100.000 canlı türü olduğu tahmin ediliyor. Üç tarafımızı kaplayan denizlerimizin yanısıra ülke çapındaki yüzlerce dere, nehir ve göllerde 480 çeşit balık yaşıyor. Bununla birlikte Türkiye, önemli kuş göç yolları üzerinde bulunması sayesinde, 450’den fazla kuş türüne ev sahipliği yapıyor. Bütün bu verilere baktığımızda Türkiye’nin hayalimizde yaşamak istediğimiz ülkeden çok da bir farkı yokmuş gibi duruyor.
Peki, o zaman sorun nerede? Sorun, ülkemizde yeterince biyolojik çeşitlilik olmamasından değil, bu çeşitliliği koruyamamamızdan kaynaklanıyor. Hayvan ve bitkileri korumanın temel kuralı onların yaşam alanlarını güvence altına almaktan geçiyor ve işte sorun tam da bu noktada başlıyor. Hâlihazırdaki yasalar ve hukuk süreçleri ülkemizdeki canlıların yaşam hakkını savunmak için yetersizken, önümüzdeki günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda görüşülecek olan Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı ile ilgili doğaseverler büyük endişe taşıyor. Doğa ve çevre konusunda çalışan 84 sivil toplum kuruluşunun oluşturduğu Tabiat Kanunu İzleme Girişimi, kanun tasarısının yasalaştığı takdirde ülkemizin doğa alanlarında telafi edilemeyecek zararlara neden olacağını belirtiyor.
Kanun tasarısı neden bu kadar tepki çekiyor diye merak edebilirsiniz. Bunu anlamak için tasarının içeriğine baktığımızda, karşımıza ilk çıkan madde sahil bölgelerimizdeki son bakir alanları da koruyan ‘Doğal Sit’ statüsünün ortadan kaldırılacak olması. Bu statünün kaldırılması durumunda, gazetelerde sıkça karşımıza çıkan “Mahkeme Ege’deki eşsiz doğa harikası sahile imar yapılmasını Sit statüsü nedeniyle engelledi” haberleri, yerlerini “Fethiye’nin kurtarılmış son koyu da betona teslim oldu” haberlerinin alması işten bile değil. Benzer bir şekilde tasarının 57. maddesinde yer alan “Milli Parklar Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır” ibaresi ile ülkemizdeki en güçlü doğa koruma yasalarından biri iptal edilmiş olacak. Bu durumda başta Rize’dekiler olmak üzere Karadeniz Bölgesi’ndeki birçok akarsuyun üzerinde Hidroelektrik Santrali açılmasının önünde hiç bir engel kalmayacak ve bu hızla devam edilirse önümüzdeki on sene içinde denize ulaşan bir tek akarsuyumuz bile bulunamayacak. Kanun tasarısındaki maddeler arasında belki de en endişe verici olanı 8. maddede yer alan suiistimale açık “üstün kamu yararı” ifadesidir. Bu madde kapsamında devlet ‘üstün kamu yararı’nı gerekçe göstererek korunan alanlarda her türlü yatırıma izin verebilecek ve herhangi bir milli park alanında bir otoyol, maden, toplu konut, sanayi, turizm veya enerji yatırımı mümkün olabilecek. Mesela devletimiz Belgrad Ormanları’nda yüzlerce konutlu bir site inşa edilmesinin İstanbul’da temiz hava alınabilecek son yeşilliklerin korunmasından daha üstün bir kamu yararına hizmet ettiğine kanaat getirirse, kimsenin buna itiraz hakkı olmayacak!
Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı’na karşı durmak sadece birkaç “çevreci ve doğasever”in işi değil. Bu tasarının içindeki maddeler, hepimizin yaşaması için gerekli olan temiz hava, su, toprak gibi temel ihtiyaçlarımızı sağladığımız doğal kaynaklarımızı tehdit ediyor. Hem kendimizin, hem de Türkiye’de yaşayan tüm canlıların yaşam hakkını savunmak için harekete geçmemiz gerekiyor. Atabileceğimiz ilk adım bu tasarıya karşı Nasuh Mahruki’nin önderliğinde yürütülen “Doğa için Ses Ver” kampanyasına imza atmak. Mahruki’nin, www.change.org web sitesinde başlattığı kampanyaya sadece iki hafta içinde 35.000 kişi imza attı. Kanun Tasarısı’nın Meclis Genel Kurulu’nda görüşülmesi an meselesiyken, atılan her bir imza büyük önem taşıyor.
Dünya’daki tüm değişimler kocaman bir hayal ve küçük bir adımla başlar. Gelecekte bugünlere bakıp “üç tarafı denizlerle çevrili, yeşil ağaçlarında kuş seslerinin duyulduğu ormanları olan bir ülkede yaşamak gerçekti, hayal oldu!” demek istemiyorsanız, vakit kaybetmeden ilk adımınızı atın ve doğa için ses verin.