• “Türk Yahudi toplumum bu beyandan rahatsız mıdır” sualine şöyle cevap verebilirim. Bu beyanattan rahatsız olmak için “Yahudi” ve/veya “Siyonist” olmak şart değildir. Az buçuk antisemitizm meselesine kafa yoran herkes, Yahudi olsun olmasın, rahatsız olmalıdır. Bu rahatsızlığı uluslararası camia, İsrail Devleti ve İsrail basının kamusal alanda dile getirmiştir. Türk toplumu liderlerinin, şayet rahatsız olmuşlar ise bu rahatsızlıklarını kamusal alanda dile getirmeleri tamamen imkansızdır, hayal dahi edilemez. Bunun hayal dahi edilememesinin sebebi ise Türkiye’deki muhafazakar sağcı (İslamcı, Milliyetçi) düşüncenin en önemli vasıllarından birinin antisemit oluşu, solcu ve liberal görüşü camianın da İsrail Devleti’ne ve siyonizme karşı aynen sağcı kesim gibi, en hafif deyimiyle ekşi ve/veya hasmane duygular beslemesidir. Başka bir tabirle, konu “Siyonizm” olduğunda, sağcı, solcu ve liberal görüşler bu ideolojinin “kötü” olduğu hususunda hemfikirdirler. RIFAT BALİ – AGOS
Brinbaum’un yazdıkları doğruysa, Olmert Abbas’a kabul edebileceği bir anlaşma sunmuştu. Batı Şeria’da sınırlar üstünde nerdeyse uzlaşılmış, hangi yerleşim birimlerinin boşaltılacağı karara bağlanmış, kaç Filistinli mültecinin İsrail sınırları içinde kalan topraklarına dönebileceği belirlenmiş, tazminat üstünde mutabakata varılmış, Doğu Kudüs’ün kurulacak Filistin devletinin başkenti olacağı üstünde anlaşılmıştı. Kutsal yerlerin yönetimi konusunda bile mutabakat mevcuttu.
Ama Filistin Otoritesi’nin Başkanı Mahmut Abbas belki kendince haklı nedenlerle Olmert’in yerine geçecek Livni ile anlaşmasının daha doğru olacağını düşündü. Fakat sonra ne olduysa oldu. Hamas İsrail’e saldırdı, İsrail Hamas’a ve derken 2008 Aralık ayında Gazze müdahalesi gerçekleşti. Türkiye İsrail’i eleştirdi, çok geçmeden de Davos olayı yaşandı, ardından da Mavi Marmara geldi.
Neden, Mahmut Abbas’ın ihtiyatlı olmasıydı. Keşke Abbas ihtiyatsız olsaydı da onarca insan boşuna ölmeseydi, Filistin sorununun çözümü yolunda sağlam bir adım atılabilseydi. İki devletli çözümün sonu geldi tartışmaları hiç yaşanmasaydı. Livni de eğer seçimlerde Netanyahu’dan daha sağda yer alabileceğini düşünmemiş olsaydı, Olmert’in planını öldürmeye kalkmaz, çözümü seçim sonrasına ertelemezdi. Belli ki iki yanlış karar üst üste bindi ve bir sürü trajedi ardı ardına yaşandı.
Oysa Olmert Abbas’a Gazze ve Batı Şeria’dan talep ettiği yüzde 6.3’lük toprak karşılığında yüzde 5.8 sunmuş, iki Filistin toprağını birbirine bağlayan bir de koridor teklif etmişti. Beş sorunlu yerleşim birimi üstünde müzakere edilmiş, biri dışında hepsi üstünde anlaşma potansiyeli ortaya çıkmıştı. Ama her iki taraf da beklemenin daha doğru olacağını düşünmüştü. Bu da trajedinin yaşanmasına yol açtı. Sorun bugün daha da içinden çıkılmaz hale geldi.
Müzakereler açık yapılmış, halklar bütün detaylara vakıf olmuş olsaydı, süreç çok daha sağlıklı işleyebilirdi. Diplomasinin doğası gereği her şey kapalı kapılar ardında gerçekleşti. Abbas Livni’ye güvendi. Livni seçilebileceğini zannetti, Abbas’a bekle diye haber gönderdi. Sonunda olan insanlara oldu. Türkiye ile İsrail gerildi, çok ciddi bir krizin eşiğinden BM Güvenlik Konseyi’ne gidilmesi sayesinde dönüldü.
Mensur Akgün
http://haber.stargazete.com/yazar/abbas-livniyi-beklemeseydi/haber-735045
Günümüzde antisemitizm sadece ve sadece “Yahudilerin Dünya’ya hakim Olmaları” türünden komplo teorileri ile tezahür etmemekte. Günümüz antisemit söylemin en başat özelliklerinden bir “Siyonizm eleştirisi” kisvesi altında İsrail Devleti’nin gayri meşru bir devlet olarak ilan etmesidir. Bu nedenler Temel Haklar İçin AB Ajansı’ının (European Agency for fundamental rights) hazırladığı “Antisemitizmin Güncel Tanımı” başlıklı belgede İsrail Devleti’ne yönelik antisemitizm örnekleri arasında yer alan “Yahudilerin kendi geleceğini belirleme (self determination) hakkını (örneğin: İsrail Devleti’nin varlığının ırkçı bir girişim olduğunu iddia ederek) inkar etmek (Denying the Jewish people their right to self determination, e.g. by claiming that the existence of a State of İsrael is a racist endeavour) maddesi doğrudan doğruya Siyonizm şeytanlaştıran söylemleri hedef almakta.
“Türk Yahudi toplumum bu beyandan rahatsız mıdır” sualine şöyle cevap verebilirim. Bu beyanattan rahatsız olmak için “Yahudi” ve/veya “Siyonist” olmak şart değildir. Az buçuk antisemitizm meselesine kafa yoran herkes, Yahudi olsun olmasın, rahatsız olmalıdır. Bu rahatsızlığı uluslararası camia, İsrail Devleti ve İsrail basının kamusal alanda dile getirmiştir. Türk toplumu liderlerinin, şayet rahatsız olmuşlar ise bu rahatsızlıklarını kamusal alanda dile getirmeleri tamamen imkansızdır, hayal dahi edilemez. Bunun hayal dahi edilememesinin sebebi ise Türkiye’deki muhafazakar sağcı (İslamcı, Milliyetçi) düşüncenin en önemli vasıllarından birinin antisemit oluşu, solcu ve liberal görüşü camianın da İsrail Devleti’ne ve siyonizme karşı aynen sağcı kesim gibi, en hafif deyimiyle keşi ve/veya hasmane duygular beslemesidir. Başka bir tabirle, konu “Siyonizm” olduğunda, sağcı, solcu ve liberal görüşler bu ideolojinin “kötü” olduğu hususunda hemfikirdirler. Böylesine toplumsal, siyasal ve kültürel ortamda Türk Yahudi toplumuna ait hiçbir fert veya lider ne Başbakan Erdoğan’ı, ne de herhangi başka bir siyasetçiyi eleştirmeye ve bunun sonucunda “vatan haini” anlamına gelen “Siyonist” sıfatını yüklenmeye cüret dahi edemez.
Rıfat N.Bali
http://www.rifatbali.com/images/stories/dokumanlar/agos_8_3_2013.pdf
Geçen yıl Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Washington’a geldiğinde Hillary Clinton ile düzenledikleri bir basın toplantısı sonrası yazmıştım. Washington’da bakana kimin soru soracağına gazeteciler karar verir. Ama o günkü toplantıda Türk tarafı adına kimin soru soracağına bakanlık karar verdi, diye… Meğer beterin beteri varmış.
Geçen hafta John Kerry Türkiye’deydi biliyorsunuz. Ve Davutoğlu ile bu sefer ortak bir basın toplantısında buluştu. Başbakan’ın ‘Siyonizm’ yorumunun gölgesinde. İşte o toplantıdan önce ne olmuş biliyor musunuz? Adını vermeyeceğim bir Türk yetkili Amerikalılara gidip “Amerikalı gazetecilerin Siyonizm meselesinde soru sormasını engeller misiniz?” demiş. Bu olayı bana Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda yanımda başka bir Amerikalı gazeteci varken bir Amerikalı diplomat anlattı. Ve “Böyle bir şey denildiğine inanamıyorum” diye benim tepkimi ölçmeye çalıştı. Türkler bitti, şimdi sırada demek Amerikalılar var. Akıl alır gibi değil. Basın özgürlüğüne hiçbir zaman bir imaj meselesi olarak bakmam, bakanları da hoş karşılamam. Ama o gün bana bu olay anlatıldığında, kendimi nasıl küçük düşürülmüş hissettiğimi, “yer yarılsa da içine girsem” dediğimi size anlatamam. Gazetecilerin hapse atıldığı bir ülkede böyle şeyler size belki önemsiz gelebilir ama… İşi oralara vardıranın bu zihniyet olduğuna inandığım için anlatmak istedim. O lafı daha görevine yeni başlamış o bürokrata söyletenler utanırlar mı bilmiyorum. Ama o gün hikâyeyi duyup etrafımda gülenleri duydukça ben onların yerine utandım.
Tolga Tanış
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/22777797.asp?yazarid=322&hid=22780846
NEYSE, şimdi tekrar Başbakan’a dönelim. Şüphesiz ki dile getirdiği suçlama Türkiye’de de, bölgede de büyük prim yapar ve yapıyordur. Bu topraklar bu tohuma mümbittir.
Ancak sözkonusu “prim”in bilinçaltında kâh açıkça, kâh gizlice ifade edilen habis bir anti-Semitizm’in, yani Yahudi düşmanlığının yattığını görmemek için de kör olmak gerekir.
Sağdan sola, günümüzde o düşmanlığın en kolay tezahürü Siyonizm karşıtı söylemdir.
Ve tamamen aynısı fakat tamamen zıt açıdan da geçerlidir.
Yani velev ki eleştiri sırf Siyonist milliyetçiliğe ve İsrail politikasına yönelmiş olsun, bizzat Siyonistlerin bunu anti-Semitizm mugalâtasıyla “pazarlayacağı” diğer bir gerçektir.
Şu kesin: Anti-Semitizm’le anti-Siyonizm arasındaki kalın ve hayati çizgiyi döne döne vurgulamayan bir suçlama ne mağdur ve mağdur Filistin halkının acısına deva olabilir; ne de Yahudi düşmanlığı gibi çirkef ve ilkel bir cerahatin tedavisine merhem sürebilir.
Hadi Uluengin
http://duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=14220&hadi_uluengin-siyonizm_suc_mu
Bize (mesela 6 Mart tarihli Taraf'taki köşesindeki hayli asabi bir dille yazılmış yazısında, 'şu kesindir' de denilerek, Hadi Uluengin tarafından) söylenen şu: Siyonizm, bir 19. yüzyıl milliyetçiliği, aynı yüzyıldaki diğer milliyetçilikler gibi bir tepki ve savunma milliyetçiliği; Panturanizm, Pancermanizm, Panslavizm vesaire ile aynı tür dürtüler üzerinde yükselen modern ve laik bir ideoloji.Elbette mesele bu kadar 'kesin' değil; Siyonizm, hiçbir zaman bir 'Yahudi milliyetçiliği', Yahudiliğe dayalı bir 'ulus-devlet' oluşturma düşüncesi ve Yahudileri çoğunluk oldukları bir ulus altında İsrail'e dönmeye ikna etme mücadelesi olarak kalmadı (bu son tanımda Ömer Taşpınar'ın 3 Mart'ta Todays Zaman'da yayınlanan yazısından da yararlandım). Her zaman hakkındaki (tabii ki makul düzeylerdeki) çözümlemelerin hep bir “bir fazlası”nı içerdi. Tam da bu 'bir fazlalık' nedeniyledir ki Siyonizm, hiç bir zaman, olağan ve her zaman eleştiriye açık bir milliyetçilik olarak kalmadı.
Ne var ki 'ideoloji' olarak ortaya çıktıktan sonra, 1975'ten 1991'e kadar BM Genel Kurulu'nun bir kararıyla 'ırkçılık' olarak kabul edildi. 1991'de ise bölgede barışın sağlanması için toplanan Madrid Konferansı öncesinde, İsrail'in konferansa katılım için öne sürdüğü şartlardan birisi olarak, yine BM Genel Kurulu'nca, bu karar iptal edildi. (Türkiye ilk oylamada “evet” oyu kullanırken, ikincisinde “çekimser” kaldı. Madrid Konferansı'ndan sonra Arap ülkeleri, Çin ve Hindistan gibi bir çok ülke İsrail'i resmen tanıdı. Yani, İsrail'in, bu kararın iptali karşılığı, normalleşme içine gireceği beklentisi vardı.)
Her ne kadar 1975'teki karardan sonra İsrail'in BM büyükelçisi karar metnini yırtarak “yok hükmünde” olduğunu söylese de, 1975'teki karar BM'nin İsrail hakkında aldığı ve İsrail'in hiçbir zaman uygulamadığı onlarca karardan hayli farklıydı: bu kararın, İsrail'in bizzat kendi algısındaki varlık nedenine dönük bir yönü vardı. Bu kararla İsrail, ulus-devletler düzeninde, dönemin Güney Afrika rejimine eş bir ülke haline geliyordu. Ancak bu eşleşmenin de 'bir fazlası' var: İsrail'in Siyonizm üzerinden uyguladığı 'ırkçılığı' Güney Afrika'daki gibi içeriden dönüştürmenin ya da Filistin toprakları üzerinde iki devletli bir çözüm ortaya koymanın ancak öncelikle İsrail'in kendisini dönüştürmesiyle mümkün olması.
Elbette böyle bir dönüşmenin İsrail için maliyeti büyük ve İsrail, kurucu ideolojisini dönüştürmeye hiç de rıza gösterecek gibi değil. Dolayısıyla, 1975'te kabul edilip 1991'de biraz da Bush'un iteklemesiyle kaldırılan Siyonizm'in 'ırkçılık' olduğu şeklindeki karar, İsrail'i dönüştürmedi. Jarusalem Post'un 4 Mart tarihli 'editöryal'ine göre, değişen İsrail değil, 68 hareketinden sonra yükselen 'yeni sol' (ya da Uluengin'in ifadesiyle 'Üçüncü Dünyacılık') oldu. Elbette kendi üzerindeki değişimin maliyetinden başkasının değişmesiyle kurtulmanın da bir maliyet var: 'yeni sol'un ya da 'Üçüncü Dünyacılık'ın ne yöne doğru değiştiği. Bu değişimi, örneğin, Avrupa düzeyinde yaşanan aşırı sağcı, ulusalcı tonları ziyadesiyle fazla, Brevijk'ten Wilders'a numuneleri bulunan, Nazilikle ya da Aryan arayışlarla bağlarını kopararak daha dini-mitik temellerde gelişen hareketler üzerinden okumak, hayli faydalı olabilir.
Ahmet Demirhan
http://haber.stargazete.com/acikgorus/siyonizm-milliyetcilik-midir/haber-734311
İsrail daha önceki hava saldırısında olduğu gibi çok yakından izlediği Suriye’nin o bölgesindeki radarlarını etkisiz hale getirdikten sonra operasyonu yaparken, uçaklar direkt hedefe kilitlenerek sadece konvoyu vurdu. Suriye bu saldırıdan sonra yaptığı açıklamada İsrail savaş uçaklarının kimyasal rezervlerin olduğu askeri araştırma tesislerini vurduğunu iddia etti. Oysa Batı, Suriye’de kimyasal madde üretilen Şam’a yakın Cemraya bölgesindeki ‘Suriye Bilimsel Araştırmalar Merkezi –Conseil de Recherhes Scientifiques Syrien’ tesislerini yakından izlediği için, en ufak hata İsrail’in aleyhine olacağından çok hassas davranılmıştı.
Peki bu kimyasal yüklü konvoy nereye gidiyordu? Bu konuda haber veren bütün kaynaklar bu konvoya yüklenmekte olan kimyasalların Suriye’deki iç savaş nedeniyle Beşar Esad’a büyük destek veren Lübnan’daki Hizbullah’a gitmek üzere yola çıkarılmak için hazırlandığını yazdı. Zaten Hizbullah da saldırıdan sonra İsrail’i kınarken, ‘Hizbullah, Suriye yönetimi, ordusu ve halkıyla büyük dayanışma içindedir’ açıklamasını yaparak bir anlamda olayı doğrulamış oldu.
Arap medyası ve Lübnanlı bazı kaynaklar ise saldırının kimyasal silahla ilgisi olmadığını, vurulan konvoyun aslında Suriye-Lübnan arasında kaçak götüren Rus ve Çin malı yeni silahlarla dolu olduğunu belirtti. Bu konvoyda Hizbullah’a ulaştırılmak üzere, orta menzildeki kara hedeflerini de vurabilen ve yeri güçlükle belirlenebilen, imhası çok zor, yüksek performanslı, Rus malı yerden havaya çok yönlü SA-17 mobil uçaksavar sistemleri ile son nesil füzeler olduğu iddia edildi. Haberlerde İsrail’in, komşu ülkelerdeki gizli örgüt kamplarını, nükleer, kimyasal ve konvansiyonel silah depolarını tanımlamak ve bulmak için casus uydular kullandığı belirtildi. Sonuçta ister kimyasal ister konvansiyonel silah olsun, İsrail tehlikeli olarak belirlediği hedefleri önce ABD’ye bildiriyor ancak onay alsa da almasa da bu hedefleri sessizce vururken diğer ülkelerden çıt çıkmıyor.
Muammer Elveren
http://www.hurriyet.com.tr/planet/22753566.asp
Kısacası Siyonizm, Yahudilerin bir yurt edinmeleri ve bir devlet kurmalarını savunan, yani kaderlerini tayin etme hakkını talep eden bir hareket. Yüzyıllarca dünyanın çok çeşitli yerlerinde en ağır şekilde zulüm gören, sonunda “uygar” dünyanın göbeğinde soykırıma uğrayan Yahudilerin, bundan sonra kendilerini ancak bir yurt edinerek ve bir devlet kurarak savunabileceklerini savunan, içinde çeşitli karşıt güçleri de barındıran bir siyasi bir hareket.
İsrail ordusunda emirlere uymayı reddeden ve mahkemede “Ben bir Siyonistim. Ülkemi savunmak için orduya katıldım. Ama sivillerin de zarar göreceği bir bombardıman emrini yerine getirmeyi reddediyorum” diyen İsrail askerleri var.
İsrail’in Haaretz gazetesi, Mira Sucharov’un; “Ben bir Siyonistim, Yahudilerin egemen bir ülke olmasını savunuyorum, ama Filistinlilerin de kendilerine ait, İsrail işgalinden kurtulmuş bir devlette yaşamalarını da savunuyorum,” diyen makalesini yayınladı 2011’de (http://www.haaretz.com/blogs/the-fifth-question/i-am-a-zionist-and-i-am-a-palestinian-nationalist-1.380432).
Bir başka Yahudi yazar Moriel Rothman de, “Siyonistim, tam da bu nedenle barıştan yanayım. Tam da bu yüzden Filistinlilerin bağımsızlık, kaderlerini tayin etme, baskıdan kurtulma özlemlerini daha iyi anlıyorum,” diyor (http://www.commongroundnews.org/article.php?id=26973&lan=en&sp=0).
Faşizm, ırkçılık, sömürü gibi kavramlar herhangi bir etnik ya da dinsel kimliğe ait olmayan, anonim kötülükler olarak kullanılırken, Siyonizmin Yahudiler tarafından icat edilmiş, salt Yahudilere mahsus bir zulüm makinası olarak anıldığı koşullarda, tarihi gerçekleri kasıtlı olarak yok sayarak Siyonist sözcüğünü Yahudileri tanımlayan bir küfür olarak kullanmak, soykırımlar üzerine bina edilmiş bir devletin başbakanı olan Erdoğan’ın geçen gün yaptığı gibi, onu insanlığa karşı işlenmiş suç kabul edilmesi çağrısında bulunmak, bir dünya halkına, dini inancına hakarettir, antisemitizme verilen resmi devlet desteğidir, nefret söylemidir, nefret suçlarını meşrulaştırmaktır.
Ayşe Günaysu
Yeni Şafak yazarı (ve genel yayın yönetmeni) İbrahim Karagül, Başbakan Erdoğan’ın Viyana’da yapılan “BM Medeniyetler İttifakı” forumunda Siyonizm’i ırkçılıkla bir tutmasına gelen tepkiler karşısında “bu sözün nesi yanlış” diye sordu.
Burada “Siyonizm” hakkında Abdülhamit’e kadar uzanan ve sonunu getirmek mümkün olmayan bir tartışmaya girecek değilim. Sadece şu söylenebilir. Sözkonusu olan “Helenizm” veya “Türkiye Türklerindir” sloganı etrafında son günlerde tekrar tartışılan “Türkçülük” gibi bir kavramdır.
Özetle, siyasi ve ideolojik bakış açısına göre olumlu veya “ırkçı” olan bir kavramdan söz ediyoruz. Karagül’ün sorusuna gelince, Türkiye’deki geniş kitleler ve özellikle de İslami kamuoyu açısından Erdoğan’ın sözleri doğru olduğu kadar takdire şayandır.
Burada Filistin halkına yapılan zulümden kaynaklanan bilinçli bir tepkiden mi, yoksa dinî nedenlere dayanan ve “antisemit” unsurları barındıran kolektif bir algıdan mı söz ediyoruz; bunun yanıtını ehil toplumbilimcilere bırakmak gerekiyor.
Yalnız kesin olan bir husus daha var. Hürriyet Daily News yazarlarından Serkan Demirtaş’ın, birlikte katıldığımız bir konferansta söylediği gibi, “Türkiye’nin artık dış politikası yok. Dışa taşmış bir iç politikası var”. Bu nedenle Erdoğan’ın bu söylemiyle ülke içinde takdir toplamasının AKP’de memnuniyet yarattığı kesin.
...
Erdoğan’ın sözlerine dönersek, BM Genel Sekreteri adına bu konuda yapılan açıklama bile hatanın nerde olduğunu gösteriyor. Açıklamada, Erdoğan’ın sözlerinin “Medeniyetler İttifakı kavramının üzerine oturduğu temel ilkelere aykırı olduğu” belirtilerek, BM Genel Sekreteri’nin, “bu yaralayıcı ve bölücü sözlerin sorumlu liderlik temasının işlendiği bir toplantı sırasında söylenmiş olmasının talihsiz olduğuna inandığı” vurgulanıyor.
Bu arada Ankara’daki Batılı diplomatlar da, Erdoğan’ın Siyonizm ile ilgili sözlerini Viyana’da telaffuz etmiş olmasının sakıncalarına işaret ederek, “ya bunun ne anlama geldiğini bilmiyor, ya da biliyor ve kasıtlı yapıyor” diye konuşarak “her iki durumun vahim olduğunu” belirtiyorlar.
Semih İdiz
http://www.ehlibeytalimleri.com/kose-yazisi/425/semih-idiz/lanet-olsun-diplomasi
İsrail’deki tepkilere değinmeyeceğim. BM Genel Yazmanı Ban Ki Mun’un “Çeviri hatası yoksa talihsiz sözler…” tepkisini anımsatacağız.
O toplantıya katılan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin uçağı daha Ankara’ya inmeden önce sözcüsü “Özellikle saldırgan… Birlikte yapmak istediğimiz tüm işleri zora sokar…” açıklamasını yaptı. Kerry de şöyle konuştu: “Açıkça söylemek gerekirse değil aynı görüşte olmak, karşı çıkarız…”
Beyaz Saray’ın Ulusal Güvenlik Sözcüsü Tommy Victor “Erdoğan’ın Siyonizmi insanlığa karşı işlenmiş bir suç sınıfında değerlendirmesini reddediyoruz. Bu saldırgan ve yanlış bir tanımdır” dedi.
Siyonizm, adını Kudüs yakınlarındaki Sion (Ziyon okunur) Tepesi’nden alır. İÖ 6. yy’da ilk “sinagog (havra)” Babil’den sürülen Yahudilerce o tepede yapılmıştı. Yüzyıllar sonra tepe bir simge olarak, Filistin’de Yahudiler için yeniden vatan kurulmasını öngören uluslararası siyasal hareketin adı oldu.
İlk Yahudi tapınağı zamanla yok oldu. Yüzyıllar boyunca Yahudiler Akdeniz kıyılarında yayıldılar, Anadolu’nun toplumsal ve ekonomik yaşantısında etkili oldular. Arkeologlar Anadolu’da 14 antik “havra” buldular.
Özellikle İS 6. yy’da Antalya çevresinde de yoğun Yahudi nüfusu vardı. O tarihlerde bir Ortodoks din adamı olan Aziz Nikolas Karabel sırtlarında “Sion manastırını” kurdu. (Dört yüzyıl önceki Noel Baba ile karıştırılmamalıdır.)
Tıpkı Tarsuslu hemşerimiz Aziz Pavlos gibi Hıristiyanlığın Yahudiliğin bir mezhebi olduğunu inandırmaya başladığı gibi o da yetiştirdiği misyonerlerle aynı yöntemi Antalya yöresinde uyguladı.
Başarısından dolayı Bizans İmparatoru Jüstinyen adına piskopos Eutyhianos manastıra görkemli altın ve gümüş kandilleri hediye etti. 9. yy’da Harun Reşit’in korsanlarınca yağma edildi. Araplar baskına uğradıkları Kumluca’da görkemli hazineyi gömdüler.
1963’te bir keçi çobanı olan Hörrü Teyze’nin tesadüfen bulduğu hazine Vaşington’da Dumberton Oaks Müzesi’ne 1 milyon dolara satıldı. Ele geçirilen bazı parçalar Antalya Müzesi’nde sergileniyor. Hazinenin geri alınması görüşmeleri sürüyor.
Fransa ve İskoçya’da Sion manastırının “tarikat şövalyeleri” olarak ortaya çıkan gizemli örgüt, günümüzde yazar Dan Brovn’un “Da Vinci Şifresi” kitabı ile gündem yarattı.
BM Genel Yazmanı’nı ya da ABD Dışişleri Bakanı’nı anlamakta güçlük çekiyorum! “Türkizm (Türkçülük)” diyebileceğimiz bir kavramı TC Anayasası’ndan çıkarmaya hazırlanan bir başbakanın, eşbaşkan olduğu uluslararası bir girişimin parçası olan Yahudiliğin korunmasına karşı çıkması doğal değil mi?
Üstelik bu kişi 2004’te Nev York’ta “Siyonizmin kalbi ve karargâhı” kabul edilen “Amerikan Yahudi Kongresi’nden (AJC)” “Cesaret Ödülü’nü” almamış mıydı? O tarihe kadar 10 kişiye verilen ödülü İsrailli ve Yahudiler dışında alan tek kişi Erdoğan değil miydi? Ödülünü alınca şöyle dememiş miydi?
“Türkiye ve İsrail arasında her zaman var olan dostluk, karşılıklı anlayış ve güven temelindeki ilişkilerin son dönemde kazandığı ivmenin altını memnuniyetle çizmek isterim.”
O ödülü bugün hangi onurla koruyor ya da geri vermiyor, anlayabilen varsa beri gelsin!
Özgen Acar
http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=402418&kn=41&ka=4&kb=5&kc=41
Ankara ABD’den destek göreceğini zannetti ama kendi kazdığı çukura düştü. Bu kez "One minute " Washington'dan geldi. ABD’de bir süredir Erdoğan’ın bölgede İsrail'in yerini alıp ABD'nın stratejik ortağı olmaya çalıştığına ilişikin görüşler vardı. Diplomatik kaynaklar, Erdoğan’ın ABD nezdindeki gayretlerini buna bağlıyordu.
Bu mümkün müydü? Tabiki hayır.
İsrail ABD'nın İngiltere'yle birlikte gerçek stratejik ortağı. Yani sözkonusu İsrail ise gerisi teferruat.
ABD Yönetimleri İsrail'le birlikte Erdoğan’ı stratejik ortaklığa dahil ettikleri görüntüsü verdi.
Kısa adı ADL olan The Anti-Defamation League İftira ve İnkarla Mücadele Birliği Erdoğan’a madalyalar sundu. ABD'nin en güçlü kuruluşunun başkanı olan Abraham Foxman Erdoğan'ı öve öve bitiremedi.
ABD'ye her gelişinde görüş alış-verişinde bulundular. İşleri oluncaya kadar böyle devam etti.
ABD'deki Yahudi kuruluşlarının jest ve referanslarıyla Erdoğan ABD'yi yeniden keşfettiğini zannetti. Bir yandan da van minitlerle Türkiye'de tribünlere oynadı.
Beyaz Saray, artık açık oynuyor. Başbakan Erdoğan’ın Siyonizmin bir insanlık suçu olduğu yolundaki yorumunu saldırgan ve hatalı bulduğunu açıkladı. Son derece sert bir üslup.
Dışişleri Bakanı Kerry de Obama'nın bu konudaki mesajını Başbakan Erdoğan'a iletti.
Kerry Obama-Erdoğan ilişkilerinin aşınmaya başladığının sinyalini de vermiş oldu.
Yılmaz Polat
http://www.yurtgazetesi.com.tr/abd--israil-hattinda-erdogan-makale,3616.html
Bir diğer önemli konuyu ise İsrail-Türkiye ilişkilerinin geleceği yönünde yapılan yorumlar oluşturmaktadır. Son Gazze saldırısıyla gittikçe radikalleşen İsrail'in Türkiye ile yakınlaşma çabaları farklı kanallarla sürse de Türk hükümetinin net tavrı ilişkilerin normalleşmesine izin vermemektedir. ABD-İsrail arasındaki sarsılmaz birliktelik, ABD-Türk ilişkilerinde stratejik ortaklık Filistin konusunda ayrışmaktadır. ABD'nin bölge de Türkiye'ye olan ihtiyacı, İsrail ile birlikteliği ilişkilerde zaman içerisinde birtakım sıkıntılara yol açmasına neden olmaktadır. Ancak son dönemde İsrail'e rağmen Obama-Erdoğan birlikteliği karşılıklı güven ve sağlıklı iletişim ile başarılı bir şekilde uygulanıyor. Bu konuda Obama yönetiminin İsrail- Türkiye ilişkilerini ayrı sütunda irdeleyişi Türk-Amerikan ilişkilerine ayrı bir stratejik boyut katıyordu. Her ne kadar bu konu farklı ele alınsa da Türkiye'nin istekleri doğrultusunda geri adım atmayışı, İsrail'in sert tavrı; Türk-Amerikan ilişkilerinde mayınlı yollardan birini oluşturmaktadır. Her ne var ki; bu sütunsal ayrım geçtiğimiz haftalarda Türkiye Başbakanı Erdoğan'ın 'Siyonizm insanlık suçudur.' çıkışıyla ABD tarafından hoş karşılanmadı. Başta AIPAC, ADL gibi İsrail lobileri olmak üzere JPost ve Haaretz başyazarlarından Obama yönetimine 'Erdoğan'a yeterince tepki verilmedi' eleştirileri geldi. Bu çıkış karşısında şaşıran Beyaz Saray'ın Ulusal Güvenlik Sözcüsü Tommy Victor, kınama mesajı yayınlarken sözcüden 'Erdoğan'ın siyonizmi insanlığa karşı işlenmiş bir suç kategorisinde sınıflandırmasını reddediyoruz.' açıklamaları geldi. Amerika, Mavi Marmara'ya yapılan saldırı hatırlardayken Türk-Amerikan ilişkilerinde İsrail unsurunu 2010 yılından itibaren sürekli düzeltilmeye gayret gösteriliyor. Ancak Türk hükümetinin net olan 3 şartından taviz vermemesi ve İsrail koalisyonunun özür konusunda mutabakata varamaması ilişkilerde çıkmaza doğru sürüklenmeye neden olmaktadır. Beyaz Saray, Ortadoğu da sıkışan İsrail'in düzen içerisindeki konumu net olarak görebilmektedir. Kararlı Türk hükümetini gören Obama yönetim bunun aşılamaması durumda iki ülke ilişkilerinde farklı stratejileri masaya yatıracak.
Emrah Usta
http://www.usasabah.com/Guncel/2013/03/10/john-kerry-doneminde-turkamerikan-iliskileri-nereye-gider
http://www.bodrumbaskisi.com/haber/index.php/avram-galanti-bodrumlu-icin-bir-iki-sey
http://cadde.milliyet.com.tr/2013/03/05/YazarDetay/1676282/MELAHAT_ASLINDA__FORTUNE_IDI
http://feyziisbasaran.wordpress.com/2013/03/05/abdturkiyeisrail-ve-bolge-politikasi-2/
http://t24.com.tr/galeri/google39dan-ruya-gibi-bir-ofis-daha-google-tel-aviv/3747
http://www.gaziantepsabah.com/yazi.php?id=935
http://www.gaziantepsabah.com/yazi.php?id=925
http://www.youtube.com/watch?v=X6N9buaV26A
http://www.youtube.com/watch?v=Rqiy5ApRnhY
http://www.youtube.com/watch?v=vx9daIgmJ6Q
Afşin Yurdakul ve Selçuk Tepeli'nin konukları Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, gazeteci-yazar Soli Özel, gazeteci-yazar Fehmi Koru, Ortadoğu muhabiri Boris Mabillard
http://haberturk.tv/programlar/video/eksen-8-mart-2013-13/85075
http://haberturk.tv/programlar/video/eksen-8-mart-2013-23/85076
http://haberturk.tv/programlar/video/eksen-8-mart-2013-33/85085
http://www.konseptdisi.com/yahudi-sermayesi-bilim-ve-arap-dunyasi/
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=871231&CategoryID=42
http://www.bianet.org/biamag/azinliklar/119121-allah-askina-nedir-bu-antisemitizm-bilen-var-mi