Selanik, Yahudi kültürü denilince akla gelen ilk şehirlerden biri olarak bilinir. Ancak enteresandır ki şehir merkezi yakınlarındaki Yahudi Kültürü Müzesi bir yana bırakılacak olursa günümüzde bu kentte Yahudi varlığını hatırlatacak neredeyse hiçbir şey kalmamış gibi. Öyle ki, bir zamanlar dünyanın en büyük Yahudi mezar alanlarından biri olarak kabul edilen ve 360 dönümlük bir alana yayılan Selanik maşatlığının bugün izine dahi tesadüf edilememekte
Selanik’teki Yahudi varlığı çok eski dönemlere kadar uzanır. Nitekim Aziz Pavlus’un Selanik Yahudilerine yönelik bir dizi mektup kaleme aldığı biliniyor. Ortaçağda da kentte bir Yahudi nüfusun olduğu Tudelalı Benjamin’in seyahatnamesinden anlaşılmakta (1). Ancak kent, hiç şüphe yok ki cemaat açısından altın çağını Osmanlı egemenliği döneminde yaşadı. Bu süreç, aynı zamanda Selanik’in de “altın çağ”ı olarak adlandırılır.
Selanik’te Bizans İmparatorluğu zamanında az da olsa bir Yahudi cemaati yaşamaktaydı. Şehir 1430’da Sultan II. Murat zamanında kesin olarak Osmanlı topaklarına katıldı(2). Bu sırada şehirdeki Yahudi nüfusunun varlığına dair herhangi bir veri bulunmamakta. İlginçtir ki Fatih’in son yıllarında, 1478’de yapılan bir sayıma göre şehirde hiç Yahudi yaşamıyordu(3). Belki de Fatih, fethettiği başkenti iskân çerçevesinde burada varolan Yahudi cemaatini İstanbul’a sürmüştü. Onun oğlu II. Bayezid zamanında ise Selanik’teki Yahudi varlığı bambaşka bir renge büründü(4).
Granada’nın düşmesinin hemen ardından 31 Mart 1492’de İspanya Kralı Ferdinand ve Kraliçe İsabella tarafından kaleme alınan Elhamra Fermanı’nda, ülkedeki Yahudilerden din değiştirme ya da ülkeyi terk etme seçeneklerinden birini tercih etmeleri isteniyordu. Sonuç olarak pek çok Yahudi görünüşte din değiştirerek “Maran” adı altında İspanya’da yaşamaya devam ederken, bu durumu kabul etmek istemeyen Yahudiler başka Avrupa ülkelerine ya da Osmanlı İmparatorluğu’na göç etmeyi tercih ettiler(5). Zaman içinde diğer Avrupa ülkelerinde de artan baskı ve alınan engizisyon kararlarının etkisiyle, Osmanlı ülkesine göç eden Yahudi nüfus hızla arttı. Bu göçlere özellikle 16. ve 17. yüzyılda Almanya, Ukrayna, Polonya gibi bölgelerden kopup gelen Aşkenaz kökenli Yahudi cemaatleri de eklendi(6). Yahudi nüfusun Selanik’e yerleştirilmesinin en önemli nedeni ise Makedonya’da hayvancılığın gelişmiş olması ve buna bağlı olarak yünlü dokuma için gerekli olan hammadde olanaklarına yakınlığıydı. Nitekim bölgeye iskân edilen Yahudilerin önemli bir kısmı bu alanda faaliyet gösteren insanlardı(7).
Şehre ilk gelen Yahudi grupları arasında Mayorkalı, Kastilyalı ve Sicilyalı Yahudiler vardı. Onları zaman içinde Aragonlular, Valensiyalılar, Kalabriyalılar, Venedikliler, Provanslar ve Napoliler izledi(8). Haliyle farklı merkezlerden gelen Yahudi unsurlar arasında dini ve kültürel uygulamalarda ciddi farklılıklar bulunmaktaydı. Bu durum Selanik Yahudi Cemaati'nin uzun süreli sıkıntılarından birini teşkil etti. Ancak farklı coğrafyalardan kopup gelmeler beraberinde bir dizi avantajı da getirdi. Bu sayede Selanik’te farklı iş kolları gelişti. Avrupa’nın değişik limanlarıyla farklı alanlarda ticaret ilişkileri kurma şansı yakalanmış oldu. Nitekim Selanik’te yaşayan Yahudilerin uğraş sahalarına giren mesleklerin çeşitliliği de bu durumu gösterir nitelikteydi. Selanik Yahudileri bankerlik, tefecilik, zeytinyağı ve sabun imalatı, demircilik, bakırcılık, mermercilik, tenekecilik, kuyumculuk, iplikçilik, kunduracılık, terzilik, parfümcülük gibi işlerde sivrilmişlerdi. Yine bu dönemde Selanik’in ticari arteri batıda Marsilya’dan, güneyde Kahire’ye kadar uzanıyordu(9). Ancak hiç şüphe yok ki şehrin lokomotif uğraşısı dokumacılıktı(10).
Selanik, 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı dokumacılığının en önemli merkezlerinden biri haline geldi. Hatta bölge, Kanuni devrinin sonlarından itibaren Yeniçeri elbiseleri için kullanılacak çuha dokumalarının karşılandığı merkez konumundaydı(11). Bu durumun da etkisiyle Selanik Yahudi Cemaati'nin devlete ödemekle mükellef olduğu verginin çuha ile karşılanması yoluna gidildi. Uygulamanın Yeniçeri Ocağı’nın kaldırıldığı 1826 yılına kadar devam ettiği biliniyor(12). 19. yüzyılda gerek bu durumun ve gerekse de sanayi devrimi neticesinde başka merkezlerin yükselişe geçmesi neticesinde Selanik dokuma endüstrisi ağır darbe yedi. Bu yüzyıl içinde işsiz Yahudi nüfusun sayısı yüzde 35’ler, gibi son derece büyük bir orana ulaştı. Mevcut koşullara ayak uydurup büyük bir zenginliğe kavuşan Alatini, Madiano ve Fernandez aileleri gibi çok az sayıdaki Yahudi nüfus dışındaki cemaat üyeleri, genellikle açılan fabrikalarda ya da limanda ucuz iş gücü olarak hizmet verdiler. Bunun sonucu olarak Osmanlı topraklarında bilinen ilk sosyalist hareketin tohumları II. Meşrutiyet sonrasında bu kentte atıldı(13).
Selânik Yahudileri zenginliklerini büyük ölçüde Osmanlı limanları ve İtalya coğrafyasındaki krallıklar ile yaptıkları ticarete borçluydular. Cemaat, özellikle 16. yüzyılda Akdeniz ticaretinde son derece önemli bir konuma sahip bulunuyordu. 1556’da Adriyatik kıyısındaki bir İtalyan kenti olan Ancona’da maran oldukları(14) belirlenen 25 Yahudi’nin yakılarak öldürülmesi üzerine, Selanik Yahudileri dindaşlarına yapılan bu muameleye cevap olarak Ancona’ya 6 aylık bir boykot uygulama kararı almışlardı(15). Bu güce bağlı olarak şehirdeki Yahudi nüfus her geçen gün arttı. Öyle ki 1530’da şehrin yüzde 52’si, 1613’te ise yüzde 68’i Yahudilerden oluşuyordu. Dünya üzerinde kuvvetle muhtemel ki o dönemde Yahudilerin nüfusça çoğunlukta olduğu tek şehir Selanik’ti. Şehir 20. yüzyılın başlarında dahi bu özelliğini büyük ölçüde korudu. Öyle ki, Selanik 26 Ekim 1912’de Yunan kontrolüne girdiğinde şehirdeki Sabataycı topluluk hariç 157 bin kişilik nüfusun 65 binini Yahudiler oluşturuyordu. Buna Sabataycı nüfusun da eklenmesiyle nerede ise şehrin yarısı İbrani toplumuna mensup insanlardan müteşekkildi(16).
SABATAY SEVİ VE SELANİK
Şehirdeki Yahudi Cemaati açısından en büyük kırılma süreçlerinden birisi ise 17. yüzyılın ikinci yarısında yaşanan Sabatay Sevi meselesi oldu. Sabatay Sevi İzmirli olup, 1626’da doğmuştu ve 18 yaşına geldiğinde hahamlık icazetini almıştı. Onun yaşadığı devrede Yahudi Cemaati'nin mesih beklentisi had safhaya çıkmıştı(17). Bu durumun da etkisiyle Sabatay Sevi ilk olarak 1648’de İzmir’de mesihliğini ilan etmiş ancak bir süre sonra kentten kovulmuştu. Sonrasında aralarında Selanik’in de bulunduğu pek çok şehre bir dizi seyahat düzenleyerek bu tezini oralarda da dillendirdi(18). Gittiği yerlerde hem destek gördü hem de ciddi bir muhalefetle karşılandı(19). Akabinde İzmir’de karar kılarak faaliyetlerini burada sürdürdüğü, ancak şehirdeki Yahudi Cemaati'nin şikayetleri üzerine önce İstanbul’a ardından Edirne’ye getirilerek mahkeme edildiği, sonrasında da İslam’a geçerek 'Aziz Mehmet Efendi' adını aldığı biliniyor(20). Son süreçte müritlerinden küçük bir grup da kendisini takip etti. Sabatay Sevi, ilerleyen günlerde Arnavutluk’un kuzeyindeki Ülgün’e sürüldü ve burada öldü.
İşte Selanik şehrinin Sevi’nin takipçileri ya da meşhur tabir ile Sabataycılar tarafından merkez edinme süreci de böylelikle başladı. Sabataycılar önce Sevi’nin Selanik’te yaşayan eşi Ayşe’nin etrafında toplandılar. Sonrasında ise tarihsel süreç içinde Yakubiler, Kapaniler ve Karakaşlar olmak üzere üç kola ayrıldılar. Mübadeleye kadar da Selanik söz konusu cemaatin en önemli merkezi olma konumunu devam ettirdi. Özellikle Kapaniler’in öncülüğünde şehirde bazı önemli binaların inşa olunduğu biliniyor. Kapaniler ve Karakaşlar gerek genç nesillere kültür aktarımını temin ve düzgün Türkçe eğitimi vermek, gerekse de ticari hayatta başarılı bireyler yetiştirebilmek amacıyla bir dizi okul açtılar. Bu kurumlardan Feyziyye ve Terakki Okulları Balkan Savaşları'ndan sonra İstanbul’a taşınarak Türkiye Cumhuriyeti’nin köklü eğitim kurumları olarak bugüne kadar hizmet vermeye devam etti. Her iki okulun kuruluşunda önemi roller oynayan ve 1917’de İstanbul’da ölüp Üsküdar Bülbülderesi Mezarlığı'na gömülen Şemsi Efendi, aynı zamanda Atatürk’ün de öğretmenliğini yapan son derece kıymetli bir eğitimciydi(21).
Şehirdeki Sabatay cemaatinin varlığı büyük ölçüde 1923’te nüfus mübadelesi sırasında sona erdi(22). Zira bilindiği üzere mübadele ırk üzerinden değil, din üzerinden gerçekleştirilmişti ve söz konusu cemaat kağıt üzerinde Müslüman toplumun bir parçasıydı. Bazı cemaat önderlerinin durumu Yunan yetkililerine izah etmeleri işe yaramadı ve sayıları takribi 15 bin civarında tahmin olunan bu grup üyeleri Türkiye’nin yolunu tutu(23).
Şehirde söz konusu cemaatten kalan en önemli yâdigar ise Yenicami’dir. 1901 ya da 1902’de Ahmet Kapani tarafından İtalyan mimar Poselli’ye inşa ettirilen mabed, mimari özellikleri açısından camiden çok bir sinagoga benzer. Bu hali ile de adeta cemaat mensuplarının iki arada bir derede kalışlarının somut bir göstergesi gibidir. Belki de bu sebeple camiyi arayacak olursanız yanına gelseniz dahi fark etmeniz sorun olabilir. Bugün bir sergi salonu olarak kullanılan caminin avlusunda ise Roma-Bizans devrine ait tarihi mezar taşları sergileniyor. Şaka gibi ama cami avlusundaki bu taşlar arasında bir tek Müslüman mezar taşı dahi yok. Cami 1925-63 yılları arasında da Arkeoloji Müzesi olarak hizmet vermiş(24).
ALATİNİ VİLLASI VE ALATİNİLER
Selanik’teki Yahudi varlığını yaşatan en önemli sivil mimari tarzı yapıların başında öyle sanıyorum ki Villa Alatini geliyor(25). Aslen Livornolu olan Alatiniler(26), 18. yüzyıl sonlarında şehre gelerek yerleşmişler ve kısa sürede farklı sanayi kollarında yaptıkları yatırımlarla şehrin en önde gelen ailelerinden biri oluvermişlerdi(27). “Selanik’in babası” olarak tanınan(28) Moise Alatini ise Alatini İmparatorluğu’nun gerçek anlamda kurucusuydu. Servetini büyük ölçüde tarım sahasına yaptığı yatırımlardan temin eden Moise, Selanik’teki ilk un fabrikasının, alkol damıtımhanesinin, tuğla ve kiremit fabrikalarının kurucusu olarak bilinir(29). Ailenin Selanik’te, sahile yakın bir mevkide un fabrikası bulunuyordu ve bu fabrika, bölgedeki Türk ordusunun ihtiyaçlarının mühim bir kısmını karşılıyordu. Aile, şehrin bira üretiminde de gayet önemli bir konumdaydı(30). Söz konusu fabrika halen ayakta ve kısa bir süre sonra restorasyonuna başlanacak.
Moise Alatini, aynı zamanda Selanik Bankası’nın da müessisidir. Moise Alatini’nin, bu gayretleri neticesinde elde ettiği servetin 50 milyon franklık bir miktara ulaştığı tahmin ediliyor.
Moise, aynı zamanda gerek İstanbul’un ve gerekse de Avrupa’nın önemli Yahudi aileleri ile de yakın ilişkiler kurmuştu. Bunlar arasında Rotschild, Hirsh ve İstanbul kökenli Camondo aileleri ilk akla gelenlerdir.
Moise Alatini’ni Selanik’e en büyük katkısı hiç şüphesiz eğitim alanındaydı. Moise Alatini, Selanik Yahudi toplumunun her ne kadar nüfusça çoğunlukta olsa da kültür düzeyi itibari ile her geçen gün diğer unsurların gerisinde kaldığının bilincindeydi. Cemaatin eğitim seviyesinin yükselmesi, beraberinde ekonomik refah seviyesinin de artmasını getirecekti. Bu amaçla ilk olarak 1856’da Baron Rotschild’in de desteğiyle Selanik’te modern eğitim veren ve yabancı dillerin okutulduğu bir okulun temellerini attı. Ancak okul, muhafazakar kesimin tepkisi ile karşılaşınca 1861’de kapandı(31). Moise Alatini bu kez Alliance İsraielite Universelle (AIU) ile işbirliği yoluna gitmiş ve bunun neticesinde AIU 1873’de Selanik’teki ilk kurumunu açmıştı. Bu okula bir yıl sonra kız okulu da eklendi. Moise Alatini bununla da kalmadı ve gelenekçi kesimden gelebilecek muhtemel tepkileri en aza indirgemek için Talmud Tora Okulu'na 1000 frank bağışladı. Bu bağışın da etkisiyle Talmud Tora Okulu'nda bir dizi reform faaliyetine girişildi.
Alatinilerin adını taşıyan köşk, 20. yüzyılın hemen başında inşa olunmuştu. Ancak yapının sahibi olan Georgio Alatini bu güzel binanın sefasını süremeden felç geçirmiş ve Avrupa’da tedavi görmek zorunda kalmıştı. Bunun üzerine Villa Alatini, Osmanlıların Selanik bölgesindeki jandarma genel müfettişi olan İtalyan Robilan Paşa tarafından kiralandı(32).
Gelgelelim Robilan Paşa da burada uzun soluklu kalamadı. 27 Nisan 1909’da İttihat Terakki Cemiyeti tarafından tahttan indirilen II. Abdülhamid’in başkentten uzaklaştırılmasına ve cemiyetin kalesi olan Selanik’e gönderilmesine karar verildi. Padişahın Çırağan Sarayı’nda gözetim altına alınması yönündeki talebi ise, cemiyetin önde gelen isimlerince kesin bir dille reddedildi(33). Kararın alınmasından hemen sonra sabık sultan, aile üyeleri ile birlikte Sirkeci’den trene binerek 20 saatlik bir yolculuk sonrasında Selanik’e vardı(34). Burada ikameti için tasarlanan iki yapıdan biri Villa Alatini, diğeri ise İttihatçılardan İzmir Valisi Rahmi Bey’in yalısıydı. Ancak çok daha güvenli kabul edildiği için Alatini Köşkü’nde karar kılındı. Yeri gelmişken hemen belirtelim ki 12 bin metrekarelik bir alana yayılan ve etrafı duvarlarla çevrili bulunan köşkün güvenliği, İttihatçılara yeterli gelmeyecekti. Bunun neticesinde tahttan indirilen sultanın on beş zabit ve 250 jandarmadan oluşan bir kuvvet tarafından muhafazasına karar verildi. Köşkün etrafındaki duvarlar 5 metre kadar yükseltildiği gibi, yine bu duvarların farklı noktalarına 4 küçük ve 4 büyük karakol kurulması karara bağlandı. Köşkün bulunduğu cadde yaya ve araç trafiğine kapatılırken, köşkün etrafındaki evler de sahiplerinden satın alınarak ya da kiralanarak boşaltıldı ve Abdülhamid’i muhafaza ile görevlendirilen subaylara tahsis edildi(35). Bu muhafızlar arasında Cumhuriyet döneminde de önemli roller oynayacak olan Feti Bey (Okyar), Ali Bey (Kel Ali), Salih Bey (Atatürk’ün yaveri Salih Bozok) gibi isimler de vardı(36).
İlerleyen günlerde Selanik merkezli 3. Ordu, Sultan II. Abdülhamid’e kişisel servetini bu orduya bağışlaması konusunda baskı yaptı ve Sultan da bu işlemin karşılığında Alatini Villası'nın kendisi için satın alınmasını talep etti. Sultanın talebi kabul edilerek köşk, sultan adına 3. Ordu tarafından satın alındı(37). Abdülhamid’in burada vaktini daha ziyade roman okutarak ve büyük keyif aldığı marangozluk işleri ile uğraşarak geçirdiği biliniyor. İhtimal ki villaya, Yunan işgali sonrasında el konulmuş olsa gerek.
Sultan'ın Villa Alatini’deki ikameti üç buçuk yıl sürdü. 1912’de Balkan Savaşı’nın çıkması ve sonrasında Osmanlı ordusunun ardı ardına yenilgilere uğraması üzerine II. Abdülhamid’in İstanbul’a nakli gündeme geldi. Kara yolunun arz ettiği tehlike sebebiyle deniz yolu kullanılarak sabık Sultan'ın başkente getirilmesi tasarlandı, ancak Yunan donanmasının gücünden çekinildiği için, Alman İmparatoru'ndan bu konuda yardım istendi(38). Bunun üzerine devreye, Alman elçiliğinin yatı Lorelay sokuldu(39). Lorelay’ın resmi görevi, Rodos’a insani yardım malzemesi götürmek olarak kamuoyuna duyuruldu, ancak İstanbul’dan yola çıkan gemi, büyük bir başarı ile II. Abdülhamid’i Selanik’ten kaçırarak Beylerbeyi Sarayı’na getirdi.
Alatini Villası 1926’da Selanik’in iki büyük üniversitesinden biri olan(40) Aristotales Üniversitesi’nin ilk yerleşkesi oldu. 1979’dan beri de Yunanistan hükümetinin Selanik merkezli Makedonya bölgesi valiliğinin idari binalarından biri olarak hizmet vermekte(41).
devam edecek...
1 Türker, 39
2 Eyice, 463
3 Veinstein, 45
4 Gökaçtı, 319
5 Kaya, 54-55
6 Kiel, 353
7 Gökaçtı,319
8 Veinstein, 47-48
9 Oktay, 497
10 Veinstein, 56
11 Oktay, 496; Kaya, 59-60
12 Gökaçtı, 339
13 Türker, 40
14 Dışarıdan Katolik inancının gereklerini yerine getiren ancak Yahudi inancına bağlı olan kişi.
15 Her ne kadar süre dolmadan bu boykot bazı Selanikli Yahudilerce bozulmuş olsa da cemaatin önemi açısından bu örnek kayda değer bir misal teşkil eder. Veinstein, 55
16 Türker, 41
17 Şişman, 34
18 Kiel, 355
19 Şişman, 26-27
20 Eyice, 466; Türker, 39; Alkan, 140; Gökaçtı, 335
21 Gökaçtı,337-338
22 Anastassiadou, 70
23 Türker, 39
24 Eyice, 477; Öztürk, 100
25 Anastassiadou, 120
26 Livorno Yahudileri önceleri Fransız kralının himayesinde oldukları için Fransa’ya tanınan kapitülasyonlardan yararlanıyor ve Selanik’teki diğer Yahudi cemaatlerine göre 18. yüzyılda daha fazla öne çıkabiliyorlardı. Bu durum onlar açısından Selanik’i önemli bir cazibe merkezi kılmış olmalı. Bkz. Veinstein, 62
27Öztürk, 84. Ailenin atası Lazare Alatini olup 1796’da Selanik’e gelip yerleşmişti. İpek, 67
28İpek, 76
29 Molho, 74
30 Bostan, 25
31 İpek, 71-72; Molho, 75
32 Osmanoğlu, 164
33 Yavuz, 168
34 Öztürk, 91. Ayrıca bu sürgün sırasında maiyetindeki isimler için bkz. Osmanoğlu, 157-158
35 Bostan, 26-27
36 Bu subaylar içinde Abdülhamid ve ailesine en nazik davranan kişi Feti Bey olduğun için sultan, Feti Bey’in İstanbul’a çağrılması ve bu sebepten görevini bırakmasına epeyce üzülmüştür. Osmanoğlu, 45
37 Osmanoğlu, 178; Bostan, 25
38 Yavuz, 167-168
39 Eyice, 486; Lozan, 2
40 Diğeri Makedonya Üniversitesi’dir.
41 Öztürk, 92