Kayak ve snowboard sporunu sevenlere tecrübeyle edindiğim önemli bir tavsiye vermek istiyorum… Dağa gitmek için asla sezon sonunu beklemeyin… Zira sona kalan dona kalıyor
Geçtiğimiz sene kış sezonu bitmeden ancak bir kere gerçekleştirebildiğimiz kayak tatili sonrası, bu sene için kendimize verdiğimiz “en az üç kere gidelim, hatta yurt dışına gidelim?” vaatleri, yine sezonun kapanmasına bir hafta kala karı ucundan yakaladığımız bir Uludağ seyahatiyle son buldu.
Neredeyse bütün kış hevesle yapmayı beklediğim bu spora maalesef gerek hava muhalefeti, gerekse de yol, fazla yük (kayak, snowboard, ayakkabılar, tulumlar...) ve eşlerin üşengeçliği gibi oldukça kuvvetli müdahaleler vardı. Bütün bu engelleri aşıp Uludağ’a ulaşmamız ise, ancak geçtiğimiz hafta sonu gerçekleşebildi.
Bu seyahatin kamera arkasında ise benim bütün sene süren ısrarlarımdan çok, eşimin çalıştığı firmanın bu tatili bize hediye etmiş olması yatıyordu... Neden her ne olursa olsun ben “sus payı”mı almıştım ve kırık ayak parmağıma rağmen kayacaktım.
Sabah 6 olarak planlanan yolculuğa ancak 7’de başlayıp, Bursa’da “yukarıya arabayla mı taksiyle mi çıksak” tartışmaları eşliğinde verdiğimiz moladan sonra, en nihayetinde Uludağ’a varmayı başardık.
Otele girdiğimde ise oraya bizimle aynı şartlarda gelmiş olan gelen, cemaatimizden birçok tanıdık sima gördüm. Birinin gittiğini duyup bunu fırsat bilen eş, dost, akraba da diğerinin peşine takılıp zincirleme bir efekt oluşturmuş, otel adeta Büyükada Saat Meydanı’na dönüşmüştü.
Herkes ilk gün heyecanıyla öğle yemeğini bile es geçip kendini pistlere attı. Attı atmasına ama kar kıvamını şaşırmış, değil kaymak kardan adam bile yapmak için fazla yumuşaktı. Durum bu olunca önce kolay pistlerde biraz ısınalım turları bir kenara bırakılarak, kendimizi Uludağ’ın en yüksek tepesi olan Kuşaklıya atıverdik. Burada ise bizi uğuldayan rüzgâr eşliğinde buzdan dimdik bir pist bekliyordu.
Onca saat jimnastik salonlarında yapılan koşular, spinning dersleri elbet bugün meyvelerini verecekti. Buzda hızlanıp, bol kara girince aniden frenleyen kayaklarıma rağmen hâlâ ‘Carving’ stilinde kayma mücadelesi veren ben, bilmem kaç kere aynı dağdan çıkıp indiğim günün sonunda aktif sporun salon sporu ile hiçbir ilgisi olmadığını deneyimlemiş, aksam Rheuman jel ile kaçınılmaz buluşmamı beklemeye koyulmuştum.
Kayakçıların aksine snowboardcular karın bu oldukça yumuşak halinden memnun görünüyor, kendi elleriyle yaptıkları tümseklerden atlayıp zıplayarak Facebook’a konmak üzere bin bir özendirici poz çekiyorlardı. Bense biraz evvel önlerine çıkan düzlükte el ve ayaklarının üzerine çömelip dilleri dışarıda zıplaya zıplaya yol almaya çalışırken bir yandan da “bir daha buraya çıkanı ne yapsınlar” ifadeleri ile kendilerini fotoğraflamayı başarmış, ileride aleyhlerinde delil olarak kullanmak üzere saklamıştım.
Akşam yağan kar, ertesi gün için hava beklentilerini oldukça yükseltmiş, saatlerin alarmlarını pistlerin açılışına denk gelecek şekilde kurmamıza neden olmuştu. Sabah henüz alarm bile çalmadan perdeyi araladığımda pırıl pırıl bir güneş yerine grip gri, somut bir sis selamlamıştı beni. Biraz sinir bozucu bir manzaraydı bu ancak ne bu sise, ne de yağan sulu kara teslim olmaya niyetim yoktu henüz ve benim gibi düşünen bir avuç insanla beraber yine soluğu pistlerde aldık. Ancak bu sefer de vetoyu jandarmadan yedik. Ağır hava koşulları nedeniyle pistleri kapattıran jandarma, bizi de usul usul otelimize yolcu etti.
Ne var ki burası Uludağ idi ve kayak yoksa eğlence vardı. Bizim şansımıza ise tam da o gün Power FM ve Volvo’nun ortak düzenlediği Free Style Yarışması ve ardından da açık hava partisi oldu. Normalde öğle yemeği için bile ara verdiğinde huzursuzlanan benim gibi kayak-kolikler için oldukça keyifli bir fırsat olmuştu bu.
Power FM, Alkoçlar pistinin altına kocaman bir sahne kurmuş, gördüğüm en eğlenceli DJ ve ekibiyle bu havadan muzdarip, suratı düşmüş kalabalığı deli gibi coşturmayı başarmıştı. Artık fazla oksijen mi, dağıtılan şaraplar mı yoksa vücudumda kandan çok hakim olan laktik asit mi bilemiyorum ama neredeyse kayak pistinden daha çok hareket etmiştim o dans pistinde.
Ertesi gün yine sis, kar, yağmur savaşımı arasında yarım gün kayıp, araya da küçük bir kardan adam inşası sıkıştırdıktan sonra Bursa’da İskender kebap yeme hayalleriyle yola koyulduk. Bu sefer hedefimiz seneye en az dört kere kayağa gelmekti ve mümkünse sezonu sonundan değil başından yakalamaktı. Nitekim sona kalan gerçekten dona kalıyordu...