• Kıyıla kıyıla sayıları 100 bini bile bulmayan gayrimüslim azınlıklar (3000 Rum, 20 bin Yahudi, 60 bin Ermeni), aslında son Cumhuriyet tarihinde az mağduriyet yaşamadı. Cumhuriyet kurulduktan sonra devreye sokulan “saf vatandaş” kavramı, sadece Kürtleri değil, Ermeni, Rum ve Yahudilere yönelik ayrımcılığı da meşrulaştırdı: 6-7 Eylül olayları, Aşkale, 20 ve 30’larda Yahudi ve Ermenilerin kamudan atılması, vakıflara yönelik kısıtlamalar... Azınlıklar, Avrupa Birliği süreci ve son yıllardaki reformlarla uzun zaman sonra ilk kez rahat bir nefes aldı. Devlet tarafından artık “tehdit” olarak görülmüyorlar. Vakıf malları iade edildi, azınlık temsilcileri devlet katında kabul görür oldular, hatta liderleri İstanbul’da görkemli iftar davetlerinin vazgeçilmez birer aksesuarı haline geldi. Aslı Aydıntaşbaş - Milliyet
AZINLIKLAR, AVRUPA BİRLİĞİ SÜRECİ VE SON YILLARDAKİ REFORMLARLA UZUN ZAMAN SONRA İLK KEZ RAHAT BİR NEFES ALDI. DEVLET TARAFINDAN ARTIK “TEHDİT” OLARAK GÖRÜLMÜYORLAR. VAKIF MALLARI İADE EDİLDİ, AZINLIK TEMSİLCİLERİ DEVLET KATINDA KABUL GÖRÜR OLDULAR, HATTA LİDERLERİ İSTANBUL’DA GÖRKEMLİ İFTAR DAVETLERİNİN VAZGEÇİLMEZ BİRER AKSESUARI HALİNE GELDİ
Kıyıla kıyıla sayıları 100 bini bile bulmayan gayrimüslim azınlıklar (3000 Rum, 20 bin Yahudi, 60 bin Ermeni), aslında son Cumhuriyet tarihinde az mağduriyet yaşamadı. Cumhuriyet kurulduktan sonra devreye sokulan “saf vatandaş” kavramı, sadece Kürtleri değil, Ermeni, Rum ve Yahudilere yönelik ayrımcılığı da meşrulaştırdı: 6-7 Eylül olayları, Aşkale, 20 ve 30’larda Yahudi ve Ermenilerin kamudan atılması, vakıflara yönelik kısıtlamalar...
Sahi özünde MGK kararlarıyla 90’larda boşaltılan Kürt köylerinin durumuyla, 30’lardan itibaren sistematik bir kampanya (ve MGK kararıyla) Rumlardan “arındırılan” Gökçeada’nın durumu farklı değerlendirilebilir mi?
Azınlıklar, Avrupa Birliği süreci ve son yıllardaki reformlarla uzun zaman sonra ilk kez rahat bir nefes aldı. Devlet tarafından artık “tehdit” olarak görülmüyorlar. Vakıf malları iade edildi, azınlık temsilcileri devlet katında kabul görür oldular, hatta liderleri İstanbul’da görkemli iftar davetlerinin vazgeçilmez birer aksesuarı haline geldi.
PKK liderinin bu ifadeleri ise, kalan bir avuç Rum, Ermeni ve Yahudi’yi yeniden ‘iç tehdit’ olarak gören mantığı hatırlatıyor.
Aslı Aydıntaşbaş
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik'in çağrısını duyunca yıllar önce yazdıklarım aklıma geldi.
Bakan Çelik, bir çağrı yapıyor ve "Yıllar önce çeşitli haksızlıklar veya yanlışlıklar nedeniyle bu ülkeyi terk etmiş Hıristiyan veya Yahudi yurttaşlarımıza artık ülkenize dönebilirsiniz diyoruz" diyor. Birkaç yıl önce bu köşede ben de "Keşke böyle bir çağrı yapılsa" diye yazmıştım.
Bu ülkeden giden binlerce Rum, Ermeni ve daha az sayıda da olsa Yahudi vatandaşımız bu ülkeye dönse, bu ülke ne kadar farklılaşır hiç düşündünüz mü?
Nasıl bir zenginlik kazanacağımızı, sosyal hayatlarımızın nasıl değişeceğini, toplumsal yapının ne kadar hareketleneceğini hiç hayal ettiniz mi?
Gençler elbette hatırlamaz ama bizim çocukluğumuzda bile, sayıları geçmişle kıyaslanmayacak kadar azalmış olsa da varlıklarını sürdüren kapı komşumuz Rum teyzeler, Ermeni amcaların bize neler kattığını, kültürümüzü nasıl genişlettiğini bizim nesil ucundan da olsa hatırlar.
Elbette gidenlerin hepsinin geri gelmesi mümkün değil, ama bir bölümünün bile dönmesi ne keyifli olur. Üstelik de Türkiye'nin eski ve belki de o zaman için haklı paranoyalarından kurtulduğunu en açık şekilde göstermez mi?
Üstelik benim yine bu köşede birkaç kez dile getirdiğim daha da önemli bir adım var.
Türkiye, Balkan, komşu Arap ve hatta Kafkas ve Ermeni ülkelerinde yaşayan herkese "Türk pasaportu" verebilse, kapılarını bu ülkelere açsa, en azından ABD'nin Green Card uygulamasının bir benzerini bu ülkelerin vatandaşları için uygulamaya koysa.
Fena mı olur! Bence çok şeyi değiştirir. Ya da çok şeyin değiştiğinin kanıtı olur!
Fatih Altaylı
http://www.haberturk.com/yazarlar/fatih-altayli/828182-celik-gibi-cagri
Toplantıya katılan ABD’li siyasetçilerin TAA ve sponsor kuruluş TUSKON üzerinden, CHP’li vekilleri de hedef alan tartışmanın farkında olduklarını sanmıyorum. Ancak farkında oldukları bir şey var ki, kendileri gibi TAA’nın toplantısına katılan Türkler de İsrail’le bütün köprülerin atılması konusunda Türkiye’deki hükümetle aynı fikirde değil. Bu yüzden, ABD’li siyasetçiler akıllarından geçeni rahatça söyleyip, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Siyonizm ile ilgili açıklamalarını ve Türk hükümetinin İsrail politikalarını hedef yapmaktan çekinmediler. Tıpkı Erdoğan’a mektup gönderen 23 senatör ve 66 Temsilciler Meclisi üyesi gibi...
Unutmamak lazım: Mektuba imza koyanlardan 12’si Türkiye Dostluk Grubu’nun üyeleriydi...
Cumhuriyetçi Senatör Mark Kirk’ün “Başbakan Erdoğan ABD, Avrupa ve İsrail ile daha yakın ilişkiler sürdüreceğine Batı’dan uzaklaşma ve izolasyon politikaları izliyor” yorumu ile daha da sansasyonel hale gelen bu mektup, ‘lobicilik’ konusunda Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi’nin, sadece ‘oy’ ile açıklanamayan başka bir silaha daha sahip olduğunu gösteriyordu: Sermaye.
Yahudi sermayesi, geniş bir seçmen tabanını etkileyen Yahudi lobisi, Obama’yı ikinci döneminde kuşatmış durumda. Obama’nın İsrail-Filistin sorununu çözme çabası, bu kuşatmayı daha da güçlendirecek gibi. Beyaz Saray, bu süreci başlatmadan önce İsrail’e uygulanan izolasyonu kırmak istiyor. Buna da İsrail’in bölgedeki yalnızlığını en çok derinleştiren krizi çözmekle başlayabilir. İsrail’in, Türkiye ile barışmak için Türkiye’nin Mavi Marmara olayıyla ile ilgili ‘özür ve tazminat’ gibi şartlarını da karşılayacağı sinyali vermesi aynı döneme denk geldi. Obama’nın İsrail ziyareti öncesinde bu konuda bir adım atılması Washington’ın en büyük beklentisi. Ancak Ankara, Suriye krizi bitinceye kadar İsrail ile ilişkileri mevcut noktada tutma yönünde bir kararlılık içinde.
Bu arada Los Angeles ve San Francisco gibi, Ermeni nüfusun yoğun olduğu California’daki hareketlilikten söz etmekte yarar var. Ermeni lobisi, büyük bir trajedinin başlangıç vuruşu olan tehcir kararının 100. yıldönümü yaklaşırken hummalı bir çalışma içinde. Malum, hem tehcir belgesinin imzalandığı gün olan 24 Nisan yaklaşıyor hem de 1915’teki sürgün kararının 100. yıldönümü için son iki yıla giriliyor. Üstelik, böyle giderse bu iki yıl Türkiye’nin ABD’deki en büyük destekçisi Yahudi lobisinin tamamen kaybedildiği yıllar olacak ve İsrail’le yaşanan bu gerilim daha çok baş ağrıtacak.
Deniz Zeyrek
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1125477&CategoryID=81
Bir seçim uğruna “One minute show”u yaptılar.
Ama diplomasi açık oturumlarda değil, zemininde yapılır.
Germeye ne gerek vardı?
Samimi idiyseniz…
Müslümanlarla savaşanlara destek vermek için neden 1 Mart tezkeresini getirdiniz?
Irak’ta ölen Müslümanlar için neden “two minutes” demediniz?
Şimdi de Başbakan, “Siyonizm Irkçılıktır,” deyiverdi.
Haberi yok ki BM Siyonizm’in ırkçılık olmadığına dair çoktan karar verdi.
Merhum Özal’ın talimatı ile biz de olumlu oy vermiştik.
Aslında Başbakan şu soruyu cevaplamalı:
Neden BM’lere yeni bir karar tasarısı sunmuyorsun da…
Yahudi cesaret ödülünü başköşende koruyorsun?
Arkasında da duramadı sözlerinin Başbakan.
Gerçekten Başbakanımızın bu hale düşmesinden üzüntü duyuyorum ama…
Güvenilir diplomatik kaynaklarım John Kery’nin bir saat diskur çektiğini söylediler bana.
Geçiniz...
Ama Batılı dostlar dikkat etmediler…
Başbakan ne demişti?
“Yahudi vatandaşlarımız benim korumam altındadır.”
Dikkat!
Anayasanın değil Başbakan’ın şahsi korumasının altındalarmış.
Bizde bir atasözü vardır dostlar…
“Anlayana sivrisinek saz anlamayana davul zurna az.”
Aytun Çıray
http://turktime.com/yazar/-Sizi-gidi-Siyonistler-sizi-/12309
Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde Viyana’daki Medeniyetler İttifakı’nda yaptığı konuşmada siyonizm konusundaki sözleri, hem İsrail’de hem de Amerika’daki Musevi örgütlerinde sarsıntı yarattı. Erdoğan özetle “siyonizmin, insanlığa karşı işlenen suçlar kategorisinde görülmesi gerektiğini” ifade etmişti. Siyonizmin İsrail’in varoluş temelini teşkil ettiği iddiasındaki Museviler ise Erdoğan’ın ‘korkutucu’ bir ifade kullandığı görüşünde.
Amerikan Kongresi’ne mensup Senato ve Temsilciler Meclisi üyeleri de işte bu konuda Başbakan Erdoğan’a bir mektup yazdı. Gelen metinde hayli sert ifadeler dikkati çekiyor. Başbakan’ın sözlerinin “ağır hayal kırıklığı (grave disappointment)” yarattığının altı çiziliyor ve “Erdoğan’ın bir an önce bu açıklamasını geri alması” isteniyor. Erdoğan belki önümüzdeki günlerde İsrail’in varlığını ve dünyadaki Musevileri hedef almadığını vurgulayabilir; ancak İsrail’in özür ve tazminat konusunda harekete geçmemesi halinde Ankara da yumuşamayacak.
Amerikan yönetimi, Türkiye-İsrail ilişkilerinin düzeltilmesi için bugüne dek Tel Aviv nezdinde ağırlığını koyamadı. Ancak bu gidişatın sonu iyi değil. ABD Başkanı Barack Obama gelecek hafta İsrail’e gidecek. Obama da tehlikeyi görüp somut bir girişimde bulunmazsa mesele Washington-Ankara soğukluğuna kadar varacak. Bu durumda Erdoğan’ın mayıs ayında yapmayı planladığı kritik ABD ziyaretinin İsrail tartışmasının gölgesinde kalması riski var. Washington ve Ankara’nın karşılıklı bağımlılık ilişkisi, bu sapmayı kaldıracak durumda değil
Hakan Çelik
Hollanda’dan sevgili dostum Uğur aradı: “Buralarda sabah akşam Türkiye tartışması var” dedi.
“Neyimizi tartışıyorlar” diye sordum. Cevap çarpıcıydı:
“Eşcinsel ve semitist karşıtlığımızı...”
Hollanda’da yaşayan Türk gençleri arasında anti-semitik söylem yayılıyormuş.
Hitler’in “Kavgam” kitabı en popüler kitap haline gelmiş.
Gazete haberinde Arnhem’de yaşayan Türklerle yapılmış röportajdan örnekler var:
“Herkes günün birinde Yahudileri yok etmek istediği için Hitler’e teşekkür edecek” diyor bir genç...
“Hitler’in Yahudi olduğu için 6 aylık çocukları bile öldürdüğünü biliyor muydunuz” diye soruyor muhabir... Cevap tüyler ürpertici:
“Yahudi iseler iyi olmuş.”
“Niye peki” sorusunu bir başka genç şöyle yanıtlıyor:
“Yahudiler kötü; bu kadar basit... Bu yüzden onlardan nefret ediyoruz.”
Gazete haberi, bu hoyratlığın, Türkiye’deki iktidarın ve İslamcı basının Yahudi karşıtı söyleminden beslendiğini öne sürüyor.
Can Dündar
SON yılların yoğun tekrarlanan siyaset söylemi şöyle:
“Türkü, Kürdü, Lazı, Abashası, Gürcüsü, Çerkezi, Arnavutu, Boşnağı, bu mozaik, zenginliğimizdir...”
Doğru...
Ama...
Yetersiz...
Ya bu topraklardaki Yahudi, Ermeni, Rumlar, siyasetçiler neden onları da saymıyor?
Onlar da mozaikteki zenginlikler değil mi?
Osmanlı’da onlar vezirdi.
Osmanlı’nın sonlarına doğru meşrutiyet döneminde milletvekili ve bakan...
En önemli ülkelerde büyükelçile-rimizdi. (Secir-i Kebir...)
Cumhu-riyet döneminde de demokrat partili yıllar dahil milletvekiliydiler.
Hatta...
Son yıllarda Jefi Kamhi DYP milletvekilli olarak Meclis’teydi.
Peki...
Bütün bunlardan sonra neden zenginlik “mozaiğinde” anılmıyorlar?
Güneri Cıvaoğlu
Kudüs’te Mescid-i Aksa yakınlarında lokantasında yemek yediğimiz bir Kürt Yahudisinin yaptığı tespitler de ilginçti: “Nerede Kürdistan’ın Diyarbakır’ında yediğimiz kebaplar? Bizimkisi idare eder.”
Kendisine, neden Kürdistan diyorsun, bir Kürt devleti kurulacağını mı söylüyorsun, dediğimizde bize verdiği cevap şu oldu: “Ortadoğu’da petrol oldukça kıskançlıktan hiçbir Kürt birleşmez. Devlet falan da kuramazlar.”
Bütün dinlerin bir arada olduğu eski Kudüs’te Ağlama Duvarı’nda Yahudilerin dualarına kilise çanları ve ikindi ezanı karıştığı an neden insanların barış içinde yaşayamadığını ve birbirlerini yediklerini anlamakta zorluk çektiğinizi hissediyorsunuz. Bir tarafta Arap Müslümanlar namaz kılıyor, bir Yahudi din okulundan simsiyah giysileri ile Yahudi çocuklar çıkıyor; öte yandan Hıristiyanların hac yaptıkları kilisede İsa Peygamber’in öldüğünde yıkandığı yere secde edip uzun süre yüz ve ellerini kaldırmayanları izliyorsunuz.
Peki, bu kutsal birlikteliğe rağmen savaşlar neden? Bütün bu iklim yalan mı? Yoksa mesele dinler arası çatışma mı?
Aslında halklar arasında sorun yok. Tüm sorun politikacılarda. Dünya uluslarını yöneten vasat liderlerde. Dini duyguları da istismar edenler, halkını dinlemeyenler, ulusları savaşa sürükleyenler egolarını yenemeyen hep bu liderler. Yazık insanlığa...
Mustafa Pamukoğlu
http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=405224&kn=64&ka=4&kb=5&kc=64
İsrail’i her eleştiren gibi Erdoğan’ı da (kimi laikçilerin yaptığı gibi) “anti–semitizm”le itham etmek hiç anlamlı değil. Erdoğan, 2003’te iki sinagoga yönelik saldırılardan dolayı geçmiş olsun demek üzere Türkiye Hahambaşılığını ziyaret eden ilk Türk başbakanı oldu. 2004’te halklar arasında barışa yaptığı katkılardan dolayı ABD’deki İsrail lobisinden ödül aldı. 2005’te İsrail’i resmen ziyaret etti. Bir İsrail cumhurbaşkanını 2007’de TBMM’de konuşmaya davet eden o oldu. Düşmanları, onun “Yahudi olduğunu” yazdılar. 2008’de, İsrail’in Gazze saldırısı öncesinde İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni, Türkiye–İsrail ilişkilerinin “mükemmel” olduğunu söylüyordu.
Başbakan Erdoğan’ın İsrail’e sert çıkışının arka planında, bir yandan Türkiye halkının (hangi siyasi eğilimden olursa olsun) ezici çoğunluğuyla Filistinlilere reva görülen muameleye duyduğu tepki, böylelikle Araplar arasında kazandığı sempati, öte yandan Tel Aviv’in Mavi Marmara’da İsrail askerleri tarafından öldürülen silahsız Türk siviller nedeniyle özür dahi dilememe küstahlığına cevap var. (Bu bağlamda, Erdoğan’ın partisinden olmayan Türkiye hükümetlerinin, BM Genel Kurulu’nun 1975’te Siyonizm’i bir tür “ırkçılık ve ırk ayrımcılığı” olarak niteleyen kararına destek verdiği; 1991’de bunu geri alan karara da çekimser kaldığı hatırlanmalı.)
Şahin Alpay
http://www.zaman.com.tr/sahin-alpay/siyonizm-insanlik-sucu-mudur_2065870.html
Amerikan kongresinde Cumhuriyetçi ve Demokrat kanadın her ikisinden toplam 89 üye başbakan Erdoğan'a mektup yazarak Viyana'da Siyonizm hakkında sarf ettiği sözleri geri almaya davet etmiş. Hiç şaşılacak bir durum değil bu. Amerika'da seçimlere girilirken gerek Kongre gerek senato adaylarının büyük çoğunluğu Yahudi lobi örgütü AIPAC ile açıktan ilişkiye girerek bütün siyasetlerinde İsrail'e destek verme sözü verirler. İsrail'in haklı olup olmadığına bakılmaksızın her konuda İsrail'e destek verileceği sözünü almayı birçok aday seçilmenin en önemli şartlarından biri olarak görür.
Senatörlerin internet sayfalarına bir girin bakın, her birinin dış politikada Ortadoğu ve İsrail konusunda baştan itibaren sergilediği deklarasyon bu teslimiyeti açıkça ifade ediyor. Birçoğu gerçekten İsrail'e inandıkları için değil, Siyonistlerin şerrinden korktukları için bu teslimiyeti sergiliyor.
Aslında bir noktadan sonra bu bir Amerikan şehir efsanesi konusu haline gelmiş. Yahudi lobilerini karşılarına almaya cesaret edemeyen sıradan politikacılar baştan onlara teslim oluyorlar ve siyaset alanlarını alabildiğine daraltmış oluyorlar. Böylece İsrail'in her türlü haksız, ırkçı, işgalci, katliamcı, zalim, sömürgeci politikası kongre ve senato tarafından destek garantisine kavuşmuş oluyor.
Sadece bu açıdan bile Amerikan siyaseti Yahudi lobilerine esir olmuş, acınacak durumdadır. Kongre ve Senatonun işleyişine hakim olan bu lobi faaliyetlerinin ABD'yi daha demokratik kılmadığı çok açık, aksine tıpkı C. Wright Mills'in yıllar önce adını koyduğu gibi çok ağır bir demokrasi makyajı altında oligarşik iktidar seçkinleri tarafından yönetilen bir yalana indirgiyor. Mills'in bu seçkinler arasında göstermediği Siyonistler, sadece ABD'yi değil bütün dünyayı fesada boğacak şekilde çalışıyor bugün.
Yasin Aktay
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YasinAktay/siyonizm-ve-fasizm/36792
Türkiye ve Türklerle ilgili algıya ciddi biçimde zarar veren bir mesele daha var. Yakınlardaki iki vukuatın ardından, Hollandalıların çoğunda Türklerin anti-semitizme eğilimli olduğu izlenimi oluştu. İlkin, Erdoğan, birkaç hafta önce Viyana’daki BM forumunda yaptığı konuşmada, “Tıpkı siyonizm gibi, tıpkı anti-semitizm gibi, tıpkı faşizm gibi, İslamofobi’nin de bir insanlık suçu olarak görülmesi kaçınılmaz hal almıştır.” dedi. ABD ve Avrupa’da pek çok kişinin Erdoğan’ı antisemit olmakla suçlaması üzerine kopan tartışma, Batı’da zaten var olan bazı Türkiye karşıtı hisleri güçlendirdi. Today’s Zaman’daki köşesinde siyonizmin İslam âleminde dünyanın geri kalanındakinden farklı bir anlamı olduğunu yazan Ömer Taşpınar gibi kişilere şahsen katılıyorum. AKP lideri dâhil, Müslümanların çoğu için siyonizm, Taşpınar’ın ifade ettiği gibi, “Yahudi devletinin Filistinlileri öldürmesi, ezmesi ve sürmesiyle bağlantılıdır.” Müslüman olmayanların çoğunluğu ise, siyonizmi Yahudi devletinin kurulmasının gerisindeki ideoloji olarak görür. Anti-siyonist olmak demek, İsrail devletinin varlığına karşı ve yıkımından yana olmak anlamına gelir. Daha önceki pek çok açıklaması ve 2008’de Gazze savaşının çıkmasından evvel İsrail ile Suriye arasında barış anlaşması için arabuluculuk çabası göz önüne alındığında, Erdoğan’ın İsrail’in Filistinlilere muamelesinin açık sözlü bir tenkitçisi olduğu, ama kelimenin Batılı anlamıyla bir anti-siyonist olmadığı aşikâr. Türkiye Başbakanı, Viyana konuşmasında, anti-semitizmi şiddetle kınadığını ziyadesiyle belli etti. Ama hâlâ şüpheler var.
Son iki haftada, bu kez, bazı Türkiye kökenli Hollandalı gençlerin karıştığı bir olayla, Hollanda’da Türkiyeliler ve anti-semitizmle ilgili tartışma yeniden başladı. Televizyonda yayımlanan belgesel bir dizinin bir bölümü, Hollanda’nın doğusunda, yoksul bir bölgede yaşayan ve gönüllü sosyal çalışmalar yaparak memleketlilerinin sorunlarla baş etmesine yardımcı olan sempatik Türkiyeli Kürt Mehmet Şahin’e odaklandı. 15-16 yaşlarındaki bir öğrenci grubuna, nefret ve ayrımcılığın geçmişte yol açtığı korkunç sonuçları anlatmak isteyen Mehmet, onlarla birlikte, faşizmin dehşetinden kurtulamayan Amsterdamlı Yahudi kıza dair ikonik kitabı, “Anna Frank’ın Günlüğü”nü okumaya kalkıştı. Ama oğlanların tepkisi şoke ediciydi: Hitler’in tüm Yahudileri öldürmek istemekte haklı olduğunu söylediler. Mehmet niye böylesine aşırı anti-semitizme sarıldıklarını öğrenmek istediğinde, oğlanlar hemen İsrail’in Gazze ve Batı Şeria politikalarıyla bağlantı kurdu. Onların basit ve genç bakış açısından, Yahudiler, Filistinli Müslümanları katletme politikasının failleri olduğundan o zaman da şimdi de meşru hedefler.
Joost Lagendijk
http://www.zaman.com.tr/joost-lagendijk/turkler-anti-semit-mi_2064488.html
Obama ziyareti öncesi İsrail'de hükümet kurma çalışmaları hızlanırken Filistin'de de hem Batı Şeria'da hem Gazze'de büyük protestolar örgütleniyor. Konuyu yakından izleyen yorumcuların pek çoğu Filistin'de umutsuzluk arttıkça bir üçüncü intifada ihtimalinin, bunun maliyeti ne denli yüksek olursa olsun artmakta olduğunu düşünüyorlar. Böyle bir isyan gerçekleşirse Batı Şeria'da gerçekleşecektir. Gazze'de tüm hareketliliğe rağmen daha farklı şeyler yaşanıyor.
Suriye'deki büyük iç ve bölgesel hesaplaşmada Esad rejiminin yanında kalmamayı tercih eden, merkezini de Katar'a taşıyan Hamas giderek daha meşru bir oyuncu olmaya çalışıyor. Bizatihi Şam'a sırtını dönerek Hamas Arap siyaseti içindeki dışlanmışlığını aşmaya başladı. Mısır'da Müslüman Kardeşler de Hamas'ı iyice dizginlemekle beraber ideolojik ve siyasi yakınlık dolayısıyla işbirliği de yapıyorlar.
Gerek Mossad'ın eski başkanlarından Efraim Halevi gerekse İsrailli gazeteci Şlomi Eldar yakında yazdıkları yazılarda Mısır, Hamas ve İsrail güvenlik örgütleri arasında müzakerelerin sürdüğünü iddia ettiler. Hamas terör örgütleri listesinden çıkarılıp meşru bir Filistinli taraf haline gelmeye çalışıyor. Bu yolda en ciddi desteği Katar Emiri'nden alıyor. Nihai beklenti Hamas'ın böyle bir hamle karşılığında İsrail'in 1967 sınırları içinde varlığını tanıması.
Son 25 yıla damgasını vuran iki devletli çözüm seçeneği aslında giderek zayıflıyor. Kimilerine göre İsrail'in sürekli toprak gasp etme politikasının sonucu olarak işlevsel bir Filistin devletinin kurulması pratikte mümkün değil. Her şeye rağmen bu seçenekten daha iyisinin bulunmadığını düşünenler ise Obama'nın kararlı bir adım atması ve hem İsrail'e hem Filistinlilere teşvik ve tehditler yoluyla ayar vermesi halinde sonuca varılabileceğini umut ediyorlar.
İsrail-Filistin barışının parametrelerinin ne olacağı, toprağın nasıl bölüneceği, Kudüs'ün iki tarafın başkenti olması gerektiği, geri dönme hakkının ancak çok kısıtlı şekilde uygulanabileceği biliniyor. Obama bu bilinenleri hayata geçirme iradesini gösterebilir mi? Asıl soru burada yatıyor.
Soli Özel
http://www.haberturk.com/yazarlar/soli-ozel/827113-obama-israil-ve-filistin
İç politika açısından bakınca hemen şunu belirtmek gerekiyor: Obama birinci döneminde İsrail'i ziyaret etmeyen ama Çin'e resmi ziyaret yapan ve defalarca Asya- Pasifik bölgesine giden ilk ABD başkanı. Zaten seçim döneminde hem Mitt Romney hem de İsrail lobisi bu konuda Obama'yı sert şekilde eleştirdi. Bu nedenle artık Obama'nın ikinci döneminde bir an evvel İsrail'e gitmesi, içeride artan bu eleştirilere cevap vermek açısından elzem duruma gelmişti diyebiliriz. Bu arada şunu da hatırlatmalıyız: Obama daha şimdiden 2014 ara seçimleri için hazırlık yapmaya başladı.
Bildiğiniz gibi Temsilciler Meclisi her iki yılda bir seçime gidiyor. Obama açısından Kongre'deki Cumhuriyetçi çoğunluk ciddi handikap. Cumhuriyetçi çoğunluk Beyaz Saray'dan gelen her türlü ekonomik ve sosyal reforma karşı veto kullanıyor. İç politikaya ve de özellikle ekonomiye dış politikadan çok daha fazla önem veren Obama için 2014 seçimlerinde Temsilciler Meclisi'nde Demokrat çoğunluğun oluşacağı bir seçim kazanmak en temel öncelik. Bu nedenle kendisini sevmeyen İsrail lobisine daha fazla koz vermemek Obama'nın İsrail'e gitmesinde önemli bir etken.
Dış politikaya gelecek olursak, Obama için Ortadoğu'da en önemli mesele İran.
Bunun temel nedeni İran'ın kendisinden kaynaklanmıyor. İran ABD için direkt bir tehdit değil. Ama İsrail İran'ın nükleer projesini ölümcül bir tehdit olarak algılıyor. Bu nedenle Obama için Ortadoğu'da en acil konu İran- İsrail dengesi ve öncelik İsrail'in kendi başına hareket etmesini engellemek. İran ile diplomatik görüşmelerin ve de ekonomik yaptırımların yavaş yavaş meyvelerini vermeye başladığı şu dönemde, İsrail'in bir delilik yapıp İran'ın nükleer merkezlerine bir hava saldırısı düzenlemesi Obama için tam bir kâbus senaryosu. İşte bu nedenle İsrail'e gidip yeni kurulan hükümete güven vermek ve ABD'nin İran'ın nükleer silaha doğru gidişine izin vermeyeceği konusundaki garantisini yenilemek çok önemli.
Ömer Taşpınar
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/taspinar/2013/03/18/obama-neden-israile-gidiyor
http://haber.stargazete.com/guncel/siyonizm-gercekte-ne-demek/haber-736247
http://www.gaziantepsabah.com/yazi.php?id=942
http://www.aksam.com.tr/yazarlar/washingtonin-dogum-sancisi/haber-176048
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/03/130308_sefarad_yahudileri.shtml
http://www.hasturktv.com/dunyada_bugun/6112.htm
http://setav.org/tr/siyonizm-ve-antisemitizm-uzerine/yorum/4547
http://tvarsivi.com/player.php?y=22&z=2013-03-15