Rüzgârda sürüklenmek midir yaşam? Ya da rüzgârın akışında direne direne mi oluşur dengeler? Bir boş vermişlik midir kendini onun esişine bırakmak? Sorular, sorgular, tefekkür... Uzun bir aradan sonra yeni kişisel sergisini Galeri Apel’de sanat dünyasının ilgisine açan Suzy Hug Levy, duygu ve düşünceleri ile yoğrulmuş eseri aracılığıyla izleyicisini yaşamı sorgulamaya yönlendiriyor
“Yel, dilediği yerde eser, sesini işitirsin, ama nereden gelip nereye gittiğini bilemezsin” (Yohanna 3:8 İncil). Tıpkı yaşamda olduğu gibi… Algıladığımız, yaşadığımız gibi… Suzy Hug Levy’nin Galeri Apel’deki son kişisel sergisini gezdim bu hafta kendisi ile birlikte; “Rüzgârda bir yaprak” misali taşıdı gün bizi içinde. Gerek sanatçının gerekse yakın dostu galeri sahibi Nuran Hanım’ın sımsıcak varlığında, sohbet ettik, yemek yedik, akşamı karşıladık birlikte…
Uzun uzun konuştuk; sanatı, eserini, yaşamı konuştuk Suzy Hug Levy ile. Önemli bir noktaya değindi: “Herkesin yorumu ayrı oluyor. Ben anlattıklarımı yansıtmak istemiyorum aslında” diyordu Suzy konuşmasında. “Herkes geldiğinde kendi yorumunu yapsın. Gördüğü zaman ona ne ifade ediyorsa odur. Tek istediğim yalnızca, görenin içinin titremesi. İnsan bakar ve ürperir ya, o ürpertiyi hissettirmek isterim.”
Böyle olunca sanatçının isteği, ben de sohbet öncesi sergiyi gezer gezmez kalemime akanları paylaştım kendisiyle. İçimin ürpertisini, bana hissettirdiklerini yazdım sizler için.
Rüzgâr. Nereden geldiği nereye gittiği bilinmeyen... Alıp götürür dalından kopan yaprağı. Hiç bir direnç göstermez sıklıkla yaprak, bir çeşit mutlak teslimiyette gibi. Öylesine süzülür. Derken konar bir an kuru toprağa; çürür durduğu yerde sunmak üzere yaşam enerjisini evrene. Bazen da salınır dalga dalga bir su yüzeyinde... Umursamaz elbet yaşam dertlerini kendine; varmış ya da yokmuş, ne gam. Öylesine olmuş, öylesine savrulur rüzgârda. Bir olmuş evrenle, söyler bir bütün evren senfonisinin kendine düşen parçasını. Oysa öyle mi insanoğlu? İlla kendine göre yorumlayacak, illa kendi kurallarını koyacak, kendi gerçekliğini üstün tutacak evrenin karşısında. Birlikte akmak yerine rüzgârla, kendi cüzi kararlarını gerçekleştirmek üzere direnecek. Ta ki, kırılma noktası kasıp kavurana dek ortalığı. O an, yayın en gergin olup okun fırladığı an, işte o an değişim anı! Ya dayanamayıp gerginliğe, kırılıp gidecek hastalıkların eşiğinde, ya da uyum sağlayacak yaşama. Sanatçının elindeki telefon teli ya da paslanmaz çelik tel gibi eğrilip bükülecek, ağaç olacak, yaprak olacak düğüm düğüm, salkım olacak ağlayan şırıl şırıl. Ağlayıp boşaltacak içindeki tüm irini ve bakır telin ötesinde yepyeni bir eser olarak besleyecek algımızı...
Bir hikâyesi olacak her bir eserin, her bir serginin. Sanatçının söylemek istedikleri, yüreğinde birikip de doldukça, bir hikâye olacak kaynağından taşıp patlayan. Öyle bir hikâye ki, her bir izleyicinin algısında değişecek, dönüşecek, yeniden açacak bambaşka denizlere. Benim algımda duvaklardan bir orman olan, kimine göre denizanası kolonisi ya da gözyaşı olacak.
Bir içsel yolculuk belki de sanat, gerek sanatçı gerekse izleyen için… Suzy Hug Levy için ise bir kendini ifade biçimi. “Sanatla çok iç içe olmayanlar bunun güzel bir hobi olduğunu düşünürler. Oysa hiç öyle bir şey değil. Aslında çok acı bir şey sanat yapmak. Patlamak üzere iken, kendini artık dışa vurmaktır sanat benim için. Uzun süren bir içsel yolculuğun patlak vermesidir bir anlamda. Artık kendini ifade etmeye mecbur hissettiğim bir an. Bir yerde kendi mahremim. O yüzden amaç da sergilemek değil aslında.”
İçinde biriken acının, üzüntünün düğüm düğüm yaprağa, ağaca, gözyaşına dönüşmesi… Her düğüm bir iç acısının dışa patlaması. Ve bu patlamalar binlerce düğüm parmaklarını parçalayana dek, ya da sadece eserini yaratmada kullandığı mevcut atık malzeme tükenene dek yapılacak. Bu sınır bile rüzgâra bırakmanın bir örneği belki de.
Rüzgâra bırakmak, bir teslimiyet, bir umursamazlık mıdır acaba, yoksa bir akış mıdır onun yönünde?
“İkisi de olabilir” diyor Suzy Hug Levy “çünkü yaprak düştüğü zaman dal mı onu tutmadı da yaprak uçtu gitti? Belki de dal daha sıkı sarılsaydı yaprak gitmeyecekti.”
Oysa yaprak kopacak, çürüyecek ve toprağa dönüp yeniden yaşam enerjisini sunacak.
“Dönüşüm muhakkak var. Zaten serginin yaz bölümünde yuvarlak formlar kullandım. O da biraz bunu ifade ediyor. Hayat bu! Başladığın zaman ne olacağını bilmiyorsun. Bir yerde seni rüzgâr oradan oraya sürüklüyor ve bazı kararlar veriyorsun. O kararlar seni götürüyor.“
Tüm bu tel düğümlerin arasında bir yaşlı bastonu... Dümdüz, ama koca çivilerle delinmiş, yaralanmış belki de. Özenle aranıp bulunmuş, bir destek, bir sabır, bir teslimiyet aracı baston. Rüzgâra teslim olur gibi... Ancak acı tatlı yaşam deneyimlerinin ardından belli bir olgunluğa erince mi kişi teslim eder kendini bir bastonun gücüne? Sabır. Nasıl bir sabır sonrasında bütünleşir insan bastonu ile bir olur? Mevsimler karıştıkça birbirine, yazı simgeleyen başak balyaları döne durup bir tekerlek misali sonsuz gerçeklikte yeniden yarattıkça hayatı; bazen ilkbaharı, yazı, sonbaharı yaşamış ve artık kışa geldiğini sansa da insan, İngiliz şair Shelley’nin dediği gibi “Ey yel, kış geldiğinde, çok geride olabilir mi ilkbahar?”
‘Rüzgârda bir yaprak’ sergisini ay sonuna kadar Galeri Apel’de gezmek ve belki de kendi rüzgârlarımızla ilişkilerimizin farkına varmak mümkün. Galeri, pazar ve pazartesi günleri hariç her gün ziyarete açık.
HaberTürk’ün
Suzy Hug Levy ile yapt›€› söylefliyi 23 Mart Cumartesi günü saat: 13:30’da izleyebilirsiniz.