İzak Şarhon 24 Mart 2013 tarihinde 100 yaşına girdi. Yüz koca sene, asırlık bir ömür ve dinlemeye değer onca hikâye…
Geçtiğimiz Çarşamba günü, yüze beş kala tanıştık. Hayatımda tanıdığım en tatlı yaşlı insan.
Şöyle gelişti olay. Sevgili arkadaşım Dalia Maya, onun 99. yaş gününde, o hafta piyasaya çıkmış olan “99” adlı kitabımı armağan edip Facebook’a fotoğrafını koymuştu. Doğal olarak çok duygulanmış, İzak Bey ile mutlaka tanışmak istediğimi söylemiştim. Geçenlerde Dalia, “Miryam, İzak Bey 100 yaşına basmak üzere, istersen seni tanıştırabilirim artık!” dedi. Ben de “Seve seve” diye yanıtladım. Hatta heyecanlandım da. Koca bir çınar ağacını ziyarete gidiyordum.
Ufak tefek görünen dev bir çınar!
Oğlu Yusuf Şarhon ve Dalia ile kendimi sabah saat 11’de Sancaktepe’de, tertemiz, ışık dolu, kocaman odaları olan bir bakımevinde buldum. Mösyö Şarhon koridordaki bir koltukta, bacaklarını uzatmıştı. Güleryüzlü bakıcısı ödem yapmış ayaklarını yağla ovalıyordu. Bizi görünce, gözleri ışıldadı. Hemen çektik sandalyeleri etrafına, ona odaklandık. Kısa süren bir tanışma faslından sonra, bize hikâyesini biraz anlatmasını istedik. Sevgili İzak Şarhon, kendisinden beklemediğim büyük bir performans gösterdi. İki saate yakın bize yaşam serüveninden kesitler anlattı. Paylaşırken laf arasına İngilizceler, Fransızcalar mı koymadı. Bizi iki saat gülümsetmeyi de başardı.
Bunları sizlerle de paylaşabilmek için, son on dakikayı kaydettim…
18-19 yaşlarında Fransızca yazışmalara baktığı işyerinden bir arkadaşı ile birlikte İspanya’ya gitme kararı almışlar. İzak Şarhon, “Ben artık reşit oldum; İspanya’ya gidiyorum” demiş ailesine. Barcelona’ya gitmişler. Orada bir dükkânın önünden geçerken, içeri girip vitrinde gördüğü kumaş üstüne boya ile desenleri kendisinin de yapabileceğini söylemiş ve hemen işe alınmış. 1934 Olimpiyatları için kravatların üzerine bilmem kaç yüz tane Olimpiyat topları desenini yapmış. Ancak tarih ona cilvesini oynamış ve General Franco’nun gelişiyle, Olimpiyatlar da iptal olmuş.
İzak Şarhon, eşyalarını toplayıp bir İngiliz harp gemisine binerek, Marsilya’ya gitmiş. Ağabeyi Alber Şarhon da, o zamanlar Avignon’da yaşarmış. Gemide valizlerini bulamayan Şarhon, ümitsizce gemiyi terk etmiş ki; bir de ne görsün!? Beş valizi yan yana rıhtımda dizili, yanında da bir adam ‘İzak Şarhon’ diye bağırarak onu arıyor. Çok şaşırmış tabii. Fransa’ya yeni adımını atmış, bu da neyin nesiymiş? Meğer ağabeyi geleceğini duyar duymaz Türk Konsolosluğu’na haber vermiş ve onu karşılamaya gelmişler. Ağabeyi ile konsolosluktan ayrılmış ve bir sene boyunca ona işlerinde yardımcı olduktan sonra Türkiye’ye geri dönmüş.
Bu defa, Mısır Refah kapısı üzerinden, Filistin’e gitmiş. Orada, İngiliz ordusunun sinemasında bir müddet bilet kesmiş. Daha sonra ise makinistliğe terfi etmiş. Yani, kendi deyimiyle ‘first operator’ olmuş.
Oradan yine Türkiye’ye dönmüş. Orduda binbaşı rütbesi olan, babasının bir müşterisi sayesinde Kolordu Komutanlık Binası’nda yazıcı olarak rahat bir askerlik yapmış. Torpilliymiş Sevgili İzak Şarhon.
Bize hikâyesini anlatırken, gözlerindeki o mutlu bakışları, yaptığı komik mimikleri size tarif etmem mümkün değil ancak en azından bir parça da olsa bu güzelliği sizlerle paylaşmanın keyfini sürüyorum. Sohbetin sonunda, kendisine 100. yaş günü için bir tespih armağan ettim ve bana şöyle dedi: “Miryam, seni çok sevdim. Seni ne bu dünyada, ne de öbür dünyada hiç unutmayacağım!”
100. yaşını Şalom ailesi olarak kutlarken, sevdikleriyle birlikte daha nice güzellikler yaşaması diliyoruz.