Mavi Marmara’da hayatını kaybeden dokuz Türk vatandaşının yakınları adına, Türkiye’nin İsrail’den talep ettiği diplomatik özrün üzerinden tam üç yıl geçti.
22 Mart 2013.
Üç koca yılın ardından İsrail resmen özür diledi. Sliha!
Bu süre zarfında ilişkilerin normalleştirilmesi adına hiçbir olumlu adım atılmamasına rağmen, sahi, bu özür de nerden çıktı?
Dilerseniz önce bir değerlendirme yapalım.
Aşırı milliyetçi Lieberman, hâlâ İsrail’deki koalisyon hükümetinin iki numaralı ortağı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Davos’ta tartıştığı Şimon Peres ise cumhurbaşkanlığı makamında oturmaya devam ediyor. Tüm bu bürokratik çıkmaza inat her iki ülkenin yanıbaşında, Suriye’de, bir insanlık dramı yaşanıyor. İran ile yaşanan krizin her geçen saniye artarak devam ettiğini söylemeye gerek dahi yok.
Bitmedi.
Bildiğiniz üzere, Cumhuriyetçilerden zirvede devralınan İsrail-Amerikan ilişkileri, Başkan Barack Obama döneminde adeta görmezden gelinmişti. 2012’nin son çeyreğinde ikinci kez başkanlığa seçilen Obama, söz konusu ilişkilerin dört yıl daha kaybetmemesi adına Netanyahu hükümeti ile artık çalışmak zorunda olduğunu geç de olsa anladı.
Devam edelim mi?
Suriye’ye denizden komşu olan Güney Kıbrıs’ın ekonomisi, de facto bir şekilde iflas etmiş durumda. İsrail’in, Türkiyesiz bir Ortadoğu coğrafyasında kendine en yakın Batılı demokrasiye sahip komşusu Güney Kıbrıs, Rus milyarderlerin ve Rus siyasal elitinin eline geçmek üzere. Bundan çekinen ABD güdümlü IMF ise Avrupa Birliği ile anlaşarak Güney Kıbrıs’a mali yardımda bulunma kararı aldı. Üstelik Güney Kıbrıs hükümetine, adanın güneyinde tüm yatırımlarıyla yerleşmiş olan Rus sermayedarlar doğrudan hedef alınmışçasına 100 bin avro ve üstündeki mevduat sahiplerinden ekstra vergiler alınması yönünde bir koşul dayatıldı. Böylelikle Güney Kıbrıs, yalnızca mali darboğazdan değil Ruslardan da kurtarılmış oldu.
Gelelim, kendi gündemimize. Sizce AK Parti hükümeti, iktidara geldiği on yıllık süre zarfında yapmış olduğu önemli icraatları kamuoyuna defaatle aktarırken, İsrail’in dilediği diplomatik özrü medyada bir zafer unsuru olarak kullanmayı yeterince tercih etti mi? Dışişleri çıkışlı birkaç diplomatik yanıtın dışında, kesinlikle hayır. AK Parti, tam da İmralı görüşmeleri süreciyle kaybedilme riski doğmuş milliyetçi muhafazakar tabanının oylarını kazanabileceği bir fırsat yakalamışken, neden bu konuda sessiz kalmayı tercih etti?
Özür dilerim ama yukarıda sayılan tüm başlıkları alt alta getirdiğinizde, özrün zamanlaması açısından oldukça manidar bir dönemin kapısı aralanmış olmuyor mu?
Suriye’ye buram buram savaş ve kan kokusu getiren Arap Baharı, ülkeye şimdi de Türkiye ve İsrail’in omuz omuza katıldığı bir uluslararası müdahale sürecini getirmez mi?
Aylardır sallanan koltuğunu bırakmamakta direnen Beşar Esad’ı saf dışı bırakmak için ayrı ayrı var gücüyle uğraşan İsrail ve Türkiye, daha fazla vakit kaybetmek yerine kısa vadede yürütülecek bir Suriye operasyonunun yol haritasını bundan böyle birlikte planlayacak olamaz mı?
Aslına bakarsanız, özürlerin dilendiği, ikili ilişkilerin yeniden normalleştiği bir ortamda sizlere karamsar bir tablo çizdiğim için asıl ben özür dilerim.
Umarım, savaşlarla yoğrulmaktan yorulmuş Ortadoğu toprakları, yeni özürlerin dilenmesine sahne olmaz. Ortadoğu’nun bir an önce, özürlerin dilenmeye gerek dahi bırakılmadığı bir bahara kavuşması dileğiyle.
Sercan ALTINBAŞ
PhD Ady.
Yeditepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler