Sophia Jaffe ile keman tutkusu üzerine…

İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası haftalık konserlerine devam ederken, geçtiğimiz hafta çok değerli, genç bir kemancıyı solist makamında ağırladı.

Sanat
3 Nisan 2013 Çarşamba

BERİ BEDELAHMİ

 

 

Sophia Jaffe’yi konser öncesi genel provada dinleme şansı buldum. Sahneye çıktığı andan itibaren onunla ilgili öngörülerim tamamen tersine döndü. Karşımda katı Alman-Rus ekolünden çıkmış, aşırı disiplinli bir müzisyen beklerken, oldukça sempatik, etrafa gülücükler saçan bir kemancı buldum.

  

Sophia Jaffe, konserde Mozart’ın keman ve viyola için bestelemiş olduğu K.V 364 Konçertant Senfoni adlı eserini tanınmış bir diğer solist, viyolacı Roland Glassl ile yorumladı. Eser, Mozart’ın yaylı sazlar için yazdığı, derin duygular içeren ve sıçramalar arayan yapıtlarından biri olup, bestecinin senfonik tatlar kattığı son bestelerindendir. Mozart otuz altı yıllık kısa hayatının yirmi üçüncü yılında yazdığı bu eserin barındırdığı içsellik duygusu, insanın akli kapasitesinin çok üstündedir kanımca...  Besteci eseri karamsar bir havada yazarken, müzikologlar eserin motiflerinin karamsarlığını 1778 yılında annesinin ani ölümüne bağlar.

Provayı dinledikten sonra Sophia Jaffe ile yaptığım söyleşiye geçmeden önce,  konserin bir diğer solisti, Rossini’nin ‘İtalya’da Bir Türk Üvertürü’ adlı eserini seslendiren (Bas) Erdem Baydar’ı tebrik etmeden geçersem verdiği emeğe saygısızlık etmiş olurum. Gerçekten tüm dinleyicilere harika bir yorum dinletti.

Jaffe’ye ilk sorum ailesi üzerineydi. Tüm ailesi müzisyen olan Jaffe için de durum farklı olmamış. “Zaten tersi olması çok zordu” yanıtı, müzisyen kimliğini ifade etmesi adına yeterli oldu. Bu mirası büyük bir şans olarak değerlendirmesinin yanı sıra, tüm ailesinin aynı enstrümanı çalması genç bir müzisyen olarak, kendi benliğini bulma aşamasında bazı zorlukları da beraberinde getirmesine engel olamamış. Babası Abraham Jaffe için ayrı bir parantez açan sanatçı, babasının yıllar önce İsrail Filarmoni Orkestrası’nda çalarken, İsrail’den ayrılmaya karar vererek Berlin’e taşındığını, zamanla şehrin en iyi özel keman öğretmenlerinden biri statüsünü kazandığını, durum böyle olunca da evlerinin sürekli keman öğrencileriyle dolup taştığını anlattı.

Genç kemancı müzisyen bir ailede doğmanın artı ve eksilerinden bahsederken çok enteresan bir noktaya değindi. Anlatımında; müzisyen ailelerde doğmayan bazı arkadaşları, profesyonel noktada bu işi yapmaya, para kazanamamak korkusuyla, adım atmıyorlarmış; üstüne üstlük bu durumun dünya Klasik Müzik pazarının merkezi olan Almanya’da gerçekleştiğini söyleyince, “O zaman bizim Türk gençler ne yapsın!” demekten kendimi alamadım.

Kendisine, repertuvarına göz attığımı ve yaşına göre oldukça geniş, neredeyse elli keman konçertosuna yakın bir seçkisi bulunduğunu, bu durumun ayrı bir önem taşıyıp taşımadığını sordum. Jaffe, repertuvarının genişliğinin çok erken yaştan itibaren eserleri öğrenmesiyle ilgili olduğunu, hatta keman repertuvarının mihenk taşlarından biri olan ‘Çaykovski Keman Konçertosu’nu, on bir yaşında öğrendiğini söyledi. Ayrıca evinde müzik eğitimi konusunda oldukça katı ve disiplinli bir rejim olduğundan söz etti.

Çağdaş müziğe ilgisi olup olmadığını sorduğumda ise, tercihinin çağdaş yapıtları çalmak olmadığını; fakat birçok çağdaş besteciye de, eserlerinin prömiyerlerini kendisinin yapacağını söyleyerek onları teşvik ettiğini belirtmesi, aklımda bir takım çelişkilere sebep oldu.

Bir sonraki sorum kariyerinin gelişim yönü ile ilgiliydi. Şu an mesleğine solist olarak devam ettiğini ancak Oda Müziği’ne olan bakış açısını merak ettiğimi söyledim. Solistlikte müzisyenin hep kendisi ile yarıştığını, bu durumun da bir takım sonuçlar yarattığını söyledi. Özellikle solistlikten Oda Müziği’ne geçişte, eğer kişinin aldığı eğitim sırasında da Oda Müziği’ne önem verilmemişse, grup halinde çalmanın uyum zorlukları getirebileceğini, ek olarak grubun üyelerinin her biriyle adeta bir evlilik kurulması gereğinin şart olduğunu söyledi. Kendisi, bu spesifik alana ileride kesinlikle girmeyi düşünüyormuş...

Sanatçıya; ki bu oldukça ilgimi çeken bir konu, yoğun programına rağmen başka müzisyenlerin, özellikle kemancıların konserlerine olan katılımını sordum. Son zamanlarda bir iki konsere gittiğini ama özellikle, solistin kemancı olduğu konserlerde çok seçici olduğunu, zaten az olan boş vakitlerini kötü yorumlar dinlemek için ayıramayacağını söyledi ve aniden kahkahalara boğuldu. Operalar ve özellikle programda Mahler senfonilerinin olduğu konserler, Jaffe için ön plandaymış...

Mayıs ayında İstanbul’da bir konser verecek olan Yitzhak Perlman’ın geçtiğimiz aylarda bir Rabbi ile bazı Yahudi dualarının geleneksel söyleniş biçimlerini, klasik bir üslupla kaydettiği CD hakkındaki düşüncelerini ve kendisinin böyle bir merakı veya planı olup olmadığını sordum. Kendisinin bu kayıttan haberi yokmuş; fakat konserlerinde zaman zaman geleneksel müziğe yer vermeye dikkat ediyormuş Jaffe. Hatta bir önceki konserinde Ernest Bloch 1. Keman Sonatı ile Janot Roskin’in mezzo-soprano, piyano ve keman için yazdığı, sözleri Yiddiş dilinde olan eser ile oldukça geleneksel bir konser verdiğini anlattı.

Son olarak kendisine konserde çalacağı eserle ilgili düşüncelerini sordum. Hepimiz gibi o da bestecinin yirmi üç yaşında böyle bir eseri yazmış olduğuna inanamadığını; ayrıca, eserin tonu olan Mi Bemol Majör’ün ilk olarak Barok dönemde Tanrı sevgisini anlatmakta kullanıldığını söyledi.Ek olarak keman ile viyola arasında hem teknik hem de duygusal açıdan doruk seviyeye ulaşmış kromatik bir bağın olduğunu söyleyerek sohbetimize son noktayı koydu.

Sophia Jaffe, ileride çok daha yüksek noktalara ulaşacakmış gibi görünüyor. O gün gelince kendisiyle gençken röportaj yapmış olmanın avantajlarını kullanacağım...