Holokost’ta hayatını kaybedenleri andığımız şu günlerde, Nazizm’in kurbanı olan Yahudi sporcuları da anıyoruz
Geçtiğimiz Pazar, Holokost’ta kaybettiğimiz 6 milyon kardeşimizi bütün hatıralarımızla andık. Hepsi o vahşet dolu yıllarda herhangi bir faaliyetle, herhangi bir işle hayatta kalma mücadelesi verdi. İşte onlardan bazıları vardı ki varoluşlarını, hayat amaçları olan sporla sürdürmek istediler fakat Nazizm buna izin vermedi. Ancak sporun da bir varoluş amacı olabileceğini bize göstermeyi başardılar. Holokost duyarlılığının giderek azaldığı bu günlerde, hem Holokost’u tekrar anımsatmak amacıyla hem de sporun o zamandaki yerini Holokost’la harmanlayıp sizlere sunmak için bir derleme oluşturmaya çalıştım. İşte zulme karşı gelme uğrunda sporcu benliklerini kaybeden kahramanlar.
Daniel Prenn
Bu sefer sıra teniste. Almanya’da seri başı olan Prenn, Yahudi olduğu gerekçesiyle önce tenisin en ünlü kupalarından Davis Cup’tan ihraç edildi; sonrasında da lisansı elinden alındı. Wimbledon Kupasına sahip olan Yahudi kökenli sporcu, asıl trajik olayı bundan sonra yaşadı. Dünyada altıncı sıraya kadar yükselen Prenn, dünya sıralamasında zirveyi hedeflerken birdenbire kendisini faşizmin ortasında buldu ve çok üzülerek spor hayatını sonlandırıp noktayı koydu. Bu zamandan sonra iş adamı olmaya karar veren Prenn, hayatına İngiltere’de devam etti.
Helene Mayer
Helene Mayer yarı-Yahudi bir eskrimciydi. Onun kaderi diğerlerininkine göre biraz daha şanslıydı. 1936’da Nazi Almanya’sında düzenlenen Olimpiyat Oyunlarında, uluslararası sahnede “hoşgörülü” olduğunu göstermek isteyen Nazi Partisi, Mayer’in Almanya’yı temsil etmesine izin verdi. Buraya kadar her şey güzel gözükse de gümüş madalya kazanan Mayer, kürsüde Nazi selamı vermeye zorlandı ve belki de bunu yapan ilk ve tek Yahudi olarak tarihe geçti. Olimpiyatlar bitiminde ise zaman kaybetmeden ABD’nin yolunu tuttu Helene Mayer. Bundan böyle de başka hiçbir Yahudi sporcu Almanya için yarışmadı.
Willy Meisl
İster bu yazıyı okuyan bir okur olun ister bu yazıyı yazan ben olun, kuşkusuz hiçbirimiz bir futbolcuya rastlayacağımızı kolay kolay düşünmeyiz. Bunun nedeni de Yahudi futbolcuların maç yapmadan Nazi Almanya’sından kaçmasıdır. Ancak bir istisna göze çarpıyor bu sırada. Willy Meisl, Viyana’da amatör bir kulüpte kalecilikle başladığı futbolda giderek yükseldi. Ancak Yahudi düşmanlığının kendini iyice hissettiği dönemlerde önce antrenörlüğe soyundu; en sonunda ise gazeteci olmaya karar kıldı. Böylece bir Yahudi daha sporcu kimliğini kaybetmiş oldu.
Leone Efrati
Acımasızlık diye tabir edebileceğimiz ve okurken içimizin cız edeceğine inandığım bir hikaye... İtalyan Yahudisi olan Efrati tüy sıklet kategorisinde bir boksördü. Hayatının büyük bir bölümünü ABD’de maç yaparak ve dinlenerek geçiren Efrati, bir gün ülkesi İtalya’ya dönmeye karar verdi. Ancak bu hayatının en yanlış kararı oldu. O zamanlar Almanya’nın bir numaralı müttefiki ve dostu olan İtalyan hükümeti, Leone Efrati’yi Almanya’ya ihbar edip Auschwitz’e gönderdi. Burada da her Yahudi’nin yaşadığı makus tarihi yaşadı Leone Efrati.
Erich Seelig
1930’lu yılların başında Nazi Partisi henüz iktidara gelmemişken, Almanya’nın en büyük boksörü olarak görülen Seelig, Nazilerin iktidara gelmesiyle önce gözden düşürüldü. Daha sonra da 1933 yılında Alman Boks Birliği tarafından lisansı elinden alınarak spor hayatına son verildi. Böylece Nazi Partisi spora da faşizmi alet etmeyi başardı.
Sir Ludwig Guttman
Yazının giriş bölümünde spor hayatına devam edemeyen insanlardan bahsedeceğimi söylemiştim. Ancak yazımı bitirmeden bir tane güzel, gururlandırıcı hikayenin de yazıda yer alması gerektiğini düşündüm. Bu bağlamda alınabilecek en güzel örnek Ludwig Guttman’dı. Nazizm’in zirve yaptığı dönemde yaşamış olan Guttman, Yahudi bir doktordu. Uzmanlığı ise nöroloji üzerineydi. Ancak bu alanda yetinmeyen Guttman, yapmış olduğu araştırmalar sonucunda, fiziksel engellilerin de spor yapabileceğini anlamış ve bunun üzerine ‘Paralimpik Oyunları’nı organize etmişti. Günümüzde de hâlâ yapılan Paralimpik Oyunları’nın fikir babası bir Yahudi olan Sir Ludwig Guttman’dır.
O dönemde sporla var olmaya çalışan birkaç insan hikayesi gördük. Şayet o dönemde spor yapılabiliyorsa, biz de Nazizm ve faşizm uğrunda kaybettiğimiz kardeşlerimizi bu günlerde yüreğimizin en derinlerinde hissedip anmamızın çok zor olmadığını düşünüyorum. Gelecek seneye daha kuvvetli bir şekilde: BİR DAHA ASLA!