Yaşam Yürüyüşü’nün ardından...
Ulus Musevi Lisesi'nden mezun olduğumda, öncelikle Emel Ayvalıoğlu ve Asım Erhanezer sayesinde senkronize düşünmeyi ve olaylara birçok açıdan bakmayı öğrendim. Bu yetiyi bana kazandırmaları da belki de onlara en çok minnettar olma nedenimdi. Neden bunları dediğime gelecek olursak, 11 Nisan'da gördüklerimden bahsetmek isterim...
Treblinka adında bir kamp, Varşova'ya ne uzak ne de yakın... Nazi Almanyası'nın Avrupa ülkelerinden getirdiği kargolarla dolu bir kamp. Her seferinde kargolarla dolu gelen vagonlar... Tabi bunlar SS subaylarına göre kargoydu, bize göreyse içlerinde yaklaşık 2.000 masum yürek... Polonya'ya gelmeden önce hep bir Nazi gözüyle olanları anlamaya çalışırdım. Ekonomik krizler, savaştan çıkmış yorgun bir ülke, fakirlik... 'Böylesi sorunlarla boğuşan ülkenin başında deli bir liderle bunları yapması mümkün' derdim. Küçük yaştan itibaren nefretle eğitilmiş bu insanların yaptıklarına az da olsa onların gözünden bakmaya çalışır ve az da olsa olanları onların gözünden değerlendirip mantıklı bulurdum; ama lisede öğrendiğim bu yetinin 11 Nisan günü öğle vakti büyük bir darbe yiyeceğini bilmiyordum. Gezdiğimiz kamplar boyunca vahşet dolu hikayeler, insanlık dışı olaylar duysak da başımız önde yürümeye devam ediyorduk ve hiç kimseden çıt çıkmıyordu. Birkenau, Majdanek derken, son durağımız olan ve tüm duyguları altüst eden bir ölüm kampına geldik. Treblinka bir toplama kampına değildi. Her tren gelişinde 2.000 kişi bavullarıyla geliyor ve kendilerinin bir işçi kampına geldiklerini sanıyorlardı. Yüzler korku dolu, gözler endişeli ama en azından dillerde yaşama umudu... İnsanlar valizlerindeki eşyaları, bir meydana dökerek kadın ve erkek olarak ayrılmış iki binaya girdikten sonra kıyafetleri çıkarılarak çıplak bir şekilde Road of Heaven'a yol alıyordu. Yani 'Cennetin Yolu'na. SS subaylarının bu yolda mahkûmlara saldırmasıyla, binlerce insan panik halinde yolu bitirip kapısında çiçekler olan ve üstünde David'in yıldızı olduğu binaya kaçıyordu. Çığlık ve ağlamaların yerini sessizlik alırken, karbonmonoksit gazıyla dolu vücutlar birbiri ardına dışarı çıkarılıp orada yakıldıktan sonra, yanmış insan eti kokusuyla büyük çukurlara atılıyorlardı.
Polonya'ya gelmeden önce bir Nazi'nin kafa yapısıyla düşünmeye çalışarak olaylara az çok o gözle içim acıyarak baksam da, artık o bakışımı yitirdim. Tüm gezi boyunca, zevk için öldürülen insanlar, annesiyle öldürülen çocukların hikâyesini dinlerken içim cayır cayır yandı. Belki de Treblinka turunda olduğu gibi sabrımızın da son durağıydı. Umut ve o insanlardaki yaşayacak olmanın verdiği buruk sevinçle insanlar trenden inerken, saatler içinde tozla duman olup bulutlara karışıyordu. Evet, bu gerçekten çok fazlaydı!
Beş gün boyunca gezdik, gördük. Bir sürü detay tabiki var, ancak geri kalan kelimeler ve anılar teferruat olur herhalde. Tek dilediğim öncelikli olarak tüm insanlığın, ardından da tüm Yahudilerin buraları gezip görmesi... Dileğim insanların en azından, aslında olanların insanlık dışı gibi saçma bir kelime ile anlatılmasının yetersiz olduğunu, insanın içindeki o en karanlık yönünün ne kadar korkunç ve sınırları zorlayabileceğini farketmesidir. Şalom ailesine bana böyle bir şansı tanıdığı için teşekkür ederim.
Ve asla unutmayalım; 6 milyon Yahudi öldürülse de, 7 milyon insan daha katledildi. Yani, toplamda 13 milyon insan ve onların hiç yaşamayan çocukları ve torunları...