İtalyan yazar, eleştirmen, düşünür Umberto Eco, Boğaziçi Üniversitesi’nin 150. kuruluş yıldönümü etkinlikleri kapsamında İstanbul’a geldi
Ziyareti sırasında 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi’ni de gezen Eco, müzenin kurucusu, araştırmacı yazar Naim Güleryüz’den Türk Yahudilerinin tarihi hakkında bilgi aldı. Holokost döneminde Avrupa’daki Yahudilere Türk pasaportu verip trenlerle Nazi Avrupası’ndan kaçmalarını sağlayan Türk diplomatları için ayrılan Onur Köşesi’ni dikkatle inceleyen Eco, Prag Mezarlığı adlı romanında XIX. yüzyılda Avrupa’da yükselişe geçen antisemitizmin hikayesini anlattığını belirtti.
Umberto Eco ile Orhan Pamuk arasındaki söyleşi, Bologna Üniversitesi Öğretim Üyesi Patricia Violi moderatörlüğünde gerçekleşti. Violi’nin Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi ile koleksiyonculuk üzerinde ağırlıklı olarak durduğu uzun giriş konuşması alkış topladıktan sonra söyleşi başladı.
Yaklaşık bir saat süren söyleşide, ‘gerçek, kurgu ve tarih’ tartışıldı. Edebiyat, önemli edebiyatçılar, romancılık, hikâye kahramanları, anlatıcı, konular, kişisel duygular, yazının müzikalitesi ve romanın otobiyografik olduğuna inanan naif okuyucu ile romanın yapı ve tekniğine yani okuyucuyu nasıl ağlatabildiğine odaklanıp, hikâyeyi kaçıran okuyucu arasındaki farklar tartışıldı. Tolstoy’un Anna Karenina karakterinin ‘ölümüne, gerçek bir kişi olmadığını bilmemize rağmen üzülmenin’ anlamı üzerinde duruldu. Pamuk, “Aklımızın bir bölümü buna ağlayan naif okuyucuyla alay ederken, bir bölümü bizim de ağlamak istediğimiz hissini saklamaya çalışıyor” dedi. Söze giren Eco, “İnsanların çoğu aptal. Ölüme yaklaştığımda insanların yüzde yüzüne yakınının aptal olduğuna ikna olursam huzurlu bir şekilde ölebilirim. Ancak şu anda sadece yüzde 50’sinin aptal olduğunu düşünüyorum” dedi.
Orhan Pamuk’un Agatha Christie kitaplarını okuyan okurları biraz hor gören konuşmasına rağmen Umberto Eco’nun Agatha Christie’nin İstanbul’u çağrıştırdığını söylemesi ve üzerine kitap da yazılmış olan ‘Roger Ackyord Cinayeti’ adlı romanından örnekle konuşmasına başlaması ilginç oldu. Her iki yazar da belli bir dengede, kahramanların kendilerinden izler taşıdığını ancak aynı zamanda kurgu olduklarına okuyucuyu inandırmaya çalıştıklarını anlattılar.
Postmodern yazarlar olarak anılmaları üzerine postmodernizm’in tanımı üstünde konuştular. Orhan Pamuk, ‘Naif ve duygusal romancı’ ile ‘Masumiyet Müzesi’ adlı kitap ve müzesi üzerinden örneklerle sürdürdüğü konuşmasında romancılığı değiştirmiş önemli isimlerin üstünde durdu. Romanlarıyla duygusal bir bağ kurmak istemediğini söyleyen Umberto Eco ise, tarihsel romanlar yazmayı tercih ettiğini söyledi. “Bir aşk romanı yazıp duygularımı anlatacağıma Napoleon dönemini anlatmayı tercih ederim” dedi. “Romana çok fazla duygusal olarak katılmak istemiyorum” demesinin üzerine Pamuk, “Romanlar kişisel öyküler gizler” diyerek itiraz etti. Pamuk, “Yazdıklarımda kişisel olmayan pek bir şey bulamıyorum ama saklamak için elimden geleni yapıyorum” derken, Eco, “Kişisel duygularımı koymuyorum demedim sadece gizliyorum” yanıtını verdi. Eco romanlarında en otobiyografik öğenin fiilleri niteleyen zarflar olduğunu söyledi.
Violi, iki yazara nasıl roman yazdıklarını sormayacağını çünkü Eco’nun cevabının “Soldan sağa doğru” olduğunu bildiğini belirterek farklı bir şekilde benzer bir soru sordu. “Neden romancı oldunuz?” Pamuk, ailede çok rekabetçi bir ortam olduğunu, herkesin mühendis olduğunu belirterek kendisinin ressam olmaya karar verdiğini anlattı. Ailenin isteği üzerine mimar olmak üzere İstanbul Teknik Üniversitesi’ne gittiğini söyleyen Pamuk, 22 yaşında yazar olmaya karar verdiğini belirtti. Kimseden emir alıp emir vermek istemediği için kendisine uygun bir meslek olduğunu söyleyen Pamuk, yalnız bir yaşam geçireceğini bildiğini ekledi. Eco ise soruyu “aptalca” olarak niteledi ve “Kimileri banka soyar, kimileri Mont Blanc’a tırmanır ben de roman yazıyorum” dedi.
Eco, hayatta listelerin öneminden ve müzikalitesinden bahsederken Pamuk, Türk eğitim sistemi gereği her konuda listeler hazırlamaya halen devam ettiğini belirtti. Eco romanın, nesneler arasında duygu ve hikâye olarak bağlantı kurduğuna dikkat çekerken, otuz yıldır okunan bir yazar olarak paranoyak olduğunu belirten Pamuk, Eco’ya bu konuda ne düşündüğünü sordu. Eco gülümseyerek “Bu oldukça paranoyak bir düşünce” dedi. İki yazar neden yazdıklarını, ne mesaj vermek istedikleri üzerinde de konuştuktan sonra Pamuk, bu söyleşide olmaktan çok mutlu olduğunu söyleyerek Umberto Eco’nun büyük bir yazar olduğunu ve kendisinden çok şey öğrendiğini belirtti. Yaklaşık bir saat süren söyleşide Eco esprileriyle sanatçı, akademisyen, gazeteci ve öğrencilerden oluşan kalabalığı güldürürken, Orhan Pamuk’un ara sıra dinleyicilerin resmini çekmesi ilginç bir görüntü oluşturdu. İkili, bu söyleşinin devamı için seneye İtalya’nın Bologna kentinde buluşmak üzere sözleşerek konuşmasını bitirdi.