Çok okumuş olmak ne demektir? Çok okumuş olmak hayatta muvaffakiyet sağlayacak bir garanti midir? Gerçek şu ki, ‘çok okumuş’ ülkeler aynı zamanda çok zenginleşmiş olanlar arasındalar. “Acaba bunlar okudukları için mi zengin oluyorlar, zengin oldukları için mi okuyabiliyorlar?” suali cevabı hiç de kolay olmayan bir sorudur
Jose V.ÇİPRUT
Yıllar evvel, ABD’de her yıl tertip edilen uluslararası içtimaî ilimler konferanslarının birinde beni ısrarla süzen birine rastlamıştım. Şivem nedeniyle Amerikalı sandığından ilkin aramızda saygı mesafesi bırakan ama “azınlık” olduğumu öğrenince suali gözümün içine bakarak adetâ sitemkâr istihzayla Türkçe soran meslekdaş profesöre verdiğim “estağfurullah…” cevabımı hiç unutmam: öğrenmişliğin okumuşluktan, yoğun yaşamdan kazanılmış tecrübenin kuru tahsilden gelme diplomadan, yapabilmenin bilebilmekten, ‘ameli’ hünerlerin ‘kuramsal’ vasıflardan çok daha üstün yetenekler sağlayabileceklerini peşin serzenişle imâ etmek isteyen bu zatta kıskançlık uyandırmaktansa bu yönden “suçlu” görünmemek bana düşmüştü.
Dünyanın en güzel kızlarından ilk 10’u; en ünlü kadınlarından en kötü giyinen 10’u; kel erkeklerinden en hoş tavırlı 10’u gibi... Olur, olmaz konuda, sonu gelmez sayıda... Hemen hemen her gün elimize varan ‘dünyanın en üstün 10’u’ listeleri arasında her yıl ya aşırı sevinç ya da derin kırgınlık yaratıp hem övgü hem tenkit celb edenlerin en ünlülerinden biri ‘dünyanın en nadide 10 üniversitesi’ listesidir sanırdım. Meğer ki yanılmışım. Geçenlerde daha da çelişilebilir biri geçiverdi elime: “Dünyanın ‘en çok okumuş’ ülkelerinin olağanüstü 10’unun listesi1”. Onuncusundan başlasak, bilin bakalım kim bunların sonuncusu: 10. Finlandiya (“Allah Allah...” diyeceksiniz: hadi “gecelerin uzun olduğu mevsimlerde tango veya başka şeyle vakit geçirirler” diyelim, ama nüfus artışı çok az: “yani göğün apaydın kaldığı yaz gecelerinde bile okumaktan başka birşey yapamıyorlar mı acaba” diyenleriniz olacaktır herhalde); 9. Avustralya (“peki okumuşlarsa ne olacak, okumamışlarsa da? Gene de dünyanın dibinde yaşamıyorlar mı bunlar” derseniz yanılırsınız ama); 8. Birleşik Krallık (“vay, gene mi İngilizler!” diyorsanız haksızsınızdır); 7. Norveç (“onlar da nereden çıktı”diyenleriniz belli ki dünya işlerinden haberdar değiller); 6. Güney Kore (çelik, televizyon, bilgisayar imal edip tüm küreye ihraç etmekten nasıl olur da zaman ayırabiliyorlar böyle işe” deyenlerinizin kısık sesini duyar gibiyim); 5. Yeni Zelanda (“Neee! Hani bunlar koyun beslemekten başka şey bilmezlerdi?”); 4. Amerika Birleşik Devletleri (“Emperyalist bunlar! Tabii ki okuyacaklar…” diyenlerinizin sayısı az olmamalıdır memlekette); 3. Japonya (“Gece çok hafif uyuyan, gündüz çok ağır çalışan, trenle gidiş dönüşte devamlı uyuklayan bu yüzü gülmezler ne zaman vakit bulup dqoa bu kadar çok okuyabiliyorlar Allah aşkına” diyenler orasını ikinci elden tanımış olmalılar); 2. İsrail (“Ya Rabbi, gene mi bunlar; van minit pliz, bir yanlışlık olmalı muhakkak!”: Kimdir bu listeyi neşreden? OCDE mi? Hani iki sene evvel Kudüs’te yapılacak bir uluslararası toplantının ‘prensip olarak’ boykot edilmesini istemiş olan küresel teşkilât ha? ‘Fesüphanallah.’); 1. Kanada (Vay canına, bunlar da kim oluyor, kardeşim!”).
Çok okumş ülkeler aynı zamanda çok zenginleşmiş ülkeler
Gerçek şu ki, ‘çok okumuş’ ülkeler aynı zamanda çok zenginleşmiş olanlar arasındalar. “Acaba bunlar okudukları için mi zengin oluyorlar, zengin oldukları için mi okuyabiliyorlar?” suali cevabı hiç de kolay olmayan bir sorudur. “Bu iki şıkkın her ikisi” deyip geçmek ise sathî olur. Karşılaştırmalı tefrik zor ama: 12-yıl seviyesinden daha da yüksek tahsile yönelenlerin tüm talebe adedine kıyasla sayısı bu on devletin en alt dördünde yüzde 37, G. Kore’de yüzde 39, Y. Zelanda’da yüzde 40, ABD’de yüzde 41, Japonya’da yüzde 44, İsrail’de yüzde 45, Kanada’da ise yüzde 50’dir. Buna karşılık, 2000 ile 2009 yılları arasında, bu ülkelerde nüfus artış hızı Finlandiya’da yüzde 3; Avustralya’da yüzde15; Birleşik Krallıkta yüzde 3; Norveç’te yüzde 8; G. Kore’de yüzde 4; Yeni Zelanda’da yüzde 12; ABD’de yüzde 9; Japonya’da yüzde 0,5; İsrail’de yüzde 19 (!); Kanada’da ise yüzde 9’dur. Sanayici Finlandya ve Güney Kore’de öğrenim içtimaî ilimlerde, ticarette ve/ya hukukta değil, imalât ve inşaat mühendisliği kollarında yoğunlaşmışsa da; eğitime yönetilen bütçesinin yüzde 60’ının kamu fonlarından, gerisininse özel sermayeden verildiği bilinen ileri-sanayileşmiş G. Kore’de yeni talebelerin ekseriyeti eğitime ve ince sanatlara kaydolmaktadır. Ayni süre içinde, nüfus artış sayısı (yüzde 19’la) en yüksek olan İsrail’de ‘çok okumuşlar’ın artış hızı 2002’den beri devamlı alçalır şekilde gelişmektedir. 2006 yılında orada 25-64 yaş dilimine düşenlerin yüzde 46’sı yüksek tahsil görmüş kişilerdi: Bu zümre, 2007’de bu özel dilimin yüzde 44’üne düşmüş, devletin eğitime hasrettiği bütçe 2000-08 süresinde GSMH’nın azala duran payını alırken, nüfus artışı da dünyada en yüksek seviyelerden birine varmıştı. Nedir ki, İsrail’de bugün eğitime hasredilen sermayenin ancak yüzde78’i kamu kasalarından gelmedir. İsrail’e kıyasla yıllık eğitim bütçesi GSMH’sının yüzde 2,5’una erişen Kanada’da yetişkin nüfusun yüzde 50’si yüksek tahsil görebilmiştir. İsrail’in yüzde 22, ABD’nin yüzde 37 oranına kıyasen bu radde Kanada’nın eğitim bütçesinin yüzde 41’ine denktir.
Yabancı uyruklu öğrencilerin istatistiklere etkileri
Avustralya’da ve Kanada’da orada doğmuşların yüksek tahsile yönelik zümrelerinin sayısı esasen çok düşüktür de, göçmenlerin ve yabancı uyruklu talebelerin artaduran çokluğu bu istatistikleri (hiç değilse, görünüşte) etkilemektedir. OECD Teşkilatı’nın üye devletleri arasında, Lüksemburg’dan hemen sonra, (kişi başına yıllık GSMH: US$56.617 ile) en zengin üye ülke sayılan Norveç, GSMH’sinin yüzde 7,3’ünü eğitime atamasına rağmen, bu listede ancak 7. sıradadır. Eğitim bütçesinin ancak yüzde 71’ini kamunun sağladığı ABD’de 2000-2009 nüfus artışı OCDE ülkeleri arasında ‘yüksek’ sayılır olmasına rağmen, üniversite seviyeli tahsil yılda yüzde 1,4 gibi düşük hızla yükselmiştir. Senelik GSMH’sının ancak yüzde 1,5’ini eğitime ayıran Japonya yüksek tahsil görmüş kişilerin dünyada en üstün sayıda bulunduğu ülkelerin en üstten üçüncüsüdür. Kanada’da mülteci dilimindeki talebelerin sayısı tüm talebe nüfusunun yüzde 25’ini temsil ettiğinden, yabancı talebelerin de katkısıyla Quebec’te orta tahsil gören her iki talebeden birinin (yani talebe sayısının yüzde 50’sinin) tahsil takibine her an son verebildikleri göze çarpmamaktadır.
OECD teşkilât üyeleri arasında, mevzu-u bahis sürede, en yüksek nüfus artışına şahit olmasına rağmen, resmî listede 2. sıraya ulaşabilen İsrail’in yüksek tahsil mezunlarının hem sayısı hem de kalite seviyesi, bu ufak devletin içinde yaşadığı coğrafî bölgeye kıyasla, dikkate şayandır. Çok okumuşlukla çok bilebilirlik ve çok yapabilirlik arasında kuşkusuz ki çok önemli kabiliyet farkları vardır – gerek ‘çok okumuş’ olan bireyler arasında gerekse bu bilgelerin (üretken ve yenilikçi) vergi mükellefi oldukları ülkeler arasında...
Ama işin tuhafı; kürenin en yüksek tahsilli 6. ülkesi ve halkının yüzde 100’ünün okur-yazar olduğu bilinen, vatandaşla ecnebi arasında fark gözetmeksizin tümüne bedava eğitim sunan, dünyanın en ünlü mühendis diplomaları ile tanınan Norveç’in bu listede ancak 7. sıraya varabilmesi; İzlanda ve Norveç’ten sonra, hem Avrupa’nın hem de dünyanın en düşük nüfuslu 3. ülkesi sayılan, kilometrekare başına 17 kişinin yaşadığı, ama halkının yüzde 100’ünün okur-yazar olduğu, dünyaca ün kazanmış üniversitelerin bulunduğu Finlandiya’nın yukarıdaki listede en sonuncu sırada zikredilmesi; diğer yandansa halkları yüksek bilgiye vakıf ama ebadı ufak Vatikan Şehri, Andorra, Grönland, Gürcistan, Lüksemburg, Estonya, Letonya ve hatta nüfus ve arazisi çok daha büyük Polonya’nın bile adlarının bir defa dahi söz konusu olmaması.
Anlaşılıyor ki, bireyler arasında olsun, ülkeler arasında olsun, başarının sırrı sadece ‘çok okumuşlardan’ olmak değildir. Okuduğunu anlamak; anladığını tatbikata koymak; hatalardan tecrübe kazanmak; bilgiye hafıza, tecrübeye hayal gücü katmak; yenilikçi zihniyetle verimli şekilde üretken olabilmek ve böylece etkin tarzda yaratıcı olmayı becerebilmek – hele bu tür gelişmeyi mümkün kılacak bir ortamda yaşamak. İşte esas mesele: Öğrenme, düşünme ve yaratma hürriyeti olmayan yerlerde kitaplarmış, diplomalarmış, aman efendim her köşede mantar gibi türeyen üniversitelermiş - hiçbiri en ufak şeye yaramaz yoksa.
1 OCDE ‘Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nun (2011) “Eğitime Bakış” Raporu. [Türkiye Cumhuriyeti bu uluslararası teşkilata 1960’ten beri katılmış kurucu 20 üye ülkeden biridir.]