Önce Türkiye’nin ardında da dünyanın gündemine oturan Gezi Parkı direnişi, Taksim’den başlayarak Beyoğlu, Dolmabahçe, Beşiktaş, Harbiye gibi yakın çevreye yayıldı. Şalom yazarları olayları yerinde gözlemleyerek, tanık olduklarını yazdılar.
Mois Gabay anlatıyor:
Geçtiğimiz cuma akşamı Yoel Ülçer Fonu gençlerinin düzenlediği Şabat yemeği için Ortaköy Sinagogu’ndaydık. Kabataş’tan Ortaköy’e kadar her köşe başında bekleyen güvenlik güçleri çoğumuzu ürkütmüştü. Yemek öncesinde sosyal medyadan düşen mesajlar ise endişeleri arttırmaktaydı. Bazılarımız Şabat yemeğinin sonunu beklemeden Taksim’e giderken, birkaçımız ise yemek sonrası olayları öğrenmek için yola çıkmıştık. Osmanbey’e vardığımızda etraftaki yoğun kalabalık, evlerinden, araçlarından bayraklarını sallayan halk içimizdeki heyecanı arttırmıştı. Aracımızı Şişli Sinagogu’nun sokağına park edip, Harbiye’ye yürümeye başladık. Harbiye Askeri Müze tarafına vardığımızda sesler iyice yükselmiş, kalabalıktan artık göz gözü görmez olmuştu. Daha ilerde yoğun ateş, artan sloganlar ve uzaktan barikat gözükmeye başlamıştı. Kısa bir süre sonra üstümüzden geçen bir helikopter ve hemen ardından koşuşan kalabalık ile birlikte biz de hızlı bir şekilde geri koşmaya başladık. Kısa bir süre sonra soluğu Ramada Oteli’nin lobisinde aldık. Kalabalıklar, tanıdık simalar üşenmeden barikata katılıyor, en ufak bir müdahalede ise geri çekilip bir süre bekliyordu. Kimileri ise biber gazı müdahalesi ile karşılaşırsa eve dönüp dinlenip, tekrardan kalabalığa katılıyordu. Beklenmedik bir zamanda çalan telefonlarımıza otelden yanıt verip bir süre sonra tekrardan dışarı çıktık. Bu sefer ise karşımızda birçok aile ellerinde tava ve tencereler ile Pangaltı’dan Harbiye’ye doğru ilerlemekteydi. Olayların daha da kızışmasından endişe ederek geri dönmek zorunda kaldık.
Ertesi sabah bu sefer saat 11.00 sularında tekrardan aynı yerde Harbiye – Taksim arasındaydım. Bu sefer bir önceki günkü tablonun yerini kırılmış camlar, elektrik kutuları, telefon direkleri ve duvarlarda da hükümet karşıtı yazılar almıştı. Caddenin her iki tarafında da irili ufaklı gruplar sloganlarla protestoya devam etmekteydiler. Aradan geçen bir saat içerisinde caddede biriken kalabalıkların sayısı bir anda artmaya başladı. Harbiye’deki kalabalıklara Mecidiyeköy ve Nişantaşı yönünden gelen vatandaşlar da eklendi. Ofise gitmeye hazırlandığım sırada bir anda arkamdan yaklaşan TOMA ile karşılaştım. Etraf bir anda hareketlendi, yine bir gün önce olduğu gibi kalabalıklar hızla geri koşmaya başladı. Bu sefer bir evvelki gün kadar şanslı değildim. Caddesinin ortasında biber gazının yaydığı koku ile birlikte bir anda gözlerim yanmaya, öksürmeye başladım. Caddede karşılaştığım birinden ilk iş limon alarak gözlerime sürdüm. Limon ile birlikte yanma biraz daha arttı ve kendimi hızla Nakiye Elgün Sokağa attım. Kalabalıklar üst sokaklara kaçışırken aynı anda da halktan birçok kişi fotoğraf çekiyor, bunları sosyal medya ile paylaşıyordu. Kısa bir süre sonra TOMA’lar geri çekildi, arbededen geriye gaz maskeli kalabalık ve yoğun bir trafik kalmıştı. Olaylar esnasında tahminen sinagogdan çıkmış yaşlılarımız durumdan habersiz ana caddeye inerken halk tarafından ara sokaklarla yönlendirildiler. Hemen eve dönüp bir süre dinlendim. İlk gaz deneyimimi hafif baş ağrısı ile atlattığıma şükrederek akşam saatlerine kadar Taksim’e bir daha dönmedim.
Kabataş-Taksim-Dolmabahce ve Harbiye ekseninde geçirdiğim birkaç gün içinde tanık olduğum ortak manzaralar, çoğu elinde akıllı telefonlar ile olayları sosyal medyadan takip eden gençler, bazen halay çekerek bazen de sloganlarla yaşananları protesto eden kalabalıklardı. 20 yılı aşkın süredir yaşadığım semtler olan Taksim ve Şişli’yi ilk defa bu kadar yorgun ve hareketli görmenin izleri yaşam boyunca gözümden hiç gitmeyecek. Halkı taksilerine almak istemeyenler, kapılarını açmayan işletmeler halkın hafızasında hep hatırlanacak. Ellerinde Türk bayrakları ile Taksim sokaklarında farklı bir renk olan onlarca turist, duvarlarda yazılı yüzlerce slogan ise demokrasi adına hepimize bir mesaj olarak kalacak. Ana akım medyanın görevini yerine getirmediği yerde hocalarımızın öğrettiği ‘watch dog-bekçi köpeği’ görevini sosyal medya yerine getirmiş ve halkı alanlara toplamıştı.
Joelle Pinto'nun gözünden:
Şalom Gazetesi’nden iki arkadaşımla birlikte cumartesi günü Nişantaşı’ndan yürüyerek Taksim’e giderken Notre Dame de Sion Lisesi’nin duvarında gördüğüm bir yazı içimi burktu. Duvarda “Polis halkına ihanet etme” yazıyordu. Gezi Parkı’nda bulunduğum öğleden sonra saatlerinde gördüğümüz manzara ise Gezi Parkı direnişinin birleştirdiği güzel ve temiz bir Türk halkı idi. Birlikte Türk bayrağı ve takımlarının bayraklarını sallayan Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş taraftarları, çimenlerde oturan üniversite gençliği, başı örtülü bayanlar, gayler, yeni doğum yapmış olmalarına rağmen gelen kadınlar, çocuklar, her dine mensup Türk vatandaşları, uzun zaman görmeyip orada rastladığım dostlar, Akut ekibi, market torbalarıyla limon, su, bisküvi ve ilaçlar taşıyan yardımseverler gördüğümüz insanlar arasındaydı. Hiçbir arabaya, özel mülke, eve zarar vermeyen, demokrasilerde olduğu gibi kendi haklarını savunmak için orada bulunan, bayrak sallayan, marş söyleyen, slogan atan, çimenlerde sohbet eden halka bizim oradan ayrıldığımız akşamın akabinde olanları televizyondan canlı yayında izlemek çok üzücüydü. Gezi Parkı’nın çıkışında teleferiğe doğru yürürken gelen gaz kokusu sonucunda maske ve güneş gözlüklerimizi kullanmak zorunda kaldık. Maçka’dan yürüyerek vardığımız Nişantaşı’nda ise çok daha az insan, ancak çok daha yakıcı bir gaz vardı. Gaza ucunun ucundan maruz kalmak bile çok kötü bir tecrübe, ileriki saat ve günlerde insanların ve sokak hayvanlarının üzerine böcek ilacı gibi bocalanan gaz görüntülerini televizyon ve sosyal medyada izlemek yürekleri burkuyor.
Rayka Nayır Güven: Umutlar yeşerdi
34 yaşındayım. Bu ülkede doğdum, bu ülkede yaşıyorum ve bu ülkede yaşamaya devam edeceğim. Zaman zaman “yeter artık gideceğim buradan” desem de aslında biliyorum ki burada mutluyum ben.
Bir yere de kalkıp kolay kolay gidemem. Her vatandaş gibi benim de memnun olduğum kadar son zamanlarda gittikçe artan mutsuzluklarım, umutsuzluklarım vardı bu ülkeye dair. Ama ne yapacaktık ki, değil mi? Arkadaşlar arasında yapılan birkaç kısa sohbet, Facebook’a, Twitter’a yazdığımız bir iki cümle ve sonra hepsi unutulup gidiyordu ta ki yerine hoşumuza gitmeyen yeni bir tatsız haber gelene kadar ama değişen bir şey hiç olmuyorDU.
Gazete okumayan, TV seyretmek denince bunu dizi seyretmek olan algılayan, gerek korkudan gerek de bilgisizlikten dolayı gittikçe apolitikleşen, “ama ben tek başıma ne yapabilirim ki zaten?”, “şu an keyfim yerinde (cüzdanım doluyor anlamına geliyor bu) beni rahatsız etmiyor”, ama en çokta “Türkiye’yi ben mi kurtaracağım?” diyen bir toplum haline gelmişTİK.
Benim kuşağım devrimi, yürüyüşü, pankart açmayı anne babalarından dinledikleri korku dolu hikâyeler kadar bilirDİ. Meraklısı olanlar da seyrettikleri sayılı belgesellerden ve okudukları kitaplardan öğrenmişTİ tek yürek, tek ses olup birlikte yürümenin ne olduğunu. Ötesini pek BİLMEZDİK biz. O insanları meydanlara ne taşıdı, ne oldu da yüz binler kenetlenip kendilerini meydanlarda buldular ve istediklerini almak için sonuna kadar direndiler?
Son birkaç gündür bunu yeniden öğreniyoruz. Bu ülkede tarih yazılıyor. Eskiden bir olay olduğunda birkaç saatliğine bir araya gelip, bir iki slogan atıp sonradan korkup vazgeçerler sanılan bir toplum olmadığımızı görüyoruz hep birlikte. TV’de seyredebildiğimiz kadar görüyoruz ki herkes kenetlenmiş, birbirine destek oluyor. Sadece haklarını aramak için bir araya gelmiş masum insanların Gezi Parkı’nda oturmalarıyla başlayan eylemler toplumsal bir direnişe dönüştü.
Bugün bu toplumsal direnişin altıncı günündeyiz. Art niyetli (marjinal) kişilerin/grupların olaylara karışması nedeniyle bir sürü insan yaralandı, polis tarafından sert müdahalelere maruz kaldı, çevredeki araçlar, binalar hasar gördü…
Maddi ve manevi hasarın boyutlarını şimdilik kestirmemiz pek mümkün değil gibi. Ama insanlar hiç vazgeçmedi, geçmiyorlar.
Dünya yıkılsa bir araya gelmeyecek, hayatlarında bugüne kadar hiç birbirini görmemiş, tanımamış, her sınıftan, her kesimden ve de yaş grubundan on binlerce insan birlik olmuş sadece yürümeye çalışıyor ve hepimize de bir yandan insanlık dersi veriyorlar. Uğradıkları şiddete, zulme rağmen hiç yılmıyorlar ve etraftaki tüm halk, iş yerleri ellerinden gelen desteği veriyor onlara. Ülkemin her bir yanından destek yağıyor, dünyanın bir yanından mesajlar geliyor, gururlanıyorum. Gözlerim doluyor. HELAL OLSUN diyorum bu direnişi başlatan koca yürekli insanlara ve de binlerce kez TEŞEKKÜR EDİYORUM bize yeniden umut verdikleri için.
Cuma gecesi sabaha karşı 03.00’te sokakta insanlar kornalar eşliğinde yürüyordu ama en çok beni duygulandırdı biliyor musunuz? Birlikte yürüdüğümüz bir anne oğul vardı. Ayrılırken ‘güzel başlangıçlara’ diyerek vedalaştık. Anladım ki sadece benim değil herkesin içindeki umutlar yeşerdi.
Dün sabah uyandığımda ilk duyduğum ses bir kuşun cıvıltısıydı. İyiye işaret saydım onu. Deli gibi yağmur yağmaya başladığında dışarıda, ilk oradakiler geldi aklıma, “eyvah” dedim “ne yapıyorlar acaba şu anda?” ama bir yandan onu da ülkeme yağan bereket saydım. Tüm kötülükleri, acıları, üzüntüleri, haksızlıkları, gözyaşlarını silsin bu yağmur ve ardından açan güneşle birlikte biz de artık GÜZEL BAŞLANGIÇLAR yapalım.