Özgün seramik sanatçısı Mara Gülerşen’in ilk kişisel sergisi ‘Toprak Fısıldadı’, 28 Mayıs’ta Galata’da, Nikol’de sergilendi. Kendisiyle serginin oluşumu ve yaşadıklarına dair konuştuk
Sergini açma döneminde neler yaşadın? Bir zamanlar birçok medeniyetin yan yana barış içinde yaşadığı Galata’da açmaya nasıl karar verdin?
Aslında bu kış benim için çok üretken bir mevsim oldu. Öncelikle Liv Hospital’ın onkoloji bölümüne ‘Göz’(Nazar) panomu, ardından Sapphire Rezidans’ın kuzey ve güney girişlerine ağaç panolarımı yerleştirdim. Bu zaman zarfında güçlü bir odaklanmayla nereye gittiği bilinmeyen bir dizi iş çıkmaya başladı. Güçlü odaklanmanın altını çiziyorum; çünkü çocukluğumda aile kadınları tarafından ‘en kötü program evde kalmaktan iyidir’ prensibiyle büyütüldüm. Sevgili anneannem Perla ile yaptığımız şu konuşma dün gibi aklımdadır:
“Alo, Monalisa dela madre (annenin Monalisa’sı) nasılsın, ne yapıyorsun?”
“İyiyim anneanne, evdeyim, kitap okuyorum; siz nasılsınız?”
“Adio! (hay Allah!) Niye evdesin, programın mı yok?”
“Hayır, evde keyifle kitap okuyorum”
“Anladım arkadaşın yok, vah vah!”
Atölyemde odaklanmaya çalıştığımda, kimi zaman içimden Judeo Espanyol aksanlı, uzun boylu, eli belinde bir kadının sesi yükselir: “Dışarıda arkadaş var, deniz var, kendini atölyeye kapatmışsın, hayat kaçıyor” diye… Neyse zamanla bu seslerle anlaşma yaparak atölyemde, firar etmeden uzun saatler çalışmayı başardım. Aralarda dinlenip kendimi mükâfatlandırmak ve ilham almak için Galata’nın tarihi dokusuna bayıldığım dar sokaklarına, tasarım dükkânlarına atıyordum. Ve her defasında küçük bir yolculuk yapmışçasına huzurla eve dönüyordum. Yine böyle bir gün Serdar-ı Ekrem Sokağı’nda Nikol’ü keşfettim. Çok geçmeden Talin ve kızı Nikol, sergi teklifinde bulundular. Bir saniye bile düşünmeden hemen kabul ettim. Sonrasında kelime ve niyetin gücünün farkındalığı ile her yılbaşı ettiğim dualar geldi aklıma. “Mayıs ayında, yüksek tavanlı, ruhu ruhuma uygun, seveceğim bir yerde ilk kişisel sergime hazırım.” Evet, içsel sabotajlarıma rağmen galiba artık hazırdım. Hazır olunca evren de pek bekletmiyor.
Sergideki yazında Ma ve Ra’dan bahsediyorsun. Araştırmama göre Ma mitolojide ana tanrıça; memeleri ile suyu, havayı, toprağı emziren, dünyayı doğuran. Ra güneş Tanrısı ise kendi kendini yaratan ilk canlı varlık… Toprak neler fısıldadı? Sergindeki şişko melekler, göğü delen uzun vazolar nasıl ortaya çıktı?
İsmimin her dönemde farklı anlamlarını duyar, fark eder, yaşarım. Bu dönemde de ismimin ay tanrıçası Ma ile güneş tanrısı Ra’nın buluşması olduğunu keşfettim. Sergiden sonra yaptığım araştırmalara göre mitolojide Ma, Mısır’ın doğruluk ve adalet tanrıçasıymış. Her zaman başında bir tüy bulunurmuş. Resimlerinde, kollarında bir çift kanat görülürmüş. Tüy, saflık ve doğruluğu temsil edermiş. Ma’nın görevi, güneş tanrısı Ra’nın seyahatlerine rehberlik etmek. Seramiklerimi, bunu bilmeden yaptım. Yazımla da bir hayli örtüştü. Büyük memeli, tombul melekleri yaparken galiba biraz annemi hatırladım ve sanki onun neşesi geçti eserlere. Çok eğlendim. Komik, kabulcü, kucaklayan dişi enerji Ma… Ra ise küllerinden kendini yaratan; gücünü köklerinden alarak kartal bakışıyla göğü delen ve merakıyla evrenin yüksek derinliklerine yolculuk eden…
Çok büyük bir değişim yaşadığımız bu günlerde bu sergi bir umut gibi. Bu günlerde öfkenin yapıcı kullanıldığında nasıl yaratıcılığa ve birliğe dönüşebileceğini gördük. Neler söylemek istersin, sanat barış elçisi olabilir mi?
Hepimizin içinde umursamayı, umursanmayı, iletişimi, duyulmayı, değer vermeyi, verilmeyi; sıcaklığı hatırlamak, özgürleşmek, özüyle yeniden buluşmak isteyen parçalarımız var. Hızın ve teknolojinin bizi teslim aldığı, robotlaştırdığı, uyuttuğu; iletişimi, dokunmayı, sevmeyi unutturduğu bir döneme direnmek belki de bu! İçimizdeki korkuya karşı koymak, ardından şifayı, sevgiyi seçmekte bulmak belki de…
Sanat evrensel bir dil; tabii ki barış elçisi olur. Kişinin önce kendisi ile olan ilişkisine sonra diğerleriyle olana farklı bir bakış açısı getirir. Kızgınlık yaratıcı kullanıldığında sanatın yardımıyla mükemmel sonuçlar veriyor. Sanat kişinin içindeki duyguların ifade edilmesini sağlıyor. Olumsuzlukların dönüşmesine imkân sağlıyor bence.
Hele ki, bu günlerde sanatın kendini taşlardan yapılmış bir kütüphane, mutfak aletlerinden bir araya gelmiş bir orkestra ve ince mizahla yazılmış bir şarkı, bir şiir veya bir dansta göstermesi beni büyülüyor.
Bu yazıyı okuduğunuz zaman, sergi ne yazık ki bitmiş olacak. Ancak toprak, onu beslediğimiz ve dinlediğimiz sürece her birimizin yüreğine fısıldayacak. Gelecek günler için umut ışığı taşıyan bu sesi yeter ki duyalım.