Hollanda’nın Rotterdam şehrinde yaşamını sürdüren Raul Firesko İstanbul’da geçirdiği çocukluk ve gençlik yıllarına ait anılarını, ardından da göç ettiği yeni şehirdeki Yahudi yaşamını paylaştı
Raul Firesko kimdir?
Asıl adım Raul Fresko. Nüfusta yapılan bir yanlış yüzünden Firesko olarak kaldı. 1955 yılının Mart ayında doğdum. Okçu Musa İlkokulu’nu bitirdikten sonra, Fındıklı Ortaokulu’na devam ettim. Sonra da Boğaziçi Akgün Koleji ve Özel Ferhan Koleji. Genelde okul yıllarına ait hatıralarım iyi olmuştur.
İstanbul’daki yaşantınızdan bahseder misiniz? O dönemde toplumumuzdaki gençlerin eğlenceleri ve yaşantı şekilleri nasıldı?
Genelde iyi bir çocukluk dönemim oldu. Daha sonra, babamın rahatsızlığı yüzünden annemle birlikte, Beyoğlu’nda Yeni Melek Sineması’nın sokağında kundura mağazasını işletmek zorunda kaldık. Bu sebeple, tahsilime son vermem gerekti. İnsan özellikle gençlik yıllarında başına gelen olayların, ileride neleri değiştirebileceğini pek bilemiyor. Adeta bir güç tarafından motorsuz bir tekne gibi rüzgârda yönlendiriliyorsunuz.
İstanbul’un nüfusunun bir milyon civarında olduğu bir dönemini yaşadım. Bu sebeple kendimi şanslı addedebilirim. Ayırımcılığı o dönemde yaşamadım. 6-7 Eylül olayları, Varlık Vergisi, babamın bana anlattıkları ile sınırlıydı.
O yıllarda, Şişhane’de İtfaiye’nin karşısında oturuyorduk. Pek bir lüksümüz yoktu, ancak oturduğumuz bölgedeki sosyal çevre bana adeta güvende olduğumu hissettirirdi. Her şeye rağmen mutluyduk.
Bankalar Caddesi’nin başındaki çocuk doktoru Şaul Çiprut, kundura tamircisi Sarfati, biraz ilerde Mahazike Tora, şekerci Lo Bueno, Andon, mezeci Yontov. Şimdiki gözle baktığımda adeta başka bir planette yaşıyorduk sanki. Daha ileriki yıllarda, Kurtuluş’ta Feriköy’e taşındık. Artık kişiliğim gelişmeye başlamıştı. Delikanlılık yıllarımda ciddi bir insan olmuştum. Fakat tüm ağırbaşlılığıma rağmen Büyükada’ya gittiğimiz yaz ayları çok eğlenceli geçerdi. Diskoteğe gitmek, dışarıda yemek yemek, kafelerde bir şeyler içmek, Golf’ta pinpon oynamak, Lido’daki havuzda yüzmek en büyük eğlencemizdi. Büyükada’da İskele’deki saatin önünde toplanır kız arkadaşlarımızla buluşurduk. Fayton veya bisikletle adanın turunu yapardık. İnsanlar rahat hayata çabuk alışır. Ben de bu hayata alışmıştım, ancak maalesef 1973 yılında babamın vefat etmesi beni çok sarstı.
O dönemde toplumumuzun yaşantı şekli nasıldı?
Çevremde herkes dindardı. Daha doğrusu, toplumumuzun fertleri muhafazakâr ve aynı zamanda da yüzeysel dindar sayılırdı. Dini bayramları kutlardık. Yemek kültürümüze gelince, zengin Sefarad yemekleri hepimizi kilolu yapacak kadar lezzetliydi. Annelerimiz babalarımız, cumartesi akşamları misafirliğe gider, kağıt oynarlardı. Oyunda kazananlar, çocuklara hoşhoş verirlerdi. İnsanlarımız candan ve yardımseverdi.
Babanızın vefatından sonra hayatınız büsbütün değişti mi?
Evet, maalesef öyle oldu. Okulu bıraktım ve annemle çalışmaya başladık. 1975 yılında da 1955/3 tertip askere gittim. Önceleri Amasya Çavuş Talimgâhı, sonraları Erzurum Aşkale’ye dağıtım. Aşkale’nin soğuğu beni çok etkilemişti. Bir gün Talimgâh’tan “Bütün garsonlar buraya gelsin” diye bir talimat geldi. Mutfak işlerine yatkındım. Hemen “Ben garsonum” dedim. Karşıma bir yarbay çıktı. Bana “Atatürk rakıyı neyle içerdi?” diye sordu. “Leblebiyle komutanım,” diye cevap verdim. “Peki, ne leblebisi?” dedi. “Çorum leblebisi komutanım” dedim. “Tüfeğini, tesisatını teslim et, yarın seni Kars Orduevi’ne götürüyorum,” dedi. Böylece Kars Orduevi’nde kantini devraldım, hatta para bile kazanıyordum.
Günümüzde Rotterdam’daki Yahudi cemaatinin bugünkü yaşayış şekli nasıl? Antisemitizm var mı? Asimilasyon hangi boyutlarda? Siz ve aileniz Rotterdam’daki Yahudi cemaatinin içine entegre oldunuz mu? Rotterdam’daki ve İstanbul’daki Yahudi cemaatlerini karşılaştırınca neler söyleyebilirsiniz?
Her şeyden önce, Hollanda’nın Yahudileri asimile etmek gibi bir düşüncesi olmadığını söyleyebilirim. Ancak, Hollanda; azınlıkların uyum sağlamasını istiyor. Rotterdam’da yaşayan bir kesim, kendi sokağındaki yangın haberini çanak antenden Türk haberlerinden izliyor ve de öyle haberdar oluyor. Hollanda, Yahudilerin sosyal ve kültürel gelenekleriyle, kültürlerine büyük katkıda bulunduklarını düşünüyor. Siyasi partilerin birçok Yahudi üyesi var. Geçenlerde, dini et kesimi, yani kaşer ve helal etin yasaklanması üzerine bir önerge verildi. Neredeyse bu önerge geçmek üzereydi. Ancak, Yahudilerin politikada ağırlığını koymaları ile önerge Senato’da reddedildi. Bu da Yahudi lobisinin gücünü gösteriyor.
Rotterdam’daki Sefarad Yahudileri bizlerde olduğu gibi, Sefarad kültürünü devam ettiriyorlar. Rotterdam’da yerleşik aşkenaz kültürü zengin bir geçmişe sahip. Aşkenazlar burada Sefaradlara nazaran daha disiplinli, prensiplerine sahip çıkarak hayatlarını idame ettiriyorlar.
Otuz yıl önce Hollanda’ya geldiğimde, eşim ve ailesi zaten Rotterdam’da kök salmışlardı. Buradaki cemaatimizde asimilasyon ve özellikle yabancılarla evlilik, maalesef birçok yerde olduğu gibi cemaati olumsuz yönde etkiliyor. Sinagoga devam eden nüfus yaşlı. Bireyselcilik dayanışmanın önünde büyük bir engel. Fakat buna rağmen maddi ve manevi halen iyi bir dayanışmamız olduğunu da söyleyebilirim.
Hollanda kültürü “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol” prensibinden yola çıkar. Zengini de fakiri de genelde alçakgönüllüdür. Burada insanın ortaya koyduğu şey vitrin değil, vitrinin içeriğidir. Tahsiliniz, günlük hayata ve cemaat hayatına katılımınız, lisanı yani felemenkçeyi iyi konuşmanız, size değer katan şeylerdir. Yoksa altınızdaki arabanın veya evinizin lüks olması size hiçbir artı katmaz. Otuz yıl önceki İstanbul’da içinde yaşadığım toplumla, bugün içinde yaşadığım toplum arasındaki en büyük fark bu.
Rotterdam’a geldikten sonra Sosyal Bilimler Fakültesi’nde okudum. Birçok kurumda sosyal görevli olarak çalıştım, fakat şu anda ekonomik krizden dolayı tramvay kondüktörü olarak çalışıyorum. Ekonomik kriz, Hollanda’yı, Güney Akdeniz ülkeleri kadar olmasa da olumsuz yönde epey etkiledi, bunun sonucunda da işsizlik ileri boyutlara ulaştı.
İstanbul’a sık sık gidemiyorum maalesef. İstanbul çok ama çok güzel bir şehir. Bunu yalnız orada doğduğum için söylemiyorum, İstanbul’a tatile giden bütün Hollandalılar da bunu söylüyor. Kalabalık nüfus ve düzen eksikliği, İstanbul’un eksi noktaları. İstanbul’da yolda yürüdüğüm zaman milyonlarca insan sanki üstüme geliyor gibi hissediyorum. Hollanda çok düzenli bir ülke fakat devlet de yaptığı yatırımları halkından vergiyle fazlasıyla alıyor.
Türkiye son yıllarda çok büyük gelişmeler kaydetti. Bugün İstanbul’un dört ayrı şehre bölünmesi gerektiği kanaatindeyim. Aksi takdirde, alt yapı itibarıyla merkeziyetçi bir belediye sistemiyle pek yürümüyor.
Sonuç olarak, eğer iki toplumu düşünce yapısı olarak mukayese edecek olursam, biz Türkler oryantal ve kaderci bir kişiliğe sahibiz diye düşünüyorum. Oysa Hollandalıyı detaylar ilgilendirir, bizim gibi duygusal değiller. Hele milliyetçi hiç değiller. Bilakis, Hollanda’nın değişik kültürel mozaiğiyle iftihar ediyorlar. Bunun en güzel ispatı da, yakında, on yıl öncesine kadar adı sanı bilinmeyen Arjantin kökenli Maxima’nın kraliçe olması.