Yönetmen Margarethe von Trotta ‘Hannah Arendt’ adlı filminde Alman asıllı Yahudi filozofu farklı yönleri ile tanıtıyor. İstanbul Film Festivalinde gösterilen ‘Hannah Arendt’ filmi İstanbul Modern’de de seyirciyle buluştu.
Daha önce karmaşık bir Yahudi kadını ‘Rosa Luxemburg’u ve Nazi dönemi filmi ‘Rosenstrasse’yi sinemaya kazandırarak deneyim kazanan Margarethe von Trotta, fikirleri ile tanınan bir kadının portresini çiziyor. Yönetmen von Trotta, Hannah Arendt’in işi başında izini sürerken, filozofun sigara molalarının, daktilo karşısındaki veya gözlerini tavana dikmiş görüntülerine yer vermekte. Filmde Hannah Arendt fikir münakaşasının silahlı bir çarpışma kadar şiddetli olabileceğini kanıtlıyor. Çekimleri 2012’de tamamlanan filmin mayıs ayında New York’ta gösterime girmesinin ardından dünya film piyasasına açılacağı belirtildi.
Nazi işgali altındaki Avrupa’dan kaçan Hannah Arendt, 1941’de ABD’ye göç etti. Mesleki platformlarda entelektüel açıdan saygı gördüğü halde genelde fazla tanınmış bir kişi değildi. New Yorker’in efsanevi editörü William Shawn, Kudüs’te gerçekleşmekte olan Adolf Eichmann duruşmasını aktarmak üzere Hannah’nın yerine farklı bir gazeteciyi göndermiş olsaydı, büyük olasılıkla adını fazla duyurmamaya devam edecekti.
Editörün bu kararı Arendt’in yaşamının seyrini tamamen değiştirecekti. The New Yorker’da yayınlanan yazı dizileri daha sonraları “Eichmann in Jerusalem: A Report on the Banality of Evil” adlı kitapta toplandı. Arendt bu kitabında kötülüğün temel ve kökten bir şey mi, yoksa basitçe insanların banalitesinin sıradan insanların diğerlerinin emirlerine uyma ve eylemlerinin ya da eylemsizliklerinin sonuçlarını düşünmeksizin çoğunluk görüşüne itaat etmelerinin bir sonucu olup olmadığını sorguladı. Eichmann ve Nazi bürokratların amirlerinin emirlerine uymalarının sonuçlarını irdeledi.
Arendt, bu duruşmada Yahudilerin çektiği acıların, antisemitizmin ya da ırkçılığın bir anlamda göz ardı edildiğini; duruşmanın sadece kendisine verilen emirleri yerine getirdiğini söyleyen, terfi etmekten başka bir şey düşünmeyen, savaşın tam ortasında Bratislava’da İçişleri Bakanı’yla bowlinge gittiğinden başka bir şey hatırlamayan bu adamın yaptıklarına indirgendiğini ileri sürdü.
DİNDAŞLARI TARAFINDAN DIŞLANDI
Yahudi Soykırımı’nın mimarı olarak sunulan Adolf Eichmann’ın sadist bir canavardan ziyade, normal, hatta korkutucu derecede normal bir insan olduğuna dikkat çeken Arendt, özellikle düşünme ve muhakeme yetisinin kaybolmasıyla birlikte kötülüğün nasıl sıradanlaştığını vurguladı. Eichmann duruşmasından yola çıkarak, insanlık tarihinin dönüm noktalarından birini gözler önüne serdi.
Ayrıca Yahudilerin direnmemekle Yahudiler’in ölüm kamplarına sevkleri kolaylaştırdıklarına inandığını ifade etti. Arendt’in kötülük tanımının yol açtığı tartışmayı, Yahudi topluluğuna yönelik eleştirisi daha da körükledi. Yahudi cemaatinin liderlerinin Nazilerle işbirliği yaptığı için soykırımın daha çok kayıp verdiğini savundu.
Bu düşünceleri yüzünden birçok yakın dostu Arendt ile ilişkisini kesti, The Anti-Defamation League (ADL) kitaba karşı çıktı. Arendt, 1933 yılından itibaren Nazizmin yükselmesinde Yahudilerin payı olduğunu savunarak şimşekleri üzerine çekti. Güçlü ve mücadeleci kişiliğiyle tanınan düşünür Yahudiler tarafından dışlandı.
Filmde Hannah Arendt’in sekreteri üç mektup yığınını gösterir. “En küçük yığın senin iyi olduğunu düşünenlerin mektupları” der sekreter. “Bunun üç misli yüksek olan yığın, berbat bir kişi olduğunu düşünenlerin”, orta yükseklikte olan üçüncü yığın da senin ölmeni isteyen kişilerden gelen mektuplar” sözleri ile devam eder.
Filmde insanın yüreğine işleyen bir sahne de, Arendt’in İsrail’e yolculuğunda, Almanya’da Siyonist Gençlik Kuruluşunda üye oldukları dönemden tanıdığı ve ölüm döşeğinde yatmakta olan yakın arkadaşı Kurt Blumenfeld’i ziyaret etmesiydi. Arendt, Blumenfeld’i yumuşatmaya ve sakinleştirmeye çalışır ancak hasta adam ölmeden önce yaptığı el kol hareketleri ile Hannah’a sırtını döndüğünü ima eder.
Sonuna yakın bir sahnede Arendt’in Manhattan’daki bir okulda öğrencilerin karşısında yazılarını ve düşüncelerini savunmaya geçmesi filmin dramatik yapısını daha da arttırır. Felsefesini özetlemesinin ardından öğrencileri insan ırkının gelecekte Holokost boyutundaki felaketleri önleyip önlemeyeceği konusunda özgürce düşünmeye teşvik eder. Nazi savaş suçlularının düşüncelerini anlamaya çalışmanın onları aklamak veya affetmek anlamına geleceği hakkındaki görüşleri nedeniyle kendisini eleştirenleri ikna etmeye çalışır.
Hannah Arendt her fırsatta felsefi konularda tartışabilen, evlilik dışı ilişkilerini sürdürmesine rağmen eşine sevgi gösteren heyecanlı ve ateşli bir kadın portresi çiziyor filmde. Arendt evlilik dışı ilişkilere yabancı değildi. Filmdeki geri dönüşlerde Arendt’in genç bir üniversite öğrencisi olarak, 1933’te Nazi partisine katılacak filozof Prof. Martin Heidegger ile bir aşk ilişkisine girdiğini izliyoruz.
Bazı eleştirmenler Hannah Arendt’te entelektüel bir snobizm bulunduğunu, orta sınıfların akli yeteneklerini küçümsediğini, bunun sonucunda Eichmann’ı düşünmekten aciz bir adam olarak yerdiğini ileri sürerler.
İstanbul Film Festivali’nde gösterilen “Hannah Arendt” filmi İstanbul Modern Sinema ve Goethe-Institut Istanbul işbirliğiyle 6-16 Haziran tarihleri arasında gerçekleşen Almanya’dan Yepyeni Filmler seçkisi arasında seyirci ile buluştu.