Son birkaç yazımızda, Tora’nın çevre ve hayvanlar hakkındaki görüşlerini ele aldık. Şimdi sıra; doğa olayları, çevre ve hayvanların Yaratanlarına nasıl şükrettiğini incelemeye geldi. Bunu yaparken Perek Şira’dan yararlanacağız. Ancak önce... Perek Şira nedir?
Perek Şira (sözcük anlamı Şarkılar Bölümü) son yıllarda giderek ilgi çekmeye başlayan kadim ve kutsal bir metindir. Bazı kaynaklar bu eseri Kral David’e atfeder. Kral David, bir kurbağanın kendi şarkısının Teilim kitabından daha yüce olduğunu söylemesi üzerine esinlenmiş ve Perek Şira’yı kaleme almıştır. Başkalarına göre eserin yazarı; hayvan, bitki, dağ, taş ve madenlerin sözlerini anlama hikmetine sahip olan Kral Şlomo’dur. Diğer bazı kaynaklar ise Perek Şira’nın; Rabi Yişmael, Rabi Akiva, Rabi Nehunya ben Hakana ve Rabi Eliezer ben Hurkenos gibi Mişna bilgeleri tarafından derlendiğini ileri sürer. Derleme; çünkü dizelerinin tümü başka kutsal metinlerden alınmış ve belli bir amaçla bir araya getirilmiştir. Yazarı kim olursa olsun, pek çok büyük kişinin Perek Şira’yı her gün okuduğu bilinmektedir; din âlimlerimiz bu alışkanlığı edinenlerin muhteşem kutsamalarla ödüllendirileceğini öngörmüştür.
Örneğin Rabi Prens Yehuda şöyle demiş: “Bu dünyada Perek Şira ile ilgilenen kişi, Tora öğrenmeyi, öğretmeyi, emirlerini yerine getirmeyi hak edecek. Öğrendiklerini hiç unutmayacak. Kötü eğilimlerden, zor durumlardan, kabir azabından, son yargıdan ve Maşiah’ın doğum sancılarından esirgenecek. Ömrü uzun olacak. Maşiah’ın geleceğini görecek ve ‘Gelecek Dünya’dan pay alacak.”
Bazılarına göre dünyadaki her bir varlık kendi özel şarkısını söyler. Yani kuşlara özgü genel bir şarkı yoktur. Her bir kuş, kendi bestesini okur. Ancak ne yazık ki, insanoğlu bu şarkıları her zaman duyamaz. Doğada insan duyularının algılayamadığı çok sayıda ses (en kalın ve en tiz sesler örneğin) ve renk (mor ve kızılötesi gibi) vardır. Başka bir görüşe göre, şarkı söyleyenler aslında meleklerdir. Bilindiği gibi her otun (bile) büyümesine nezaret eden melekler vardır ve bu melekler kendi şarkılarını söyler. Üçüncü bir görüşe göre ise şarkılar aslında okunmamakta, hayvanlar, bitkiler ve doğa olayları tarafından varlıklarıyla dile getirilmektedir. Dolayısıyla güneşin, okyanusun, kedinin veya kartalın şarkısından, yani hareket etme şeklinden anlamlar çıkarmak gerekir.
Perek Şira’nın insanoğluna mesajı şudur: Evrendeki her bir olay ve varlık, Yaratılış sırasında belirlenen ve ‘İlahi Plan’ gereği kendisine emredilen bir görevi ve bu göreve özgü bir şarkısı vardır.
Evrenin Şarkısı
Perek Şira, yaratılıştaki 85 unsur (gök cisimleri, dağlar, okyanuslar, kara hayvanları, kuşlar, balıklar, böcekler gibi) tarafından dile getirilir. Bu unsurların hepsini ele almaya ne dersiniz, sevgili okurlar? Yazımı hazırlarken Rabi Nosson Scherman’ın tercüme edip yorumlarıyla zenginleştirdiği Perek Shirah – The Song of the Universe adlı kitaptan yardım aldım. Bakalım kim, ne mesaj veriyor:
Gökyüzü – “Gözlerini yukarı kaldır ve bak bunları kim yarattı!” (Yeşaya 40:26) “Engin göklere kim bakabilir? Görebildiğimiz sayısız yıldız ve göremediğimiz sonsuz sayıdakiler. Muhteşem simetrileri, insanın yaşamasını mümkün kılan, akıl almaz karmaşık dengeleri... Ve bütün bunları Yaratan’a mümkünse hayran kalma!”
Günümüzde astronomi ve modern gözlem cihazları, bilgelerimizin hayal edebildiğinden çok daha fazlasını ortaya koymaktadır. Bütün bunlar Yaratan’ın eseridir. Galaksilerin tümü onun ordularıdır. Hepsi birlikte O’nun görkemine tanıklık eder.
Dünya – “Yeryüzü ve içindekiler Aşem’e aittir, yaşam yerleri dünya ve dünyanın sakinleri” (Teilim 24:1). “Dünyanın ucundan şarkılar duyduk: Dürüstlere görkem olsun” (Yeşaya 24:16).
Aya ayak basıldı, şimdi de Mars’a gidilmeye çalışılıyor. Ayın nasıl boş, çıplak ve çorak olduğunu biliyoruz. Aşem dünyayı yaşam için gerekli olan hey şey ile doldurmasaydı, dünyada hayat olamazdı. Bizim görevimiz bu dünyada Tanrı’nın varlığını kabul etmektir. Dünya bu şarkıyı, Yaratılış’ın amacını yerine getirmesi için söylemektedir.
Gan Eden – “Kuzeyden uyan ve güneyden gel. Bahçemin üzerine es. Baharatların uçsun. Sevdiğim kendi bahçesine gelsin ve değerli meyvelerinden yesin” (Şir aŞirim 4:16).
Talmud simgeselliğinde kuzey rüzgârı, insanın fiziksel haz ve doyum arzusunu; güney rüzgârı ise ruhun, tinsel doyum arzusunu temsil eder. İnsanoğlu bir gün bu ikisini dengelemeyi öğrenecek.
Geinam – “Çünkü O, hasret çeken canı doyurdu ve acıkan canı iyilikle doldurdu” (Teilim 107:9).
İnsanın bu dünyadaki günleri sona erince, ruhu ‘Gelecek Dünya’nın sonsuz tinselliği ve ödüllerinin özlemiyle yanıp tutuşur. Ne var ki insanoğlunun yeryüzündeki günleri günah işlemeden geçmez ve günahın bir bedeli vardır. Bir kefaret ödenmeli, insan ruhu geinam’da arınmalıdır. Geinam bile ruhu, cennete hazırlamanın beklentisiyle sevinir.
Çöl – “Çöl ve boş topraklar onlarla sevinecek; çöl memnun olacak ve bir zambak gibi açacak” (Yeşaya 35:1).
Yeşaya, Bene Yisrael’in sürgün olacağı ve topraklarının hiçbir ekinin yetişemediği çöllere dönüşeceği günleri öngörmüştür. Öte yandan Tora çölde verildi ve bir halk için hayat iksiri oldu.
Tarlalar – “Aşem dünyayı bilgelikle kurdu, gökleri zekâ ile sağlamlaştırdı” (Mişle 3:19).
Tanrı bize yeterince çalışmamız karşılığında milyarlarca insanı besleyebilecek tarlalar verdi. Tarla, insana benzetilir; işlenmediği takdirde potansiyelini yerine getiremez.
Sular – “Gökgürültüsü duyulduğu zaman, sular seller göklerde birikir. O, dünyanın ucundan bulutları kaldırır...” (Yeremya 51:16).
Bulutlar, dünyevi davranışlarla Tanrı’nın bize verdiği armağanlar arasındaki sentezi simgeler. Tanrı yeryüzündeki varlıkların hayatını, yağmur yağdırarak sürdürür. Su hem yaşamın, hem de Tora’nın sembolüdür.
Denizler – “Pek çok suyun kükreyişinden, denizin dalgalarından daha güçlü, muhteşemsin Aşem, yükseklerde” (Teilim 93:4).
Deniz genelde sakin ve davet edicidir. Engin maviliği şairleri esinlendirir. Yüzeyinin altı, bütün gezegeni besleyecek kadar çok hayat barındırır. Ancak dünyada, öfkeli bir denizden daha güçlüsü yoktur. Gelgitler, dalga ve tsunamiler önlerine çıkan her şeyi bir anda silip süpürebilir. Denizler öylesine cömert ve güçlü iken, düşünebiliyor musunuz, onları yaratan Tanrı ne kadar daha cömert ve güçlüdür!
Nehirler – “Nehirler ellerini çırpacak, dağlar gurur duyacak” (Teilim 98:8).
Karlı tepeler nehirleri besler ve sonrasında toprağı sular. Hep beraber sevinçle el çırparlar çünkü yaratılış amaçlarını birlikte yerine getirmişlerdir. Nehirler kalabalık halkı, dağlar ise liderlerini temsil eder. Halk ve liderleri Tanrı’ya birlikte hizmet ettiklerinde, haklı olarak el çırparlar, sevinçle şarkı söylerler zira dünya ve Yaratan’a gereğince hizmet etmişlerdir.
Membala – “Şarkıcılar ve çalgıcılar diyecek ki, ‘benim tüm özüm sendedir’” (Teilim 87:7).
Su kaynakları yorulmak nedir bilmez. Gece gündüz taze su ile çağlarlar. Aynı şekilde Bene Yisrael, dualarıyla Tanrı’yı övmekten bıkmaz usanmaz.
Gündüz – “Gün güne konuşur ve gece geceye anlatır” (Teilim 19:3).
Midraş, gece ile gündüzden namus ve güven simgeleri olarak söz eder. Gündüz, ilkbahar ve yaz sırasında, geceden birkaç saat ödünç alır ve böylece uzar. Sonbahar ve kış sırasında ise gün kısalır ve ödünç aldığı saatleri geceye iade eder. Gündüz bize der ki: İhtiyacımız olan ne varsa, Tanrı bize bahşeder. Dürüstlükten ödün vermeye gerek yoktur. Dahası, gece ile gündüz insanoğluna paylaşmayı ve Tanrı’ya güvenmeyi öğretir.
Gece – “Sabah şefkatini anlatmak ve geceler boyunca da imanını...” (Teilim 92:3).
Gece, Tanrı’ya duyulan inancı simgeler. Akşam okunan Arvit duası sırasında “emet ve emuna kol zot”, yani “gerçek ve inanç her şeydir” deriz. Gecenin karanlığı; sürgün edilmeyi ve çalışıp çabalamayı temsil eder; geceleri, Tanrı’nın bize vaat ettiklerinin gerçekleştiğini göremediğimiz zamanlardır. Gündüz yapılacak işler insana zor gelir. Altından kalkamayacağı hissine kapılır. Bu yüzden ruhumuzu her gece Tanrı’ya emanet ederiz. İmanımız kaya gibi sert ve güçlü kalır.
Sabah olunca ruhumuz Tanrı’nın sıcaklığının yanında kalmayı arzu eder. Gündüzün ruhani karanlığına geri dönmeyi hiç istemez. Ancak bilir ki, Tanrı hayatı yaşama gücünü bir şekilde verecek. Dolayısıyla gece, insana imanın anlamını ve değerini öğretir.
Ele almamız gereken 85 unsur var ve biz henüz sadece on ikisini inceleyebildik. Demek ki, Aşem ömür ve izin verirse, yazımız devam edecek, sevgili okurlar.
Bu arada kulaklarımızı kocaman açıp hiç değilse duyabildiğimiz övgü şarkılarını dinlesek? Kuş cıvıltısını, kurbağa vıraklamasını, ağustos böceklerinin çalgısını... Rüzgârın uğultusunu, yaprakların hışırtısını, yağan yağmurun teneke üzerindeki tıkırtısını... Bitkilerin geceleri büyürken çıkardığı takırtıları... Dalgaların fışırtısını, birbirine değen çakıl taşlarının sürtünmesini ve çınlayan çocuk kahkahalarını...
Esen kalın sevgili okurlar.