Murathan Mungan: “Ben Mezopotamya’nın toprağından bir çömlek yapıyorum. Bir Finlandiyalı gelip de Mezopotamya’nın toprağından çömlek yapacak değil. Ama öyle bir çömlek yapmalıyım ki, o sudan ve topraktan onu Finlandiyalı da kullanmalı, Kanadalı da. Evrensellik tartışmaları var. Nerede olduğunuzu, ayaklarınızı hangi toprağa dokunduğunuzu bilecek ve bunu tüm dünyaya göstereceksiniz. Bu topraklarda yankılanan bir sözün sadece gökyüzü ile sınırlayacak bir yankının ulaşacağı bir insanlık sesi yok.”
Bir masal... Bir ihanetin masalı... İnsanoğlunun ihanetine dair... Yılan soylu, insan dönektir bu masalın ikliminde. Peki, nedir bu Şahmeran’ın masalı? Kimdir Şahmeran? Yüzyıllardır ne anlatır köy kahvelerinin kerpiç duvarlarından, cümle taşra illerinin kıraathanelerine uzanan görkemli ve gezgin sureti? Kırlent yüzlerinden, karyola eteklerine dek nakışlanan Şahmeran ne anlatır bu insanlara? Nedir Şahmeran hikâyesinin bağrında sakladığı zehir? Bu zehir ki bin yıldır bir masal tadında ağızdan ağza yayılıp durur…
Ödenekli tiyatrolarımız mayıs bitmeden uzun bir yaz uykusuna yatarken, birkaç yıldır, İstanbul Tiyatrosu’nun genç toplulukları sezonu haziran ayının sonlarına kadar uzatıyordu.
Bu yıl, Taksim-Beyoğlu civarında konuşlanan bu tiyatroların çoğu, Gezi Parkı olaylarının etkisiyle, zorunlu olarak erken tatile çıktılar. ikincikat ve Mekân Artı gibi bir ikisiyse üç beş gün ara verdikten sonra oyunlarını sahnelemeye devam ettiler.
Mekân Artı, 15 Mayıs’ta seyirciyle buluşturduğu, Ufuk Tan Altunkaya’nın Murathan Mungan’ın aynı adlı öyküsünden sahneye uyarladığı ‘Şahmeran’ın Bacakları’ oyununu kısa bir aradan sonra sahnelemeye devam ediyor.
Ünlü yazar Murathan Mungan, Mardinli bir ailenin çocuğu olarak 21 Nisan 1955’te İstanbul’da dünyaya geldi. 1972’de Ankara’ya yerleşip lisans ve yüksek lisansını Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nde tamamladı. Ankara Devlet Tiyatroları’nda altı yıl, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda üç yıl dramaturg olarak çalıştı.
Gazete ve dergilerdeki ilk yazılarını 1975’te yayımlayan Mungan, yazın hayatı boyunca şiir, öykü, roman, deneme, tiyatro oyunu, sinema yazısı, senaryo, masal, şarkı sözü gibi farklı türlerde eserler vermiştir. İlk, orta ve lise yıllarını geçirdiği Mardin, eserlerinde sıkça kullandığı mekânlardan birisi olmuş; yazar, bu çevrenin taşıdığı farklı kültürel yapıyı ve insan olgusunu eserlerine başarıyla yansıtmıştır.
Tiyatro eserleri de okunur
1985’ten beri İstanbul’da yaşayan Mungan’ın tiyatro alanındaki ilk çalışması ve sahnelenen ilk oyunu Orhan Veli’nin şiirlerinden kurgulayarak oyunlaştırdığı ‘Bir Garip Orhan Veli’ (1981) oldu. Bir aşireti yöneten ailenin üzerindeki dört kuşak süren lânetleri anlatan, doğup büyüdüğü toprakların efsanelerinden faydalanarak oluşturduğu Mezopotamya Üçlemesi’ni yazar, “biriktirdiğim her şeyi verdiğim bir yapıt,” sözleriyle tanımlamış, kendisinden bir tek eser seçilecekse, bu oyunun okunması gerektiğini söylemiştir.
Mezopotamya Üçlemesi’nin ilk oyunu, 1980’de yazılan ‘Mahmut ile Yezida’ idi. İkincisi ‘Taziye’, 1984’te sahnelendiğinde Mungan, Ankara Sanat Kurumu’nca Mehmet Baydur ile birlikte yılın en iyi oyun yazarı seçildi. Üçlemenin üçüncü ve son kitabı ‘Geyikler ve Lânetler’ 1992’de yayınlandı.
Çok iyi bir tiyatro yazarının olduğu kadar müthiş yetenekli bir şairin elinden çıkan oyunları, “tiyatro oyunları okunamaz” görüşünü geçersiz kılan, tiyatro tutkunlarına olduğu kadar tüm edebiyatseverlere de hitap eden metinlerdir.
Üçlemeden 15 yıl sonra yazdığı ‘Kağıt, Taş Kumaş’ (2007) ve bir beş yıl daha geçtiğinde gelen ‘Mutfak’ (2013) da, ilk oyunları gibi, okunması en az izlenmesi kadar zevkli oyunlardır.
Mungan’ın oyun olarak yazdıklarının dışında, anlatı tiyatrosuna yatkın pek çok şiirsel metni, özellikle genç tiyatrocular tarafından sahneye uyarlanmıştır. Ufuk Tan Altunkaya da, 1983 yılında kaleme alınan ‘Şahmeran’ın Bacakları’ öyküsünü, geleneksel anlatım ile masal türünün bir anlatı tiyatrosu olarak yorumlanması olarak sahneliyor ve oyunun sahnelenme süreci için şunları söylüyor:
“Mungan, eski masalların yırtık sökük yerlerini onarıp onları unutuluşun dehlizlerinden çıkararak günümüze taşır ve okuru yepyeni ufuklara sürükler. Bu çerçevede kültürler arası etkileşimden yararlanarak bir doğu-batı sentez hikâyeciliği ile yeniden kurgular. Oryantalizmin tersine, Mungan ait olduğu kültürü – içinde yetiştiği anlatı geleneğini, batı üslubu ve hikâyeciliği ile birleştirerek bir doğu-batı sentez hikâyeciliğini başarıyla gerçekleştirir. Gelenekten yararlanarak aslında geçmiş ve bugün arasında bir hesaplaşmaya girer ve bugüne dair saptamalarını da başarıyla kurguya yedirir. Yerel ile evrenseli; geçmiş ile bugünü birleştirme çabası içindedir.
Geleneksel anlatım sonuç odaklı değil, anlatım üslubu ve anlatım seyriyle ilgilenir. Amaç, var olan zamana odaklanmak ve o an üzerine yoğunlaşmaktır. Anlatı, geleceğe hazırlık yapmak üzere ilerlemez ve sürecin tadına varılmasını sağlar.
Temel çıkış noktası olarak ele aldığımız anlatı geleneği bugün neye dönüşmeliydi?... Batıcı dramatik tiyatro ile geleneksel anlatı türü hangi oranlarda birleşecek ve bu birleşim noktasında da anlatının büyüselliği ve masalımsı havası kaybedilmeden korunabilecek miydi? Aynı zamanda doğu anlatı geleneği öğelerini taşıması gereken proje, sonuca değil, sürece odaklanabilecek miydi?
Oyunun gücünü masalsı, büyüsel ve destansı öğelerden alıyor olması hem yorumlamasında sınırsızlık tanırken, hem de tehlikeli bir durumdu. Oyunun yorumlanması, anlatıdan oluşurken, dramatik yapıya göz kırpmalıydı... Masal, günlük konuşma dilinin ötesinde, kendi büyüselliği içinde, yan öğelerle desteklenerek, tümüyle seyircinin kendi yorumlamasına ve düş dünyasına hizmet etmeliydi. Oyun, keskin yanıtlardan uzak, kesin yargılara vardırmayan bir yorumla sahnelenmeliydi... Hem törensel-ritüelsel yapısıyla bir masal diyarına taşımalı, hem de muallâklıkla bağlantılı olmalı – keskin sonuçlara ve cevaplara yer vermemeliydi.
Tüm sahne yorumlaması bu çerçeveyle ele alındı. Tüm ışıklama tasarımı, tüm kurgular muallâklık ve gizem üzerinden ilerleyerek, seyircinin mesafeliliğini ve dış gözlüğünü koruyarak sunulan bir anlatı olmalı ve tüm kurguyu ve yapıyı seyircinin düş gücüne bırakmalı, bunu yaparken de düş gücünün en iyi yardımcısı olan müzik adeta bir oyuncu gibi oyun boyunca oyunda yer almalıydı. Hisseden oyuncudan ziyade hissettiren oyuncu çıkış noktasıyla, sahnede yapısal bir şekilde replikleri ele alan ve kelimelerin anlamları veya bu kelimelerle kurulan melodilerle seyirciyle bağlantı kuran anlatıcılar oluşması sağlandı... Aslında başrole oyuncu kişisinden çok metnin gelmesi amaçlandı... Oyuncular anlatının aracına dönüştü. Geleneksel tiyatronun, doğu anlatım geleneklerinin, göstermeci yapının ve batı çağdaş tiyatrosunun birleşmesiyle sahneleme kurgusu oluşturuldu. Bu noktada Şaman geleneğinden meddahlığa ilerleyen tarihsellik içinde beş farklı oyuncu, topluluğun “tek”leşmesi ile hem batı tiyatrosunun çoklu yapısını, hem de doğu tiyatrosunun birey odaklı anlatı geleneğini birleştirmiş oldu. Bu noktada da anlatı geleneğinin günümüze ne şekilde taşınabileceği üzerine bir deneme yapılmış oldu.”
Şiirsel güzelliğe teatral karşılık
Ufuk Tan Altunkaya’nın oyunun sahnelenmesine dair çok daha uzun bir yazısından alıntıladığım yukarıdaki bölümler, genç kuşağın en önemli birkaç yazarından biri olduğuna inandığım yönetmenin, tüm bilgi duygu ve yeteneğini, üstelik ilk kez kendisine ait olmayan bir metnin hizmetine nasıl da coşkuyla verdiğinin heyecan verici göstergesi. “Peki, Murathan Mungan’ın olağanüstü metnine, metnin şiirsel güzelliğini bozmadan, teatral bir karşılık arama çabası başarılı olmuş mu?” diye sorarsanız benim cevabım kesinlikle “evet”! Zaten Ufuk’un metninden bu kadar uzun bir alıntı yapmış olmamın nedeni, oyunu izlerken hissettiklerimin ve düşündüklerimin onun yazdıklarında neredeyse bire bir karşılığını bulmuş olmaları.
‘Şahmeran’ın Bacakları’ masal içinde masal, içinde masal... giden bir öykü. Ufuk, bir saati aşan ritüelinde, Şahmeran / Belkıya / Camsap üçlüsünün dışına taşmamayı yeğleyerek öyküdeki Cihanşah / Gehverengin masalına yer vermemiş. Bu seçime, oyunun sarkmaması ve dağılmaması için, tiyatro adına katılsam da, Mekân Artı beşlisinin o masalı yorumlayışını da izlemiş olmayı isterdim. Bu beş kişinin oyunculuğu hakikaten çok etkileyici. Murat Baykan, Mehmet Ali Gümüş, Gülay Hayır, Elit Camü, Cansu Dağ, hem ‘koro’ olarak dört dörtlük bir oyunculuk sergiliyorlar hem de bireysel performanslarında (Murat Baykan-Camsap, Mehmet Ali Gümüş-Belkıya, Gülay Hayır-Ukap ve sesiyle, fiziğiyle, oyunculuğuyla etten kemikten bir Şahmeran’a dönüşen Elit Camü) çok iyiler. Bir de bu gençler, sık sık şikâyet ettiğim diksiyon sorununda, suçu mekânların elverişsizliğine atmanın bir yanılgı olduğunu, istenirse o güzelim metnin bir tek sözcüğünü bile kaçırtmadan aktarılmasının mümkün olduğunu gösterdiler.
‘Şahmeran’ın Bacakları’ , sonuna geldiğimiz bu tiyatro mevsiminin en güzel sürprizlerinden biri. Sakın kaçırmayın!
Hepinize iyi seyirler.