Kontrol altına alınamayan bazı olayların altında Yahudi parmağı aranması, bunların bazı sosyal olayların tam ortasına oturtulup onların müsebbibi olarak gösterilmesi, ne ülkemize ne de son günlere mahsus bir durum değil. Tarih boyunca, toplumları yönlendirenler, başarısızlıklarını başkalarına yüklemek gibi bir çıkış yoluna başvurmuşlar ve bu gündelik yaşantıda kanıksanan bir davranış olagelmiştir. Yahudiler, bu ‘başkaları’ denen grubun vazgeçilmez elemanlarındandır
Geçtiğimiz haftalar hâlâ kimsenin neden ve nasıl oluştuğu konusunda fikri olmadığı bir direnişe t anıklık etti. Bu direniş, salt bir parktaki ağaçların kesilmesine karşı bir duruş muydu, yoksa işin içinde, söylenemeyenlerin, içte kalanların dışa vuruşu da mı vardı?
Nedeni neyse ne, sivil bir başkaldırı, naif, romantik, mizahla bezenmiş bir karşı geliş söz konusuydu. İnsan yığınlarını sokak ve meydanlara çeken ve direnişi masif bir cephe haline getiren ise, yetkililerin ne olup bittiğini anlayamamaları ve bunun karşısında ister istemez yanlış ve ölçüsüz tepkiler sergilemeleriydi. Her uzayan süreç gibi, geçen günler ve haftalar süresinde eylemin saşığını bozan, ondan medet uman, değişik beklentiler de devreye girmişti.
Kimi kesimlerin eylemleri değerlendirme şekilleri ise zaman zaman ilginç, ancak genelde üzücü haller aldı. Romantizm ve mizahla başlayan o günleri takip edenler, toplumun siyasi anlamdan öte sosyal anlamda da kutuplaşmasını acı bir şekilde izlediler. İmrenilecek yerleri işgal eden, insan kitlelerine örnek olması gereken bazı kişilerin ırkçı söylemleri kamu vicdanını zedeledi ve çoğu zaman olduğu gibi sağır kulaklara mahkûm oldu.
Hepsinden öte, süreç sonrası siyasi erkin ve kendisini destekleyen medyanın geliştirdiği retorik ise, özellikle altı çizilmesi gereken cinstendi. Nesillerden beri bu topraklara yaşayan bir vatandaş olarak, antisemitizmin bu denli alenileştiğine ve üst seviyede dillendirildiğine hiç tanık olmamıştım. Faiz lobisi ile başlayan ve Yahudi diasporası ile devam eden beyanatları acı bir gülümseme ile karşılamaktan başka elden çok bir şey gelmiyordu.
Günah keçisi Yahudiler
Esasen kontrol altına alınamayan bazı olayların altında Yahudi parmağı aranması, bunun Yahudilere yıkılması, bunların bazı sosyal olayların tam ortasına oturtulup onların müsebbibi olarak gösterilmesi, ne ülkemize ne de son günlere mahsus bir durum değil. Tarih boyunca, toplumları yönlendirenler, başarısızlıklarını başkalarına yüklemek gibi bir çıkış yoluna başvurmuşlar ve bu gündelik yaşantıda kanıksanan bir davranış olagelmiştir. Yahudiler, bu ‘başkaları’ denen grubun vazgeçilmez elemanlarındandır.
Çoğu zaman, kendisine hak ettiğinden çok daha fazla güç atfedilen Yahudi halkı, nasıl oluyor da bu denli etkin olabiliyor, diye soranlar vardır kuşkusuz. Bunu anlamak için, antisemit bir başyapıt olan ‘Siyon Önderlerinin Protokollerine’ başvurmak gerekir. Protokoller, Yahudi halkının, kendinden olmayanları esareti altına alarak dünyayı yöneteceğini ileri süren, modern zamanların en gelişmiş komplo teorisini ortaya koyar. Çarlık Rusya’sının yurtdışındaki liderlerinden Pyotr Ivanovich Rachkovsky gözetiminde, ilk kez 1897 – 1899 yılları arasında Paris’te Rusça olarak kaleme alınır ve yayınlanır. O tarihten günümüze, birçok lisanda ve değişik başlıklar altında, güncel olaylardan esinlenen uydurma hikâyelerle ve elbette ki, özü hiçbir zaman değişmeden, karşımıza çıkar.
Fransız Devrimi ile başlayan ve Sanayi Devrimi ile devam eden süreçte, Avrupa hem sosyal ve ekonomik çalkantılar içerisindedir, hem de siyasi olarak karışık bir dönem geçirmektedir. Çarlık Rusya’sında halk giderek artan sefaletle boğuşurken, Napolyon Fransa’sında vatandaşlar, devrimin kendilerine bahşettiği ayrıcalıkların zevkini çıkartmaktadırlar. Buna koşut olarak, bir ülkede Yahudiler porgromların hedefi haline gelir sıkça yerlerinden yurtlarında kovulurken, diğerinde zengin burjuva sınıfının içinde aydınlanma sürecini yaşamaktadırlar. Fransız – Alman savaşı ve bin bir çıkar çatışması ise yaşlı kıtayı kana bulamakta ve geniş halk kitlelerini avucu içine alan sefalet, çözülmesi gereken ciddi bir problem olarak zayıf siyasi otoritelerin önünde durmaktadır.
Protokollerin ayak izleri
Suçlular, tıpkı bugün olduğu gibi o gün de hazırdır. Dünya Yahudiliği Avrupa’yı parsellemeye başlamıştır. Tüm ülkeleri kontrolü altına almış, zaten bölünmüş olan ulusları daha da bölerek, onları paraca borçlandırarak hepten kendisine mahkûm etmiştir… Tıpkı bazılarına göre bugün yaptığı gibi…
O günlere uzanıp olaylara bakarsak belki de Protokollerin ayak izlerine kolayca buluruz.
Karl Marx, 1848 yılında Komünist Manifesto’yu kaleme alıp dünyada hüküm süren tüm sıkıntıların kaynağına sınıf çatışmalarını oturturken, bunu, tarihçi, sosyolog, ekonomist ve devrimci kimliği ile yapıyordu… Yahudi kimliği ile değil…
Lev Troçki veya gerçek adı ile, Leyba Davidovich Bronstein, 1917 Ekim Devrimi’nde başı çeker kurulan ilk politbüroda dış ilişkilerin sorumluluğuna getirilirken veya Kızıl Ordu’nun oluşması aşamasında görev alırken, bunu, teorisyen ve devrimci kimliği ile yapıyordu… Yahudi kimliği ile değil… Tıpkı Bolşevizm’de kendi kurtuluşlarını bulan Çarlık ezileni birçok Rus gibi.
Bir bankerin oğlu olarak Frankfurt Gettosu’nda dünyaya gelen Mayer Amschel Rothschield, beş oğlunu Avrupa’nın çeşitli kentlerine gönderip ilk banka deneyimine yön verirken, birbirlerine karşı cephe alan hükümetleri değişik projelerinde kredilendireceğini veya onları birbirlerine karşı savaşlarında destekleyeceğini tahmin etmiyordu. Ancak öyle oldu ve Rothschield ailesi Avrupa’nın en saygın bankacıları arasında ilk sayılan isim oldular… Bunu, iş adamı kimliği ile yaptılar… Yahudi kimliği ile değil.
Dreyfus ailesi, bugün Fransa sınırları içinde kalan, Alsace bölgesindeki Mulhouse kentinin saygın ailelerinden biriydi. Almanya – Fransa arasındaki 30 Yıl Savaşlarında bölgenin Almanlar tarafından alınması ile birlikte Paris’e taşınmışlardı. Ailenin gözbebeği Alfred Dreyfus, bir yandan Ecole Polytechnique’i öte yandan da Ecole Superieure de Geurre’i bitirmiş ve Fransız ordusunda görev almıştı… Bunu Fransız kimliği ile yapmıştı, Yahudi kimliği ile değil…
Ancak olanlar oldu ve O Alfred Dreyfus – daha sonra düzmece olduğu anlaşılacak bir dizi belgenin ortaya çıkarılması ile, Almanlar lehine casusluk yapmakla suçlandı… Yıl 1894 idi ve orduda yüzbaşı rütbesi ile görev yapıyordu. Ancak suçlandığında, Fransız kimliği ile değil, bu kez Yahudi kimliği ile suçlanıyordu…
Yahudilerin devrim yasalarından yararlanarak eşit vatandaş olmaları ve toplumun hemen her seviyesine başarılı bir şekilde entegre olmalarına karşı çıkan birçok çevre ve özellikle kralcılar, Katolik kilisesi ve muhafazakârlar öyle bir kamuoyu oluşturmuşlardı ki, Dreyfüs Davası normal seyrinden çıkmış, şiddetli bir antisemit olay haline gelmişti. Halk yığınları, bir yandan La Libre Parole türü Yahudi aleyhtarı yayınlarla yönlendirilirken, öte yanda mahkeme salonlarındaki ifadeler, davanın her aşamasında ortaya çıkan düzmece deliller ile, Dreyfüs, Fransa’yı can düşmanı Almanya’ya satan Yahudi konumuna indirgeniyordu. O bir vatan hainiydi.
Dolayısı ile Siyon Önderlerinin Protokolleri’nin ilk kez Paris’te yayınlanmış olması hiç de şaşırtıcı değildir… Yahudiler o dönemlerde bazıları için ‘ulus içinde ulus’ gibi görünmekteydiler. Oysa kapitalist karşıtı kuramın babası Marx’ın bankacı Rothschield Ailesi ile ne gibi bir işi olabilirdi. Ya da Dreyfüs’ün Lev Troçki ile…
Protokoller, daha sonra, 1905’te daha uzun versiyonu ‘Küçük İçinde Büyük’ adı ile yayınlanır. Tarih, Çar donanmasının Uzakdoğu’da unutulmaz bir yenilgi alması ve Romanov Hanedanı üzerindeki kara bulutların çoğalması ile denk düşer. Hanedanı devirmek isteyenlerin arasında, kırsal bölgede zorluklarla boğuşarak yaşamaya çalışan milyonlarca Rus’un yanında, bir avuç Yahudi devrimcisi de vardır.
1906 yılında bu kez ‘İnsan Irkının Düşmanları’ adı ile çıkar. Ana fikri aynıdır, ancak içerik bayağı zenginleştirilmiştir.
1917 yılında yayınlanan Protokoller ise bir hit olma özelliğindedir. Burada, Yahudi liderliği Theodor Herzl ile özdeşleştirilir. Birinci Dünya Savaşı’nın süregeldiği ve Avrupa ile Yakındoğu coğrafyasının şekillendiği bu süreçte, Yahudilerin, Osmanlı idaresinden kopan Filistin toprakları için olan ‘ihtiraslarına’ vurgu yapılır. Balfour Deklarasyonu’nun da ilan edildiği bu dönemde gelen kitap, Yahudi’nin şeytanlaştırıldığı ve dünya halkları üzerinden iş yaptığı ileri sürülen birçok düzmece olayı kamuoyunun dikkatine taşır.
1919 yılının ocak ayı Paris’te, anti Bolşevik Beyaz Ruslar tarafından, gerçi Rusça, ama olsun, bu kez, Paris Barış Görüşmelerine gelen heyetlere dağıtılır. Yahudilerin, görüşmelere katılacak Siyonist Kongre heyeti üzerinden, dünyayı parsellemeye yönelik bir çalışma yapacaklarını, birçok ülkenin – bu arada Rusya’nın da – Yahudi çıkarları doğrultusunda satın alındığını ifade etmektedir.
1920’de yine Rusça olarak, Berlin, New York, Paris ve Tokyo’da satışa sunulur. Nazi Partisi’nin 1929 yılında Almanca basım hakkını satın alacağı, Rusça dışında bir dildeki ilk yayın, 1920 yılında çıkar. Hitler’in başbakan olarak karşımıza çıkacağı 1933 yılına dek, Protokollerin Almancası tam 33 kez basılacaktır. Hitler, Kavgam’ı kaleme aldığında, Protokollerden esinlendiğini söyleyecekti.
‘Dünyadaki rahatsızlığın nedeni’
Yeni dünyanın en azılı antisemitlerinden Henri Ford, 1920’de çıkarttığı haftalık ‘Dearborn Independant’ adlı dergisinde, ‘Dünya Yahudi Komplosu’ başlığı altında, Protokolleri, bir yazı dizisi halinde yayınlar. Aynı yıl, Boston’da, anti-Bolşeviklerin çıkarttıkları kitabın tercümesi pazara sürülür.
Bundan sonra ise işler çığırından çıkar… ‘Yahudi Tehlikesi’ adı ile Londra’da yayınlanır. The Times konu ile ilgili geniş haber yapar. ‘Dünyadaki Rahatsızlığın Nedeni’ başlığı ile Morning Post, protokollerden alıntıları sütunlarına taşır…
Aynı dönemlerde ilk Arapça baskısı Şam’da sunulur. Bunu Fransızca dilindeki ilk yayınlar, Polonya, Güney Amerika, İtalya’daki yayınlar izler. Henri Ford ‘Uluslararası Yahudi: Dünyanın En Büyük Problemi’ adlı kitabını çıkarır. Nazi Partisi’nin ideologlarından Alfred Rosenberg’in, ‘Siyon Önderlerinin Protokolleri ve Yahudilerin Dünya Politikaları’ adlı kitabı ise Almanya’da aynı yıl içinde üç kez yayınlanır.
1933 yılında Protokollerden alıntılar Romanya meclisinde gündeme alınır ve okunur. Faşist milletvekilleri, ülkedeki Yahudilerin hemen kovulmaları gerektiğini savunur.
1939 yılında Hitler, Yahudi karşıtı politikalarını haklı göstermek adına, Protokollerin yabancı ülkelerde okunmasını sağlamak gerektiğini ifade eder. Aynı yılın sonunda, İspanya’da Franco yanlıları liderlerinin yeni yıl mesajının başına Protokollerden alıntılar eklerler.
1957 yılında, Süveyş Savaşı’nın hemen sonrasında bu kez Mısır’da yayınlanır Protokoller. Yükselen Arap milliyetçiliğinin etkisi ile çok okuyucu bulur.
1967 Altı Gün Savaşı’nda Arap dünyasını destekleyen Sovyetler Birliği’nde İsrail karşıtı akımlar hız kazanır. Devletin resmi yayın organı Pravda ile birlikte yüzlerce yerel gazete, aynı gün, ‘Siyonizm nedir?’ başlıklı bir makale yayınlar. Burada, Protokollerin dile getirdiği birçok komplo teorisi yeniden gündeme getirilir. Hemen akabinde, Beyrut’taki İslam Enstitüsü kitabın Fransızca, İtalyanca, İspanyolca ve Arapça baskılarını 300.000 adet olarak piyasaya sürer.
Daha sonraki yıllarda, ‘Los Protocoles de los Sabios de Sion y la Subversion Mundial – Siyon Bilgelerinin Protokolleri ve Dünya Egemenliği’ adı ile Arjantin’de karşımıza çıkar aynı fikir. Bir ilginç olanı da, ‘Hindistan’a Karşı Uluslararası Komplo’ adı ile Bombay’da yayınlanır… Yıl 1974…
Elbette ki Protokoller antisemit dünyanın yayınladığı tek yapıt değildir. Holokost inkârından, İsrail’in şeytanlaştırılmasına uzanan ve kendisini bilimsel olmakla taçlandırmak arzusu içinde olan yüzlerceleri, binlerceleri vardır. Bunlardan kimi Türkçeye çevrilmiş, bazı benzer karakterde yazı ve karikatürler bizzat Türk yazarlar tarafından kaleme alınır.
İşte geçtiğimiz günlerde, bir devlet büyüğümüzün, istemeyerek de olsa bu alemin kapılarının eşiğinden atlaması, her daim canlı tutulmaya çalışılan bu havanın, siyasi katlarda alıcı bulması endişesini doğurdu. Bu gibi beyanatların, bazı kötü niyetli çevrelerce kolayca istismar edilebileceği, yanlış algılar yaratabileceği hiçbir zaman unutulmamalıdır.
Kaynak: A Lie and A Libel
The History of the Elders of Zion
Binjamin W. Segel