Sahil şeridi, parkları ve bahçeleri, tarihi ve mimari eserleri ile yanı başımızdaki Batum, Türk turistler için farklı bir alternatif oluşturuyor. İstanbul’dan direkt uçuş seferlerinin başlaması ve Gürcistan’ın vize istememesi, bu destinasyonu daha cazip bir hale getiriyor.
Cako Taragano
Pegasus Havayolları 2013 yılında Batum’a sefer başlatınca bizi bir heyecan kapladı. Fiyatlar uygun, vize yok, yer yakın, yeni bir bayrak, yeni bir kültür, “hadi gidelim” dedik. Aylar öncesinden uçak biletlerini aldık, gezgin ruhumuzun önsezileri ile uygun bir yerde otelimizi ayarladık. Biraz internet, biraz televizyon, biraz da daha önce giden kişilerden aldığımız bilgi ve el yordamı ile program yapıp uçuş tarihimizin gelmesini beklemeye başladık.
Nihayet bir nisan sabahı Sabiha Gökçen Havaalanı’nın yolunu tuttuk. Bir buçuk saat süren uçak yolculuğundan sonra Batum Havaalanı’na indik. Artvin’de havaalanı olmadığından Artvin ve Hopa yolcuları da bizim uçuştaydı; sonra karadan Hopa’ya ve Artvin’e geçtiler. Bu durum bize çok ilginç geldi. Hopa’ya geçen yolcular Batum’da kalanlardan daha fazlaydı.
Gürcistan polisi hepimizi güler yüzle, hoş geldiniz sözcükleri ile karşıladılar. Valizlerimizi alıp kapıdan çıkarken de küçük ve şirin iki çocuk folklorik kıyafetleri ve ellerinde tadımlık baklavalarla bizleri karşılayıp Türkçe “Hoş geldiniz” dediler. Yaklaşık 15 dakika sonra 5 yıldızlı otelimiz Intourist Palace’a vardık. İlk intibaımız olumluydu. Check-in işlemlerimizi yaptıktan ve odalarımıza yerleştikten sonra akşamüstü saatlerinde çevremizi tanımak ve bir şeyler atıştırmak için Batum sahiline indik.
Hava tipik Karadeniz iklimi idi; yağmur ha yağdı ha yağacak gibiydi. Denizin hemen önünde konuşlanmış Batumi Devlet Parkı da denen milli park ilk durağımız oldu. Her tarafı yemyeşil olan 2.000 metrekarelik bir alana yayılan parkta çeşit çeşit kuşlar, pelikanlar, ördekler adeta bize şov yapıyorlardı. Parkın kapladığı sahil şeridinin uzunluğunun yedi kilometreye uzatılması gündemdeymiş.
Acıktığımızda sahildeki bistro’ların birinde oturup balık çorbası, bira, patates ile bizim peynirli pideyi andıran Gürcülerin meşhur yemeği ‘Haçapuri’ ısmarladık. Açık havada keyişe yenen yemek sonrası Eski Şehre doğru yola çıktık. Yol üzerinde karşımıza çıkan mimarisi ilginç birkaç kiliseye girdik. Batumi Katolik, Ermeni Gregoryan Apostolic, Ortodoks St.Nicholas kiliselerini gezerken fotoğraşama imkanı da bulduk. Yürüye yürüye Piazza Meydanı’na geldik. Burası yazın çok hareketli, konserlerin yapıldığı, cafe’lerle dolu bir meydan. Biraz dinlenmek için girdiğimiz bir cafe’de kahve ve pasta keyfi yaptık.
Hayal kırıklığı yaratan sinagog
Saat 18.30’da yürüme mesafesinde olan sinagoga gitmek üzere yeniden yola çıktık. Dışarıdan güzel bir görüntü ile bizleri karşılayan sinagog, içine girdiğimizde hayal kırıklığına uğrattı. Maalesef, toz içinde, duvarları kırık dökük, çok bakımsız bir binaydı.
Sinagogun Gabay’ı bizi kadınların oturduğu Azara bölümündeki küçük bir odada ağırladı. 2.Dünya Savaşı sırasında çekilmiş fotoğraşarı gösterirken Batum Yahudileri hakkında da bilgiler verdi. O akşam sinagoga gelenlerin sayısı altı yedi civarındaydı. Bizim katılımımızla minyan tamamlandı. Minha ve Arvit dualarını bizler okuduk. Onlar için özel ve ilginç, bir Şabat Arviti okuduk.
Ertesi sabah kahvaltı sonrasında otelin Türk müdürünün yardımıyla yarım günlük bir şehir turu ayarladık. Beş saatlik turumuz için araç ve rehber dahil 150 dolar ödedik. Türkçe rehberimiz tam saatinde araçla gelip bizi aldı. Turumuza ilk olarak botanik bahçe ziyareti ile başladık. Yolda rehberimiz Gürcistan ve özellikle Batum hakkında bilgiler vermeye başladı.
Gürcistan birkaç eyaletten meydana gelmiş 4,5 milyon nüfuslu bir ülke. Başkenti Tişis 1,5 milyon. Batum ise Ajara eyaletine bağlı bir şehir. Ajara eyaletinin toplam nüfusu 350.000 kişi; Batum ise 150.000 kişilik bir şehir. Deniz kenarı olmasından yazın nüfus 450.000 kişiye çıkabiliyormuş. Şehir, Eski Batum ve Yeni Batum diye ikiye ayrılıyor şehir. Gürcistan, Rusya’dan ayrılıp bağımsızlığını ilan ettiği 28 Nisan 1991’den itibaren doğuda Azerbaycan, batıda Karadeniz, kuzeyde Rusya, güneyde Ermenistan ve güneybatısında Türkiye ile komşu. Tarih boyunca Roma, Bizans, Osmanlı, Rus idaresi altında yönetilmiş. Botanik bahçeye giderken yol boyunca bizlere eşlik eden Çoruh Nehri, Erzurum’dan doğup Batum’dan Karadeniz’e dökülüyor. Nehir üzerinde rafting ve kano yapılıyor. Bu aralar Gürcistan hükümeti Avrupa Birliği’ne girebilmek için uğraşıyor.
Botanik bahçe, şarap evi, kale
Rus Botanikçi Andrea Krasnov tarafından yapılan botanik bahçeye 6 Lari, (Gürcü para birimi 1 Lari = 1 Lira) verip girdik. On kişilik akülü golf araçlarına kişi başı 2 Lari ödeyip parkı gezmeye başladık. Botanik bahçe Amerika, Avustralya, Doğu Asya, Japonya, Meksika gibi isimlendirilen 8 bölgeden oluşuyor. Dünyanın üçüncü önemli botanik bahçesini kuş sesleri ve muhteşem Batum manzarası eşliğinde gezip bizlere ilginç gelen çiçek ve ağaçları fotoğraşadık.
Botanik parkın ardından Keda’da yer alan, özellikle eskiden Rus hanedanlarına hazırlanan meşhur Gürcistan şaraplarının yapıldığı bir şarap evine gittik. Adjarian Wine House ismindeki bu mekan çok hoştu. İmalathaneyi ve şarapların saklandığı mahzenleri gezdikten sonra şarap tadımı yaptık. Gürcistan’ın mısır ekmeği, peynir çeşitleri, Haçapuri, kızarmış patates eşliğinde şaraplarımızı yudumladık. Rehberimiz, Gürcülerin içki içme seremonisini anlattı. Masada bir kişi seremoniyi yönetir ve kendisine Tamada denirmiş. Tamada kadehleri doldurur, ayağa kalkar, iyi temennilerde bulunur, diğerleri de ayağa kalkıp kadehlerini kaldırıp fondip yaparlarmış. Biz de bu geleneği gerçekleştirip sağlığa, huzura, mutluluğa, bol seyahatlere kadeh kaldırdık.
Buradan Gonio’da bulunan Apsaros Kalesi’ne gittik. Roma döneminde inşa edilen kale sırası ile Roma, Bizans ve Osmanlı egemenliğine girmiş. Kaleye 2 Lari ödeyerek girdik. Kalenin içinde meyve ağaçları, üzüm bağları bulunuyordu. Gürcistan dünyada Hıristiyanlığı ilk kabul eden millet olarak biliniyor. Kalenin içinde İsa’nın 12 havarisinden biri olan Aziz Mathias’ın mezarı ile Osmanlı’dan kalma bir hamam yer alıyor. Ayrıca kazılarda bulunan objelerin sergilendiği arkeoloji müzesi denebilecek küçük bir bölüm de bulunuyor.
Turumuzun son durağında, yaya olarak yapacağımız Eski Şehir turu için aracımız bizi Orta Cami önünde bıraktı. Gezdiğimiz ülke ve şehirlerde cami ile pek fazla karşılaşmadığımız için heyecanlandık. Caminin ardından sırasıyla Piazza Meydanı, karşısındaki Ortodoks St.Nicholas Kilisesi, ilerisindeki Ermeni Gregoryan Kilisesi önünde durup rehberimizden bilgiler aldık. Buradan Sevavadze Devlet Drama Tiyatrosu önüne geldik. Rus mimarisinin tüm inceliklerini yansıtan binanın bahçesinin ortasındaki Yunan mitolojisindeki Deniz Tanrısı Poseidon heykeli mekâna ayrı bir hava katıyor.
Eski Şehir’de Gürcistan’ın en yüksek heykeli Altın Postlu Koç heykeli de yer alıyor. Bunun hakkında çeşitli rivayetler bulunuyor. Rehberimiz heykelin gücü, sonsuzluğu, egemenliği ve liderliği sembolize ettiğini belirtti.
Akşam yemeğimizi görüntüsü ters bir evi andıran White Restaurant’ta yemeye karar verdik. Binanın görüntüsü bir hayli ilginçti; her şey baş aşağı yapılmıştı. Tabanı tavanda, tavanı tabanda olan ters bir ev görüntüsündeki binanın dekorasyonunda da aynı terslikler vardı; saksılardaki ağaçlar baş aşağı, sehpa ve halılar tavandaydı.
Yemekler arasında Gürcülerin sevdiği Lobiani (mayalı hamur içinde kuru fasulye ezmezi), Khinkali (bizdeki mantının avuç içi büyüklüğünde olanı, peynirlisi de var), Niguziani Bodrijani (yoğurt, ceviz, sarımsak ezmesi ile doldurulmuş patlıcan), Khachapuri (Peynirli, arzuya göre yumurtalı pide), Gababi (Kebap) yer alıyordu. Gürcü mutfağında ceviz, pancar, sarımsak çok kullanılıyor. Ayrıca tavuk ve et yemekleri, nar, erik, ayva gibi meyvelerle pişirilerek yemeğe hafif bir mayhoş tat veriliyor. Akşam yemeğimize canlı Gürcü müziği eşlik etti.
Tezatların şehri
Ertesi sabah sahil yürüyüşü ile başladığımız güne Radisson Blue Oteli’nin 19. katına Batum manzarası karşısında içtiğimiz kahve ile devam ettik. Buradan Gürcü sanatçı Tamara Kvesitadze’nin metal konstrüksiyondan yaptığı Ali & Nino heykelini görmeye gittik. Müslüman bir erkekle Hıristiyan Gürcü bir kızın aşklarının zaferini anlatan heykel çok ilginçti. Yazın akşamları her 15 dakikada bir ışıklarla dönüp birbirlerinin içine girip tek yürek tek parça oluyorlar. Sahilde ayrıca inşaatı bitmiş ancak henüz açılışı yapılmamış, Alfabe Kulesi dedikleri, Gürcü alfabesi harşerinin üzerinde bulunan bir gezi ve restoran kulesi vardı. Yanında Amerikan üniversitesinin inşaatı da devam ediyordu. Aslında Batum adeta bir şantiye şehri. Hilton’dan Trump Tower’a kadar buraya yatırım yapan birçok marka inşaatlarını hızla devam ettiriyorlar.
Batum’u tasvir ederken “Tezatların umuda dönüştüğü şehir” dememin sebebi de bu. Yolun bir tarafında yıkık dökük, çatısı neredeyse delik, camları kırık binalar, görürken hemen karşısında 5 yıldızlı otel inşaatı görebiliyorsunuz. Bir köşede Rus mimarisinin şaşalı örnekleri sizleri karşılarken diğer köşede baraka tipi küçük binalar sizi şaşırtıyor.
Sahilden tekrar Eski Şehre doğru yönelip Batumi Holy Mothers Virgin’s Nativity Katedrali’ne gittik. Günlerden pazar olduğundan bir ayin izleme umudu taşıyorduk. Ancak ayin bitmişti; sadece kiliseyi gezmekle yetindik. Dönüş yolunda ise çocukların ilgisini çekecek Circus sirk gösterilerinin yapıldığı binayı gördük.
Batum’daki son akşam yemeğimizi Sheraton Oteli’nin yanında yer alan NEOCCA BRİSTO’da yedik. Piyano ve saksafondan oluşan canlı müziği eşliğinde İtalyan mutfağı lezzetlerinden yedik.
Ertesi sabah uçak saatimize kadar olan zamanı yine sahil yürüyüşü ile değerlendirdik. Yeni bir bayrak dikip yeni bir kültürle tanışmanın gurur ve keyfi ile dinlenmiş, eğlenmiş bir şekilde bir turu daha tamamladık.