2013, Giuseppe Verdi’nin 200. doğum yılı olduğundan, 4. Uluslararası İstanbul Opera Festivali, bu yılın Gala Konseri’ni 19. yüzyıl İtalyan Operası Ekolü’nün bu ünlü bestecisinin eserlerine ayırdı.
Yoksul bir köylü ailenin ikinci çocuğu olarak 1813’te doğan Verdi’nin ailesi, o güne kadar ailede hiç müzisyen olmamasına rağmen, oğullarının müzik eğitimi alabilmesi için büyük çaba harcamış, 1838’de yazdığı ilk operası Oberto, Milano’da temsil edildiğinde beğenilmiş, ancak Verdi, ilk büyük başarısını Yahudiler’in Babil’den sürgün edilmelerini konu alan Nabucco (1841) ile kazanmıştır.
Nabucco’dan sonra peşpeşe I Lombardi alla prime crociata, Ernani, I due Foscari operalarını yazan Verdi büyük üne kavuşmuş, Victor Hugo’nun oyunundan operaya uyarladığı Ernani’de opera eserlerinin sadece müzikal yönüne ağırlık veren İtalyan opera geleneğine arkasını dönerek, oyunun özellikle dramatik yönüne ağırlık vermiştir. Macbeth’de, başrolü tenora değil, baritona vermiş, kötü karakterli kişileri eserin kahramanı yaparak, tek bir aşk öyküsünü değil, yükselme hırsı, vicdan huzursuzluğu gibi konuları işlemiştir.
Operayı geniş halk kitlelerine tanıtan, operaya bir yandan İtalyan halk sanatının ezgilerini getirirken bir yandan da halkın sokaklarda söyleyebileceği yeni ezgiler yaratan, müzik tarihinin ilk pop(üler) bestecilerinden Verdi, İtalyan operasının olduğu kadar İtalyan milliyetçiliğinin de önemli isimlerinden biriydi. 1848’de, Avusturyalılar’ın Milano’yu işgal etmesinden hemen sonra yazdığı, milliyetçi cümleler ve sahnelerle dolu La Battaglia di Legnano olsun, sokaktaki halkın ve İtalyan vatanseverlerin dilinden düşmeyen Nabucco ve I Lombardi’nin koro bölümleri olsun İtalyanların özgürlüğe susamışlığının simgesi haline gelmiştir. Nabucco’da, sürgündeki Yahudi esirlerin vatan özlemlerini dile getirdikleri, belki de tüm zamanların en ünlü korosu Va, pensiero, sull’ali dorate , opera sahnesinden dalga dalga taşarak sokağa akmış ve Avusturya boyunduruğu altındaki İtalya’nın milli marşına dönüşmüştü.
Verdi, ilk defa soyluların değil, halktan insanların canlandırıldığı, Schiller’in Hile ve Aşk adlı eserinden uyarladığı Luisa Miller (1849) ve Alexandre Dumas’nın Kamelyalı Kadın romanından esinlenerek yazdığı La Traviata (1853) ile operada gerçekçilik akımının da öncüsü olmuştur. Konusunu Victor Hugo’nun Kral Eğleniyor adlı eserinden aldığı Rigoletto’da başrolü yine baritona vermiş, peşinden herbiri büyük başarı kazanan önemli başyapıtları Il Trovatore, I Vespri siciliani, Simon Boccanegra, Un Ballo in Maschera, La Forza del Destino, Aida ve Don Carlos gelmiştir.
Herkesin artık beste yapmaya veda ettiğini düşündüğü sırada, on beş yıldır opera yazmayan Verdi 1887’de Otello’yu, altı yıl sonra da son operası Falstaff’ı bestelemiştir. Bu son iki çalışma, ‘arya’ları en aza indirgendiği, daha çok müzikli drama ve bu yönüyle Wagner operasına yakın, ses ve orkestra arasındaki uyum ve dengenin üst düzeyde sağlandığı eserlerdir.
4. Uluslararası İstanbul Opera Festivali Gala Konseri’ne zamanında Verdi’yi İtalyan milliyetçiliği ile özdeşleştiren “Viva Verdi” adını vermiş. (Milano Avusturya işgalindeyken, Vittorio Emanuele’nin İtalyan birliğini sağlamaya çalıştığı dönemde milliyetçiler, o sırada Verdi operalarının çok popüler olmasından da esinlenerek seferberlik için kod adı olarak Viva Vittorio Emanule Re D’İtalia /Çok Yaşa İtalya’nın Kıralı Vittorio Emanuele anlamına gelen Viva V.e.r.d.i.’yi kullanmışlardı.)
İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası ve Korosu’nu Roberto Abbado’nun yönettiği konserin solistleri soprano Davinia Rodriguez, tenorlar Stefano Secco ve Marco Berti ile bariton Marco Vratogna idi.
2009 yılında Ulusal İtalyan Müzik Eleştirmenleri Derneği tarafından, Yılın Orkestra Şefi olarak Franco Abbiati ödülüne layık görülen Roberto Abbado, besteci Marcello Abbado’nun oğlu ve ünlü şef Claudio Abbado’nun yeğeni. Modern ve çağdaş müziğin de tutkulu bir yorumlayıcısı olan ama özellikle opera çalışmalarıyla ünlü olan Abbado, La Scala, Bavyera Devlet Operası, Maggio Musicale Fiorentino, Teatro Regio di Torino, Paris Ulusal Operası, New York Metropolitan, Deutsche Oper Berlin dahil olmak üzere önde gelen opera salonlarında eski ve yeni birçok prodüksiyon ve dünya prömiyerini yönetmiş, 2012 yılında, Rossini Opera Festivali’nde yönettiği Mosè in Egitto’ya, Ulusal İtalyan Müzik Eleştirmenleri ‘En İyi Performans ve Prodüksiyon’ ödülünü vermişlerdir.
Daha konserin ilk notaları kulağımıza geldiğinde, operamızın emektar orkestrasının ve korosunun dünyanın herhangi bir önemli opera evinde rahatlıkla sahneye çıkacak seviyeye gelmiş olduğunu bir kez daha mutlulukla fark ettik. Ünlü şefin yönetiminde, çok etkileyici bir performans sergilediler.
Konser, klasik opera konseri formatından biraz farklı olarak, Otello’dan üç bölümle başladı. Cüsseli , güzel ve volümlü sesli klasik İtalyan tenoru Marco Berti’yi ve şaşırtıcı derecede geniş ses yelpazesiyle bariton Marco Vratogna’yı böylece tanıdık. Konserin rahatsızlanan kadın solisti Aleksandra Kurzak’ın yerine gelen Kanarya Adaları doğumlu İspanyol soprano Davinia Rodriguez, güzel sesiyle olduğu kadar, konser sahnesinde bile oyunculuğu göz ardı etmeyişiyle izleyicilerin sempatisini hemen kazandı.
Orkestra’nın La Battaglia di Legnano uvertürünün ardından tenor Stefano Secco, Luisa Miller’den Quando le sere, al placido aryasını söyledi. Leyla Gencer ve Renata Scotto master-class’larına da katılmış olan Secco, güçlü sesi ve pürüssüz yorumu kadar sahne sempatisi ile çok alkışlandı.
La Traviata’nın prelüdünün ardından Davinia Rodriguez, “yoldan çıkmış kadının” ünlü aryası é strano – ah, forse é lui, sempre libera’yı, oyunculuğunu da konuşturarak, büyük başarı ile söyledi.
Konserin ikinci yarısının büyük bir bölümü Rigoletto’ya ayrılmıştı ki, bu da, birkaç gün önce Ankaralılardan izlediğimiz yorumla karşılaştırma olanağı sağlıyordu. Stefano Secco, Verdi’nin en popüler aryası La donna é mobile’yi, Murat Karahan’ın aksine, yırtınmaya gerek duymadan, büyük bir sadelikle ve yalınlıkla, ama müthiş keyif alarak ve de keyif vererek söyledi. Cortigiani, vil razza dannata ve tutte le feste al tempio...si, vendetta’da bir yandan Marco Vratogna’nın olağanüstü sesinden ve tekniğinden etkilenirken, diğer yandan da donuk performansına bakıp Eralp Kıyıcı’ya hayran olmakta ne kadar haklı olduğumuzu bir kez daha farkettik. tutte le feste..düetinde Ekaterina Siurina’yı aratmıyan Davinia Rodriguez çok iyiydi.
Stefano Secco’dan Simone Boccanegra’nın cielo pietoso rendile aryası ve orkestra ile korodan İl Trovatore’nin ünlü ‘çingeneler korosu’ vedi! le fosche notturne spoglie’nin ardından sahneye gelen Marco Berti, yine Trovatore’den Manrico’nun “cabaletta”sı di quella pira’yı söyledi. Yalnız bu kısa arya bile Berti’nin ne büyük bir tenor olduğunu anlamaya yetmişti.
Konseri İ Vespri Siciliani’nin uvertürü ile sonlandıran Roberto Abbado, yoğun alkışlar üzerine şefin bir işareti ile Yahudi esirler korosu,“git hayal gücüm, altın kanatlar üzerinde, ana vatanın güzel kokulu vadilerine tepelerine kon” diyerek, Va, pensiero, sull’ali dorate’ye girdi. Koro ve orkestranın bu tüyler ürpertici kusursuz yorumunun ardından bu koroyu her dinlediğimde neden bu kadar duygulandığımı düşündüm. Benim atalarım olsalar da, sadece Yahudi esirlerin yüzlerce kuşak geride kalmış acıları değildi beni etkileyen; sadece Engizisyonun İspanya’dan kovduğu, Hitler’in fırınlarda yaktığı Yahudilerin ağıtı da değildi; Va pansiero, aynı zamanda Katolik İsabel’in onlarla beraber sürgüne gönderdiği Müslüman Arapların, gaz odalarında onlarla yan yana, kardeşçe can veren çingenelerin, eşcinsellerin, Nazizmin siyasi muhaliflerinin, köylerinden kovulan Kürtlerin, tehcirde sürgüne giden Ermenilerin, Dersim’in ona buna evlatlık verilen Alevî çocuklarının, mübadelede doğdukları toprakları, evleri, mezarları her iki tarafta da terketmek zorunda bırakılan Türklerle Rumların ve de vatan hasretiyle ölen, Varna’dan İstanbul’a giden bir gemiye dokunduğunda elleri yanan Nazım’ın da şarkısıydı...
Abbado, geceyi trajik bir notayla bitirmek istemezmişçesine bir ‘bis’ daha yaparak bütün solistleri sahneye çağırdı ve onlara birlikte çok eğlenceli bir La donna é mobile söyletti. Konserin ve bu yılki opera festvalinin sonu da böylece gelmiş oldu.
Bir başka festivalde buluşmak üzere, hepinize iyi seyirler.