Kerkenezi sorgulasan, ciyk diyor, başka bi şey demiyor. Kerkenezce bilen de yok. İyisi mi diyorlar, biz bu kerkenezi Fırat Üniversitesi’ne götürelim, röntgenini çektirelim, ciğerine böbreğine bakalım, iç organlarına gizlediği kamera, dinleme cihazı falan var mı, kontrol edelim. Hayvancağızın kanatlarını ayaklarını çarmıha gerer gibi açıyorlar, yukarıda gördüğünüz röntgen filmini çekiyorlar. İşin ekstra hazin tarafı... Ancak internet ortamında büyüterek baktığınızda görebilirsiniz ama, röntgenin sol üst köşesinde hastanın adı, dosya numarası, röntgenin çekildiği tarih ve saat yer alıyor. “Hastanın adı” olarak ne yazıyor biliyor musunuz? İsrail Ajanı yazıyor! YILMAZ ÖZDİL - HÜRRİYET
Kuzguncuk diyince Fortine ve Yani Özkoç’u unutmamak lazım. Fortine Hanım beş nesildir Kuzguncuklu bir Musevi. Yani Bey ise, Çengelköylü Arnavut Rum. Nasıl olup bir araya gelmişler ve evlenmişler bilmiyorum ama harika bir çift olduklarını söylemeliyim. Yazının bir yerlerinde Yani Bey’den ve Fortine Hanım’dan bahsettim ve evlerine uğrayacağımızı da söyledim. Evlerini kime sorsanız tarif eder. Sağlık ocağının arkasındaki çiçekli ev. Öyle böyle bir ev değil. Beş nesil yaşamış. Fortine Hanım, annesi öldükten sonra evi restore ettirmiş ve yerleşmiş. Şimdi çiçekler içinde oturuyorlar o evde. Çiçek dedimse az bir çiçek değil. Her yer göz alabildiğine çiçek. Objeler ile süslenmiş bahçenin her yeri çiçek. Fesleğenler tenekelerin içinde halı gibi olmuş. Nilüfer çiçekleri bile var. Büyük kovalar içine su konulup ekilmiş nilüferler.
Bizi kapıda şahane bir güler yüz ile karşıladı Fortine. Nereye oturtacağını bilemedi. Bahçesindeki masa gelen geçen bir soluk alsın Fortine’nin gülen yüzünü görsün diye konmuştu adeta. Sesimizi duyup dışarıya çıkan Yani Bey ile de muhabbet başlayınca keyfimize diyecek olmadı. Güneşe konmuş vişne likörü de ağzımızın tadı oldu. Eskilerden, komşuluktan, birçok kültürün bir arada keyifle yaşamasından bahsettik uzunca bir süre. Fotoğraflar ile anlatılan yaşam gözümüzün önünde. Mutlu bir beraberlik. Aklımız kalarak bıraktık o muhabbeti, güler yüzü. Bir sonraki sefer daha uzun oturacağımız sözünü de vererek ayrıldık o güzel insanların yanından.
Funda Süzer
http://www.ozgurkocaeli.com.tr/haber/can-ezan-ve-hazan-sesi-ile-136866.html
30 senedir bu memlekette gazetecilik yapıyorum, ilk defa kerkenez röntgeni gördüm. Siz de görün diye fotoğrafını iliştiriyorum.
Nedir derseniz... Sayın ahalimiz Elazığ’da kerkenez buluyor. Ayağına halka takılı. Göç yollarını takip için kullanılan rutin yöntem. Üstünde Tel Aviv filan yazıyor. Aha İsrail casusu yakaladık diyorlar, kafese koyup koştura koştura kaymakama götürüyorlar. Kaymakam n’aapsın, kerkenezi MİT’e teslim edecek hali yok, Orman Müdürlüğü’ne teslim ediyor. Yok öyle... Sayın ahalimiz casusun peşini bırakmıyor, n’ooldu bizim casusun akıbeti diye hesap soruyor.
Kerkenezi sorgulasan, ciyk diyor, başka bi şey demiyor. Kerkenezce bilen de yok. İyisi mi diyorlar, biz bu kerkenezi Fırat Üniversitesi’ne götürelim, röntgenini çektirelim, ciğerine böbreğine bakalım, iç organlarına gizlediği kamera, dinleme cihazı falan var mı, kontrol edelim. Hayvancağızın kanatlarını ayaklarını çarmıha gerer gibi açıyorlar, yukarıda gördüğünüz röntgen filmini çekiyorlar.
İşin ekstra hazin tarafı... Ancak internet ortamında büyüterek baktığınızda görebilirsiniz ama, röntgenin sol üst köşesinde hastanın adı, dosya numarası, röntgenin çekildiği tarih ve saat yer alıyor. “Hastanın adı” olarak ne yazıyor biliyor musunuz?
İsrail Ajanı yazıyor!
Talihsiz kerkeneze alenen yargısız infaz yapılıyor, henüz suçu sabit değilken Fırat Üniversitesi’nin kayıtlarına adıyla soyadıyla İsrail Ajanı olarak giriyor.
Neyse... Bağırsağına kursağına filan güzelce bakıyorlar, röntgen temiz çıkıyor. Orman Müdürlüğü resmi duyuru yayınlıyor, kerkenezin üzerinde “herhangi bir cihazın olmadığını” açıklıyor. Kerkenez ak’lanıyor, doğaya salınıyor.
YılmazÖzdil
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/24408265.asp
Her şeyi bilip, her şeyin en iyisini yapan Başbakanımızın, “Van minit” diye sözde posta koyduğu İsrail’i, Malatya Kürecik kalkanı ile koruduğunu, esprili dille yazmıştım..
İsrail’den bir okuyucu internetten bana cevap yazmıştı:
“İsrail güçlü bir devlettir! Türkiye’ye ihtiyacı yoktur!”
Komşularıyla ilişkisi öldüresiye bozuk ve küçücük bir İsrail!
Ortadoğu’da terör estiren bir İsrail!
Türkiye’nin, Filistin’e gönderdiği gemiyi, hem de uluslararası sularda basıp, dokuz insanımızı katledebilen bir İsrail!
Kendisinin kılına dokunulmasını bırak, dokunulma ihtimali doğduğunda bile ortalığa kan kusturan bir İsrail!
Ve ne yaparsa yapsın, hikâyeden “Van minit” efelenmesinin dışında kimsenin yan bakamadığı bir İsrail!
Ve o ülkenin bir vatandaşı, sana mektup yazıp diyor ki:
“İsrail güçlü bir devlettir! Türkiye’ye ihtiyacı yoktur!”
Herifin devletine olan güvenine bakar mısınız?
Cevher Kantarcı
http://www.gazeteport.com.tr/yazar/11/cevher-kantarci/3696/piyanisti-vurmayin_
Osmanlı emperyaldi. Bağlı olarak, çok kültürlü, çok dinli bir yapıyı yönetiyordu.
Fransız ihtilali, etkilerini 19. yüzyılda imparatorluk toprakları üzerinde göstermeye ve milliyetçilik akımları hız kazanmaya başlayınca, çok kültürlü yapının muhafazası zorlaşmaya başladı.
Abdülhamit’in sarıldığı çare İslam’dı. Ana yapıştırıcı konusunda bir paradigma değişikliğiydi bu. Ancak Arap dünyasına dair yaşanan hayal kırıklıkları, bu defa, çağın trendine uyumlu başka bir yapıştırıcı aranmasına neden oldu.
İttihat Terakki ile birlikte Türkçülük ideolojisi ön plana çıkarılmaya çalışıldı.
Amaç hep aynıydı. Mümkün olduğunca elde kalan topraklar korunmaya çalışılıyordu.
Türkçülük toplumun “payı” olacak, aynı zamanda “paydada” İslam yer alacaktı.
Proje, zaten müsait olan siyasi konjonktüre uygun olarak hayata geçirildi.
Bir müddet sonra elde kalan topraklar gayrimüslim nüfustan “arındırılmaya” başlandı.
Cumhuriyet, bu fikri takip etti.
Neticede, o an için sanki başka türlüsünün olamayacağına dair bir kararlılıkla, bu günlerde belki 20 milyon kişiye ulaşacak Ermeni, Rum, Yahudi nüfus tasfiye edildi.
Payda artık İslam’dı.
Sıtkı Şükürer
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/24405510.asp?mnID=24405510
"İnsan ilişkilerinin birkaç değişmez kuralından biri, bir otorite altında ezilenler kadar, ezenlerinde yabancılaşması ve insanlıktan çıkmasıdır" der Thomas S. Szasz Deliliğin İmalatı adlı kitabında ve ekler; " Yahudi diğer insanların nazarında Yahudidir. Başlangıç noktamız bu gerçek olmalı. Yahudiyi Yahudi yapan anti-semitisttir.
2011 yapımı Karanlıkta Kalanlar (In Darkness- Agnieszka Holland, Katarzyna Adamik, Polonya) konusu itibarıyla bu bakış açısını yıkmaya dönük acılı ve keskin bir çaba.
Nazi işgali sırasında Polonya' daki Lvov şehrinde? daha doğrusu çoğunlukla şehrin kanalizasyonlarında- geçen film, kanalizasyon tamircisi Leopold Socha' nın tam on dört ay boyunca gizlediği bir Yahudi grubunun içeridekiler ve dışarıdakilerin gözünden anlatılan öyküsü ne yazık ki gerçek bir durumun sinemaya uyarlanması. O yıllarda henüz küçük bir çocuk olan Krystyna Chiger' in Yeşil Süveterli Kız adlı öz yaşam öyküsünden uyarlanan film, bu gerçeğin bir an bile akıldan çıkartılmadan izlenmesi gereken bir yapım.
Neslihan Güngör
http://blog.radikal.com.tr/Sayfa/in-darkness-kaldirimin-altinda-kumsal-var-28712
Osmanlı da insandı; insanın olduğu yerde eksiklik, yanlışlık olması tabiidir; günümüzden geriye doğru baktığımız zaman Osmanlı’nın da eleştirilecek pek çok hususunu görebiliriz. Fakat bugünkü anlayışımıza göre geçmişteki Osmanlı’yı değerlendirmeye kalkarsak, en büyük hatayı yapmış oluruz. Osmanlı’nın ne olduğunu tespit için yaşadığı dönemdeki devletlerle mukayese etmemiz gerekmektedir. Meselâ XVI. yüzyıldaki Fransa, İspanya, Avusturya, Rusya ve diğer devletlerle hürriyet, hak, hukuk bakımından Osmanlı değerlendirilirse gerçek kimliği ortaya çıkar. Aksi takdirde, Fatih niçin demokrasiyi getirmedi diyen sözüm ona aydınlarımız gibi saçmalıklarla hüküm veririz. Avrupa’da Müslümanlara, Musevîlere, hayat hakkı verilmezken her dinden insan Osmanlı’da rahatça yaşıyor; cemaatler de kendi hukuklarını özgürce uyguluyorlardı. Batılı devletlerde Hıristiyan olmayanların başına her türlü felaket gelebilirdi. Nitekim o diyarlardaki veba salgınından Yahudiler suçlu gösterilmiş, onların yok edilmesiyle vebanın da sona ereceğine inanılmıştı. Afyoncu’dan öğrendiğimize göre ilk Yahudi katliamı 1348 yılında Güney Fransa’da başlamış, sonra devam etmiştir. XV. yüzyıldan itibaren Osmanlı toprakları Yahudilere güvenli bir bölge görünmeye başladı; o dönemden beri ardı arkası kesilmeyen göçler Devlet-i Âliyye’ye devam etti. Yahudi İzak Sarfati’nin 1454 yılında Avrupa’da yaşayan Yahudilere işkenceden kurtulmak istiyorlarsa ülkemize gelmeleri için mektuplar yazdığını, “… Burada en iyi elbiseler giyebilirsiniz, herkes kendi asma ve incir ağacının altında rahatça oturabilir.” gibi ilginç cümlelerine kaynaklarda işaret edilmektedir. II. Bayezid döneminde İspanya, Portekiz ve İtalya başta olmak üzere Avrupa devletlerinden Osmanlı’ya Yahudi göçünün hızlandığını, gelenlere şefkatle davranılmasına dair müşfik Padişah’ın fermanlarını biliyoruz. Bu göç yüzyıllarca sürdü; XIX. yüzyılda dahi Doğu Avrupa’da, Rusya’da yaşayan pek çok Yahudi uğradıkları zulümden dolayı ülkemize gelmişlerdir.
Mehmed Niyazi
http://www.zaman.com.tr/mehmet-niyazi/sahte-mesih_2114820.html
Filistin tarafının bağımsız devlet ısrarı anlaşılabilir bir durum. Ancak bunun gerçekleşmesinin önünde, İsrail'in inadının dışında pratik ve somut engeller de var. Bağımsız Filistin devletinin sınırları içinde olmasında ısrar edilen toprak parçaları, birbirinden illegal yerleşim birimleri, askeri bölgeler ve otoyollarla tamamen ayrılmış halde bugün. Başkenti -hasbelkader- Doğu Kudüs olacak bir devletin, Gazze ile nasıl fiziki irtibat kuracağı ciddi bir sorun. Araya İsrail'in duvarlarının, engellerinin, kontrol noktalarının, karakollarının ve silahlı Yahudi yerleşimcilerin etrafa saldırdığı illegal yerleşim birimlerinin girdiği, birbirinden kopuk adacıklardan oluşan bir İsviçre peyniri. Abbas'ın masaya getirmeye çalıştığı Filistin devletinin pratik anlamı bu.
Meselenin hiç dile getirilmeyen bir yanı daha var: Gazze meselesi. İsrail Gazze'nin de bu muhayyel Filistin devletinin sınırları dâhilinde yer alacağını kabul etse bile, bunu Hamas'ın tabanının ve Gazze halkının kabul etmeyeceği şimdiden kesin.
Mahmud Abbas'ın özellikle Mısır'daki darbe yönetimiyle son haftalarda ısrarla aynı kareye girmeye can atması, Kahire'de kurşuna dizilen insanların kanlarının üzerinde dans eder gibi bir görüntü vermesi ve bunu yaparken de mutluluktan uçuyormuşçasına davranması, elbette Müslüman Kardeşler ve Hamas çizgisindeki kitlelerin büyük nefretine yol açıyor. Mısır yönetimi Hamas'ı ve Gazze'yi açıkça hedefine oturtmuşken, tam karşı cephede yer almaktan gocunmayan Abbas'ın imza atacağı hiçbir anlaşmanın Gazze'de muteber addedilmeyeceği açık.
Bugün Batı Şeria'da Ramallah merkezli bir devlet zaten fiilen hüküm sürüyor. Orada yaşayan Filistinliler, özellikle Gazze'deki kardeşleriyle hiç kıyaslanamayacak bir rahatlık ve refah içindeler. İsrail işgalinin dayattığı bazı zorluklar dışında, hayatları hiç de fena gitmiyor. Abbas yönetimi, Batı'nın da desteğini arkasına alarak yarattığı bu görece huzur adacığını, yani El Fetih'in statükosunu koruma derdinde. Washington'daki görüşmelerde elde edebileceği tek kazanç da bu gibi görünüyor.
Taha Kılınç
http://www.usasabah.com/Yazarlar/taha_kilinc/2013/07/29/abbasin-isvicre-peyniri
Sevgili,
“Seni Şişli Tünel tramvayında ikinci mevki vagonunda biletçi dahi yapmazlar!..”
Bir küçük çocuğun daha duyar duymaz dünyasını karartmaya yetip de artacak bu sözleri 1930’lu yıllarda akrabası Osmanlı döneminin eski polis müdürlerinden Samuel Efendi, o sıralarda Fransız ilkokuluna gitmekte olan Moris’e (Gabbay) söylemektedir.
Dilersen, sözü doğrudan Moris Gabbay’a bırakalım:
“... Bu sözler uzun zaman benim aklımda yer etti. Okul döneminde bazı arkadaşlarım ‘Ben Kuleli’ye, Deniz Lisesi’ne gideceğim’ veya ‘Pilot olacağım’ diyorlardı. Daha yolun başında, çocukluk yıllarımda benim için bu yolların kapalı olduğunu görüyordum. Bu durum bir çocuk için ileriye dönük hayaller kurma adına, çıkmaz bir sokaktı. Geleceğini veya istediğin bir şeyi yapamıyor olmak bir çocuk için ağır bir travmaydı. Bu durum ister istemez okulda arkadaş çevrende de seni etkiliyor, hayallerde bile farklılaşma başlıyor. Müslüman bir Türk arkadaşın hayalleri ile bir Musevinin veya bir başka gayrimüslimin hayalleri aynı olmuyor, giderek hayata bakış açılarında da farklılıklar başlıyor...”
Okuduğum anda, tüylerimin diken diken olduğu yukarıdaki satırlar, dostum Moris Gabbay’ın özyaşamöyküsünü anlattığı “Cumhuriyetle Birlikte Büyüdüm” adlı kitabından alınma.
Ali Sirmen
http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=431382&kn=51&ka=4&kb=5&kc=51
http://kehaber.org/2013/07/28/yeni-komsumuz-israil-ve-yahudi-kurdu-barzani-teorileri/
http://haber.gazetevatan.com/Haber/556833/4/Yazarlar
http://kanalkultur.blogspot.com/2013/07/havva-engin-betul-gedik-eski-istanbul.html?spref=fb
http://www.elbisemodelleri.gen.tr/bir-mid-century-inspired-modern-ve-zarif-yahudi-dugun-toreni.html
http://www.odatv.com/n.php?n=israil-ve-filistini-idare-edenler-bu-rant-icin-barismaz-2907131200