Bu sıcak yaz günlerinde hem nitelikli hem de sürükleyici bir kitap okumak istiyorsanız sizlere St. Petersburg’da YASAK AŞK kitabını okumanızı öneririm.
Bir yandan aşkın gücünü hissederken bir yandan da hiç bilinmeyen tehlikeli bir dünyanın korkutucu yüzüyle tanışmış olacaksınız.
Mishka, Ben-David tarafından yazılan ve Nita Kurrant tarafından Türkçe ’ye çevrilen St. Petersburg’da YASAK AŞK, karşısındaki tüm büyük güçlere rağmen yalanlarla dolu karmaşık hayatına son vererek kendine yeni bir gelecek kurmak isteyen bir Mossad ajanının hikâyesi.
Kitabın arka kapağında yer alan özette Mossad, ajan, sır, yalan, aşk gibi kelimelerin geçmesi ilk bakışta kitabın alışılmış bir casusluk romanı olduğu izlenimini veriyor. Ancak yazarın hikâyeye farklı bir şekilde giriş yapması ve akıcı bir dile sahip olması, okuyucuyu daha ilk bölümden kitabın içine çekmeyi başarıyor. Sayfaları çevirdikçe bilinmeyen gerçeklere tanışıp, sırlarla dolu bir dünyanın kapısını aralarken merakın ve heyecanın dozu da gittikçe artıyor.
St. Petersburg’da Yasak Aşk, İsrailli bir gencin aldığı zorlu eğitimler sonucu üst düzey bir Mossad ajanı oluşunu, gençlik aşkını, hüsranla biten evliliğini, sırlarla örülü hayatını ve ansızın karşısına çıkan aşkı korumaya çalışan bir ajanın hikâyesini anlatıyor.
İsrailli ajan, mesleğinden dolayı gelişen üzücü olaylar nedeniyle hayatı bir anda tepetaklak olunca acılarından uzaklaşmak için başka bir ülkede, bambaşka bir kimlikle görevine devam etmeyi kabul eder. Yıllar sonra hiç beklemediği bir anda yeniden âşık olur ve her şeyden uzakta sevgilisiyle sakin bir hayat sürmek ister. Ne var ki bu yasak bir aşktır ve yaşadığı gizli hayatta bu aşka yer yoktur.
Kahramanımız son mutluluk şansı olarak gördüğü bu aşk uğruna kariyerinden ve ülkesinden vazgeçip yaşadığı yalan hayatı gerçeğe dönüştürmeye karar verir. Bu noktadan sonra yalanla gerçek, iyi ile kötü, geçmiş ile gelecek iç içe girer ve bir tercih yapmak zorunda kalır. St. Petersburg’da Yasak Aşk, her zaman bildiğimiz sert, mesafeli, güçlü ajan profilinin aksine duygularını göstermekten kaçınmayan ve ikinci kez yakaladığı mutluluğu kaybetmemek uğruna her türlü zorluğa göğüs geren bir ajan profiliyle birlikte yalanlarla dolu casusluk hayatının zor, tehlikeli ve yıpratıcı yanlarını da gözler önüne seriyor.
Kitabı bitirdiğimde etkileyici hikâyesinin yanında bir de hayata dair çok önemli iki şey kalmıştı aklımda. İnanmak ve vazgeçmemek. İnsan ne olursa olsun inandığı şeylerden vazgeçmemeli. Hislerimiz bize her zaman doğruları söylüyor. Bazen duymuyoruz ya da duymamayı tercih ediyoruz hislerimizin bize söylemeye ya da göstermeye çalıştıklarını. Ancak, bizi doğruya ulaştıran asıl o hisler oluyor hayatta. Kahramanımız da geç yaşta bulduğu aşkın onun için en doğrusu olduğuna, hayatının geri kalanını sevgilisiyle birlikte mutlu bir şekilde geçireceğine o kadar yürekten inanıyor ki her türlü imkânsızlığa rağmen onu kaybetmemek uğruna her şeyini feda etmeyi göze alıyor ve müthiş bir mücadelenin içinde buluyor kendini.