James Bond filmlerinde oynayan tek Türk Michael Halphie

Michael Halphie İstanbul’da başlayıp, Tel Aviv’de devam eden çocukluk ve gençlik yıllarının ardından çıktığı Londra seyahati sırasında hayatının aşkıyla tanışır. Sahne ve oyunculuk aşkı ise ona bambaşka bir dünyanın kapılarını açar. Sinema sayesinde birçok ülke gezen Halphie’nin adı bugün James Bond filmlerinde oynayan tek Türk olarak geçiyor. Halphie, maceralarla dolu hayatını Şalom’a anlattı

Rayka NAYIR GÜVEN Yaşam
14 Ağustos 2013 Çarşamba

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

1951 yılında İstanbul’da doğdum ve 9 yaşına kadar burada yaşadıktan sonra ailece İsrail’e gittik. Çok şanslıyım ki çok modern bir yer olan Tel Aviv’de büyüdüm. Ancak okula başladığımda diğer çocuklarla kaynaşmam biraz zaman aldı. Zamanla uyum sağladım ve çok güzel bir çocukluk dönemi geçirdim. Liseden sonra askere gittim. Askerliği bitirdikten sonra Londra’ya gezmeye gittim ve benim için bambaşka bir hayat başlamış oldu. İki haftalığına gittiğim Londra’da 27 sene kaldım. Gittiğim bir partide Lois adında muhteşem bir hanımefendi ile tanıştım ve tanıştıktan 23 gün sonra evlendik. 20 sene evli kaldık. Birkaç sene önce kendisini kaybettim. Böylelikle Londra defteri benim için tamamen kapanmış oldu. Önce Tel Aviv’e gittim yaşamak için. Orada 2-3 sene kaldıktan sonra İstanbul’a geldim yaşamak için.

İstanbul’dan İsrail’e göç etme nedeniniz neydi?

Sebepsiz diyebilirim. Asla olumsuz bir şey yaşamadık burada. Babam Türk’ten daha Türk bir insandı. O zamanlar Galata’da yeni bir eve taşınmıştık. İki komşumuz da İsrail’den yeni dönmüştü ve sürekli İsrail’den bahsediyorlardı. Babam da onlardan çok etkilendi. Annem Kırklareliliydi. “Benim memleketim burası” deyip asla gitme gitmek istemedi ancak babamın ısrarlarına dayanamadı ve çaresiz gitmek zorunda kaldı.

Sahne hayatınız nasıl başladı?

Çocukluk yıllarına dayanıyor benim sahne ışıklarıyla tanışmam. Çocukluğumda her zaman büyük hayranı olduğum Zeki Müren’i dinlemeye giderdik ve o sahne bana sihir gibi gelirdi. Babam da Beyoğlu’nda ünlü bir berberdi ve müşterileri arasında o dönemin yıldızları da vardı. Bize sürekli onları anlatırdı.

İsrail’e gidince okula alışmakta zorluk çektim. Annemle babam bunu fark edip de öğretmenlerimle görüşmeye gidince bu sefer daha fena bir şey oldu. Her sabah bütün okulun önünde şarkı söylemeye başladım.  Bir yandan da evimizin çok yakınında bir opera evi vardı. Oraya gidip gelmeye başladım ve müzik kulağım gelişmeye başladı. Liseye geçtiğimde ise tesadüfen tiyatro seçmelerine katıldım ve sahneye çıkmaya başladım.

Benim zamanımda askeri müzik grupları çok popülerdi. Askere gidince iki grupta birden şarkı söylemeye başladım ve çeşitli konser organizasyonlarına katılmaya başladık. Ancak bunların devamı gelmedi çünkü ben gündüz insanıyım, gece yarılarına kadar sigara içilen, kimsenin beni dinlemediği bir ortamda şarkı söylemek istemedim. Bugüne kadar sadece iki albüm yaptım.

Bu arada bir kereye mahsus ‘Azulay Polis’ adlı bir filmde figüranlık yaptım.

Londra’ya gidince de eşim sayesinde iyice bu dünyanın içinde buldum kendimi. Eşim yapımcı olduğu için küçük rollerde oynamaya başladım ve ilk rollerimden biri de ufak da olsa bir James Bond filminde oldu.

1997 yılında Türk televizyonunda ‘Bizim Michael ’adında bir program yaptınız. O nasıl gerçekleşti?

1990-1994 yılları arasında İngiltere’de yüzüm çok tanınıyordu. Katıldığım bir kokteylde beni tanıyan Türk bir yapımcı yanıma geldi ve benim de Türk olduğumu öğrenince çok şaşırdı. Sahnede şov programları yaptığımı öğrenince ATV’deki tanıdıklarıyla beni bir araya getirdi. Yapımcılar Türkçemin çok zayıf olmasına rağmen canlı kişiliğime ve hazır cevap olmama bayıldılar ve o gün hemen anlaşma imzaladık. Çok güzel bir sezon geçirdik. Toplam 13 program yaptım ancak eşim rahatsızlanınca dönmek zorunda kaldım. Programda iki oryantalim vardı. Biri bugün tanıdığımız Asena’dı. O zaman daha çocuktu tabii. Bir sürü ünlüyü misafir ettim. Şansıma program benim için tasarlanmıştı. Normalde program yapılır ve ondan sonra sunucu aranır. Burada A-Z’ye her şey benim için tasarlanmıştı. Hatta gençliğimde hayranı olduğum Zeki Müren’in resmini bile asmıştım stüdyoya.

İngiltere sayfasını tamamen kapattınız mı?

Arada gidip geliyorum tabii ama oradaki özel hayatım tamamen bitti. Londra’dan sonra Tel Aviv’e gittim ve 2-3 sene kaldım ama Tel Aviv bana çok küçük geldi ve İstanbul’a döndüm.

İstanbul’da yaşamayı tercih etmenizin nedeni nedir?

Çocukluğumdan beri en büyük hayalim İstanbul’da yaşamaktı çünkü en büyük hatıralarım burada. Elbette, çocukluğumdaki İstanbul bambaşkaydı. Neredeyse her akşam sinemaya, tiyatroya giderdik. Ailece gazinolara giderdik. En arka masa bile olsa hayranı olduğumuz şarkıcıları dinleme imkânımız vardı. Bugün ne yazık ki bu ne maddi olarak ne de ortam olarak mümkün değil.

O kadar severdim ki gazinoya gitmeyi, İsrail’de yaşarken bir gün Hamiyet Yüceses’in konser vereceğini öğrenince kumbaramı kırıp içindeki paralarla bilet aldım kendime. Ucuz bilet aldığım için en arkadayım ama 9-10 yaşlarında olduğum için aralardan geçerek en öne ulaştım. Ara oldu. Tam konser yeniden başlamak üzere, ben yine nasıl ilerlerim diye düşünürken bir anons yapıldı: “Hamiyet Hanım rahatsızlandığı için yerine arkadaşı Müzeyyen Senar sahne alacak”. O gün tek bir ucuz bilet parasıyla iki efsanevi sanatçıyı dinledim. Bu müziklerle büyüdüğüm için kendimi çok şanslı sayıyorum.

Yeni projeleriniz var mı?

2-3 ay evvel Ulus Musevi Okulları’nda sahneye çıktım ve çok beğenildi. Şimdi öncelikle gönüllü olarak yardım gecelerinde sahneye çıkmak istiyorum. Maksim’de sahneye çıkıp şov yaptığım için sahne deneyimim de var. Hem sesimi, hem yeteneğimi kullanabileceğim, bir yandan da bildiğim dilleri kullanabileceğim işler yapmak istiyorum. TV’de bir şov programı yapabilirim. Bugün sunucu çok ama gerçek anlamda şov yapan yok. Çeşitli yapımcılarla görüşme halindeyim. Artık Türkiye’de çalışmaya hazırım.

En büyük hayalim ise iki ülkede aynı anda yayınlanacak bir yarışma programı sunmak. Aynı program iki farklı ülkede iki farklı dilde olacak. Mesela İsrail ve Türkiye’de olabilir.

ADINIZ JAMES BOND’DA OYNAYAN TEK TÜRK OLARAK GEÇİYOR.

Evet, başrolünü Roger Moore’un oynadığı Octopussy (Ahtapot) adlı filmde Güney Amerikalı bir subayı oynadım. Şansıma 2-3 gün sürecek çekimler yağmur nedeniyle bir hafta sürünce bütün ekip kaynaştık. Yapımcımız dünyaca ünlü Michael Wilson o zamanlarda mesleğe daha yeni adım atıyordu.  Geçen sene İstanbul’da yapılan James Bond filmlerinin 50. Yıl Galasına davet edildim ve Michael Wilson da oradaydı. Aradan 30 sene geçmesine ve çok küçük bir rolüm olmasına rağmen Wilson beni tanıdı ve haliyle çok şaşırdım. Meğer benim oynadığım sahneler tanıtım filminde kullanılmış ve o sayede beni hatırlamış. 

BOND FİLMLERİNİN 50. YIL GALASI’NA KATILMAK VE BÖYLESİNE BÜYÜK BİR YAPIMIN BİR PARÇASI OLMAK NASIL BİR HİS?

Dediğiniz gibi Bond filmleri çok büyük bir olay. Küçük de olsa oranın bir parçası olmak çok hoş bir şey tabii. Bununla ilgili çok enteresan da bir anım var. Bir gün bir telefon geldi. Arayan kişi James Bond dergisinde çalıştığını söyledi ki o güne öyle bir dergi olduğunu bile bilmiyordum, aynı zamanda James Bond koleksiyoncusu olduğunu ve James Bond filmlerinde oynayan herkesin imzalı resimlerini topladığını söyledi. Bana bir resmimi yollayacağını ve onu imzalayıp kendisine geri göndermemi istedi. İnanmayacaksınız, bu adamdan gelen mektubun içinden filmde kullanılan iki resmim çıktı. Biri benim için, biri de imzalayıp geri göndermem için. Ayrıca mektubun içine kendi adresinin yazılı olduğu boş bir zarf ve 5 dolar koymuş bana masraf olmasın diye.

JAMES BOND SİZE BAŞKA KAPILARI DA AÇTI.

James Bond’da oynamak benim için büyük şans oldu. Ondan sonra dönemin ünlü oyuncularından Charlton Heston’la bir filmde oynadım. Heston, 11 Oscar’lı Ben Hur filminin başrol oyuncusuydu. O filmde Mısırlı bir doktoru oynadım ve o film sayesinde İngilizlerin detaya ne kadar önem verdiklerini öğrendim. Bir stetoskopun duruş şeklinin bile çok önemli olduğunu gördüm. İki gün süren çekimlerde yanımda uzman bir doktor vardı ve mükemmel olması için sürekli Arapça çalıştırdı beni. O gün bugündür bir filmde detaylar benim için önemlidir.

Sonra bunların devamı geldi. Bugüne kadar 18 filmde oynadım ve bu sayede İngilizcemi çok geliştirdim. Çok farklı şivelerde (Fransız, Alman, Rus, Arap) İngilizce konuşabiliyorum. Michael Douglas’a ‘Jewel of the Nile’ filminde Arap dublajı yaptım.

1990 senesi benim için her anlamda çok şanslı bir sene oldu çünkü İngiltere’de Knorr çorbalarının yüzü oldum ve dört sene boyunca reklamlarda oynadım. Herkesin evine konuk oldum. İngiltere’de telif hakları çok gelişmiş olduğu için kazandığım parayla bir ev aldım. Knorr sayesinde reklam dünyasında da yolum açılmış oldu ve bugüne kadar 51 reklam filminde oynadım. En son İsrail’in en büyük otel zincirlerinden biri olan Fattal Otelleri’nin reklamında oynadım. Bu reklamın özelliği ilk defa Türkiye sınırları dışında tamamı Türkçe çekilen bir reklam olması.  Reklamda Türk olan otel müdürü İsraillileri şikâyet ediyordu.