Tiyatro açısından çok verimli bir mevsim sona erdi. İsterseniz. şöyle bir geriye dönüp neler izlediğimizi, neleri sevip nelerden nefret ettiğimizi bir kez daha anımsayalım.
Ödenekli Tiyatrolarımızda pek dişe dokunur bir şeyler yoktu.
Şehir Tiyatroları’ndaki tek etkileyici çalışma, Samuel Becket’in Play / Oyun’uydu ki, onun da tüm sevabı sahneye koyan misafir yönetmen Şahika Tekand’ın Becket’i de aşan, tiyatro dersi niteliğindeki olağanüstü yorumuydu.
Yılın oyunu; kara komedi Silence
Devlet Tiyatrosunda bu yılki en başarılı işi ise, Moira Buffini’nin, irademiz dışında dayatılan yazgılar karşısındaki sessizliğimizi, Ortaçağ İngiltere’sine taşıyan ve haklı olarak yılın oyunu seçilen kara komedisi Silence / Sessizlik’ti. Erkek egemen toplumda kadının ancak sessizlik ekseninde varolabileceğinin altını çizen bu 2,5 saatlik feminist güldürüyü soluk soluğa izlenir kılan ise, bir başka misafir yönetmenin, Mehmet Birkiye’nin sahnelemesiydi.
Tersine bir tiyatro dersi ise Devlet Tiyatrosu’nda Murat Karasu’nun , in-yer-face’in hem en sert hem de en komik temsilcilerinden “tiyatronun Tarantino’su” Martin McDonagh’ın The Lieutenant of Inishmore’unu yüzüne gözüne bulaştırmasıydı. Önümüzdeki mevsimde tekrar oynandığında, özellikle tiyatro eğitimi alan gençlerin, in-yer-face tiyatronun nasıl sahnelenmemesi gerektiğini anlamak için izlemelerinde büyük fayda var.
DOT: tiyatronun özüne, ruhuna götürdü
DOT’ta, anlatıcı-oyunculuğu öne çıktığı üç önemli oyun sahnelenmişti:
Süpernova’nın ‘million dollar baby’si Pınar Töre, Türkçeye çevirip yönettiği David Greig’in Sarı Ay / Yellow Moon: The Ballad of Leila and Lee’de fiziksel tiyatro’ya
yönelerek, öyküsünü en sade, en yalın haliyle anlatmayı yeğlemişti. Töre ilk yönetmenliğinde, özel ışıklandırma dahi kullanmadan, oyun alanını dekordan, kostümden, makyajdan arındırarak ve sadece dört müthiş oyuncusuna güvenerek, tüm gereksiz ayrıntılarından arındırdığı oyun alanında, seyircisini olağanüstü bir inandırıcılıkla tiyatronun ‘öz’üne, ruhuna götürüyordu.
İki yıl önce Öksüzler’i bir kuyumcu titizliğiyle yorumluyan Tuğrul Tülek, Türkçe’ye Yükseklik adıyla kazandırdığı Overspill’i, çevirmek ve yönetmekle kalmamış, çok başarılı bir ‘adaptasyon’la öyküyü ve karakterleri ‘İstanbullulaştırmış’tı. Yazar Ali Taylor, oyunun oynandığı ülkelere/kentlere uyarlanmasını özellikle tercih ettiği için, hep ‘orijinal’metne sadık kalmayı prensip edinmiş olan DOT, tarihinde ilk kez bir uyarlama sahneliyordu. Tuğrul’un yönetmen olarak yorumu da, anlatıcı-oyunculuklarıyla fiziksel tiyatroya yakındı. Üç oyuncusu, oyun alanına girdikleri andan itibaren izleyicileri avuçlarının içine alıyor ve konuşarak, şarkı söyleyip dans ederek kimi zaman eğlenerek, kimi zaman didişerek seyircileri çarpıcı finale soluk soluğa götürüyorlardı.
Genç kuşağın en önemli tiyatro yazarlarından Roland Schimmelpfennig’in yazdığı, 2010’da Almanya’da ‘yılın en iyi oyunu’ seçilen Altın Ejderha / Der Goldene Drache, rastgele bir olayın birçok insanın yaşamını alt üst edişini, günümüzün birbirinin iyice içine geçmiş toplumlarının baş belâsı olan küresel kargaşanın alegorisi olarak görüyordu.
Der Goldene Drache’nin karmaşık ilişkiler ağında, gençler yaşlıları, yaşlılar gençleri canlandırıyor, ırklar, soylar ve cinsiyetler her an değişebiliyor. 17 karakteri canlandıran beş oyuncu, rolleri dışında anlatıcılığa da soyunuyorlardı. Akıcı Türkçesiyle Altın Ejderha’yı dilimize kazandıran Serkan Salihoğlu, yönetmen olarak, yaşları, eğitimleri, ve deneyimleri çok farklı olan bu beşliden, inanılmaz ölçülü, dengeli ve uyumlu bir toplu oyunculuk elde etmişti. Çin yemeği yapar gibi değişik malzemelerin kesilip, parçalanıp birbirine karıştırılarak, bir karakterden ötekine, bir olaydan diğerine atlayan öyküde, gündelik koşuşturmaların gizlediği karanlık gerçekler azar azar ortaya çıkıyor, seyircinin 70 dakika boyunca gülerek, eğlenerek, kimi zaman kahkahalar atarak izlediği oyun, içildiği sürece ağzımızı yakmayan, ancak son lokmasından sonra buram buram alevli bir tat bırakan acılı ekşili bir Çin çorbası gibi, ağızda buruk bir lezzet bırakarak sona eriyordu. Altın Ejderha yeni mevsimde tekrar sahnelenirse, izlememiş olanların kesinlikle kaçırmaması gereken bir başyapıt.
İkincikat’ta oyunlar kapalı gişe oynadı
İkincikat, yeni mevsime Sami Berat Marçalı’nın yazıdığı, dekor ve ışık tasarımından yönetmenliğine her şeyiyle kendisine ait bir çalışma olan ve günümüz kent yaşamının en büyük sorunu olan yalnızlığa odaklanan Yalnızlar Kulübü ile başlamıştı. İlk kez tiyatro festivalinde sergilenen oyun, sezon boyunca da ‘kapalı gişe’oynadı.
İkincikat, tiyatronun 5.kuruluş yıldönümü nedeniyle izleyiciler arasında bir anket yaparak tekrar sahnelenmesini en çok istedikleri oyunu sormuştu. Bu anket sonucunda seçilen Philip Ridley’in 1991 tarihli ilk uzun oyunu, The Pitchfork Disney / Korku Tüneli, yönetmeninden oyuncularına ilk sahnelendiği ekiple tekrar sahneye konmuştu. İzleyiciyi bir korku tünelinden geçirerek, çocuksu bir hayal dünyasında yaşayan iki ikiz kardeşin, Presley ve Haley’in dünyasına, oyunun büyük bir kısmında uyumakta olan Haley’in görmekte olduğu rüyaya, ya da Presley’in kâbusuna hapseden Sami Berat Marçalı, ilk kez 22 yaşındayken yönettiği oyunu yeniden ele aldığında daha farklı bir bakış açısı getirmiş, Presley ile Haley’in oyunun başındaki uzun sahnesini daha tempolu ve daha gerçekçi olarak yorumlamış; bu da, her an düşle gerçek arasında bir sırat köprüsünde oynanması gereken oyunun düşsel tarafını törpüleyeceğine daha da belirginleştirmişti. Umarım, başta Murat Mahmutyazıcıoğlu olmak üzere, Banu Çiçek Barutçugil, Ushan Çakır ve Eyüp Emre Uçaray’dan oluşan ilk prodüksiyonun müthiş oyuncu kadrosu, Korku Tüneli’ni, her defasında yeni alt metinler keşfederek ve izleyicilere keşfettirerek yıllarca oynamaya devam ederler.
Geçen yıl Anthony Neilson’un The Wonderful World Of Dissocia adlı oyununu Disosya Harikalar Dünyası adıyla Sahne Hal’de yönetmiş olan Sami Berat Marçalı, bu sezon oyunu Disosya adıyla asıl ait olduğu yere, ikincikat’a getirmişti. “Alice Harikalar Diyarı’nda” ile“Oz Büyücüsü”nün dramatik bir karışımı olan “Disosya”, 6 yaşında babası tarafından tecavüze uğradığını bütün ailenin bildiği, ancak üstünü örterek unutmuş gibi yaptığı ve unutturduğu Lisa’nın, kafasında bir dünya yaratıp gerçek yaşamda her zorlandığında o farklı dünyaya sığınmasını anlatıyordu.
Geçen yıldan Aut’un ve Limonata’nın da Korku Tüneli ile dönüşümlü olarak oynandığı ikincikat’ın repertuarında üç de yeni oyun vardı:
Aut’un iki yazarından Alper Kul, beşinci oyunu Barselo’da, lümpen kesimin değer yargılarını, özellikle erkeklik kavramı üzerinden didik didik ediyordu. Barselo, erkekliğin apış arasında arandığı, kadının ‘mal’ olarak görüldüğü, ‘erkek olma’ ile ‘becerme’nin bir tutulduğu, hatta bu ‘iş’ ne kadar hoyratça yapılırsa o kadar ‘erkekçe’ yapıldığına inanıldığı bir dünyada, çocukluğunda yaşadığı tecavüzün de etkisiyle iyice çekingenleşen, onu bir kurtarıcı olarak gören kadını s..mektense sevmeyi tercih eden ve kadınını korumak için hayatı pahasına savaşmayı göze alan saf ve duygusal bir Anadolu delikanlısının erkek olabilmesinin olanaksızlığını sert bir dille eleştiriyordu. Aut’u da yöneten Eyüp Emre Uçaray, küçük çıkarlar için insanların bozuk para gibi harcanabildiği bu acımasız dünyayı başarı ile sahneye koymuştu.
Gerçek ile gerçeküstünün birbirine değdiği oyun; Sürpriz
Repertuardaki ikinci yeni oyun, hem yazar, hem yönetmen olarak her gün daha da ustalaşan Sami Berat Marçalı’nın yazdığı, yönettiği ve konseptini üstlendiği Sürpriz’di. Limonata ile tematik akrabalıkları olan, ancak bu kez gerçek ile gerçeküstünün birbirine değdiği incecik çizgide gelişen Sürpriz , bir hesaplaşmadan, çok bir yüzleşmenin öyküsüydü . Sami bu yüzleşmeyi, yarattığı olağanüstü bir karakterin aracılığıyla gerçekleştiriyor ve sadece genç kızın görebildiği ve ilk kez karşılaştığımızda biraz da ‘La Strada’nın Gelsomina’sını andıran bir palyaço olarak algıladığımız bu düşsel karakter, giderek etkilemekte olduğu genç kız gibi kendi de değişime uğrayarak, bilinçaltından, vicdan ve sağduyunun sesine oradan da kızın öteki benliğine dönüşüyordu. Mevsim sonuna doğru sahnelenen ve önümüzdeki mevsimin kaçırılmaması gereken oyunlarından Sürpriz, mevsimin en güzel sürprizlerinden biriydi.
İkincikat’ın üçüncü yeni çalışması Sami Berat Marçalı’nın yazdığı ilk oyun Deney’in tekrar gözden geçirilmiş şekli olan ‘Ç’ idi. Gezi olayları sebebiyle, zorunlu olarak yeni sezona sarktı.
‘buluTiyatro’nun ‘Şermola Performans’ın mekânında sahnelediği Ebru Nihan Celkan’ın son çalışması “Nerde Kalmıştık”da Mîrza Metin’in yönetmen olarak yorumu bir başka sahneye koyma dersi niteliğindeydi. Metin, askerliğini tamamlayıp ailesinin yanına dönen Umut’un, Güneydoğu’da katıldığı operasyonlar nedeniyle tanığı ve parçası olduğu şiddet sonrasında, eski ‘normal’ yaşamına dönemeyişini konu edinen, epey ‘bildik’ gelen, bir ‘eksiklik’, bir ‘yaşanmamışlık’ duygusu oluşturan oldukça zayıf metnin politik yanını, hatta savaş karşıtlığı mesajını bile aşan tokat gibi bir gösteriye dönüştürüyordu.
Sırada Mekân Artı, Altıdan Sonra Tiyatro , Krek ve destAR var ama, bana ayrılan yeri fazlasıyla zorlamış durumdayım. Onlar da gelecek yazımızın konusu olacak.