“Ben Türk’üm, Türkiyeli değil”

Rafael Sadi, Avram Leyon dönemindeki Şalom Gazetesi yazarlığından İsrail’e göçüne, Habervizyon’dan ulusal gazeteciliğe uzanan yaşamını, düşüncelerini, çalışmalarını paylaştı

Dora NİYEGO Toplum
21 Ağustos 2013 Çarşamba

 Rafael Sadi kimdir? Çocukluğunuzdan ve gençlik yıllarınızdan bahseder misiniz?

Çocukluk yıllarım oldukça renkli geçti diyebilirim. Benim yaşımdaki Türk Yahudi çocuklarının çocukluk anılarındaki Büyükada veya Heybeliada hikâyeleri bende yok. Ancak o yaşlardaki bir çocuk için çok daha ilginç anılarım var.

Babam adaya gitmekten haz almazdı. “Vapur saatlerine bağlı bir yaşam bana göre değil” derdi. Yaz tatili bizim için her sene veya iki sene de bir İsrail’de amcamları ziyaret etmek demekti. En keyişi tatil ise daha üç sene önce kaybettiğimiz en küçük amcam Yuda Sadi’nin kurduğu ve uzun yıllar yaşadığı Tseelim Kibbutz’unda geçirdiğimiz günlerdi.

Yıl 1960. O zamanlarda 5 yıldızlı oteller ve yüzme havuzu olan tatil köyleri yoktu. Negev Çölü’nün tam girişinde olan kibbutzda bize ayrılan villanın hemen yanında olan yüzme havuzundan rengim kapkara olana kadar çıkmıyordum. Kuzenlerim ve ailem ile birlikte geçirdiğim en güzel günlerdi.

Tabii ki İsrail seyahatleri ile ilgili çok anımız var ancak ne yazık ki babam rahmetli oldu; annem ise ablam ile birlikte yaşıyor. Yani eski aileler gibi hep bir arada yaşamıyoruz. Bizim evde büyükannem ve dedem hep bir arada yaşardık. Çocuk aklı ile bu ikisi neden evli değiller diye düşünürdüm. Büyükannem babamın annesi, dedem ise annemin babası idi. Nasıl olabilirdi ki, ama çocukluk işte.

13-18 yaşları arası benim için oldukça hareketli idi. Ortaokula başlar başlamaz izcilik faaliyetleri sosyal hayatımın önemli bir bölümünü doldurdu. Daha sonra GS Lisesi’nde Woodpage Oymakbaşı kursunu aldım. Ve sonunda 10. ve 11. sınışarda Beyoğlu Özel Musevi Lisesi Oymakbaşçılığını ağabeyim ve halen de dostlarım olan Ceki Kazmir ve Beto Küçükçağ’dan devraldım. Onlardan önceki efsanevi Oymakbaşı ve gerçek izci ise Ceki Kohen idi.

12 yaşında iken sınıf arkadaşım Bejo Binyamin Karbel bir mektup yazarak buluşmamızı önerdi. İlginçtir aslında aynı sınıfta ve neredeyse yanyana oturuyorduk. Neyse buluştuk ve bana çok büyük sırrını açtı. Sirkeci taraşarında bir spor salonu olduğunu öğrenmiş ve bana güvendiği için söylemeyi uygun bulmuş. Aynen onun ifadesi ile söylüyorum “ağabey” dedi, “İkimiz de oraya gidersek Tarzan gibi olacağız.” Bejo’yu tanıyanlar bugün bu ifadeye kahkahalar ile güleceklerdir. Bejo ufacık, çelimsiz, mini minnacık bir çocuktu. Ben ise oldukça kilolu toparlak bir çocuktum. İkimiz bir arada aynen Lorel ile Hardi gibi dururduk.

Rahmetli babam bizi haftada iki kez gece saat 23.00’e kadar süren spor antrenmanları için YMCA denilen ve 1963 yılında kurulmuş olan Yıldırımspor’un spor faaliyetlerinin gerçekleştirildiği spor salonuna götürürdü. BarŞks bar-paralel ustası rahmetli Kemal Habip, kültürŞzik hocamız Yaşar Sages abimiz, güreşte İzak Abudaram ve daha niceleri. 

İsrail’de bugünkü hayatınız ile İstanbul’daki hayatınızı karşılaştırır mısınız?

Hayat her yerde aynıdır. Değişen sadece etrafta konuşulan lisandır. Beynimiz aynı şekilde Türkçe çalışıyor, kültür ve değerler herhangi bir değişiklik göstermiyor. Kaldı ki İsrail kültürü ile Türk kültürü arasında farklılık neredeyse yok gibi. Özellikle son on yıldır kültürler arasındaki farklar TV ve İnternet sayesinde o kadar çok benzeşir hale geldi ki. Mesele gelir olunca iki ülke arasında değişen bir şey yok. İki tarafta da parayı kazanmak zor.

 İstanbul’da dernek çalışmalarınız oldu mu?

12 yaşında spor eğitimi ile birlikte aynı kulübün gençlik lokaline Ceki Kazmir abim tarafından davet edildim. Purim balosu vardı; büyük keyif almıştım. O kadar ki evlenene kadar Yıldırımspor’un gençlik kollarının tüm kademelerinde görev aldım. Barmenlik bile yaptım. Sonra görevi gençlik kolu başkanı olarak Avi Alkaş’a devrettim. Kendisi çok başarılı oldu ve o da görevi bugünkü cemaat başkanımız olan İshak İbrahimzadeh’e devretti.

Dernekçilik sanırım bir yaşam şekli ve insanın hayatında özel bir yer ediniyor. Aynı zamanda yaşamınızdan da çok büyük zaman çalıyor, aynen gazetecilik gibi.

 Avram Leyon döneminde Şalom gazetesinde yazılarınız yayınlanıyordu. Biraz o dönemden bahseder misiniz?

Yazı yazmaya Beyoğlu Özel Musevi Lisesi duvar gazetesi ile başladım. Ortağım, on bir senelik sınıf arkadaşım Robert Hayim Hason’du. Ondan sonra sanırım cesaret toplayarak bir yazı yazıp Şalom Gazetesi’ne götürdüm. Rahmetli Avram Leyon yazdıklarımı beğendi, yazıyı düzeltti ve yazmamam gereken kelimeleri çıkarttı. “Başın ağrımasın” dedi.

Yazdıklarınızın gazete kâğıdı üzerinde siyah harşer ile basılı olması kadar haz verici bir şey olmadığını sanırım siz de bilirsiniz.

Çarşamba günleri Şalom günüdür ve bu gelenek çok şükür bozulmadı. Ben de her çarşambayı iple çeker ve Apollon Sinagogu’nun önünde Şalom gazetesi satan yaşlıca bir garibandan gider gazetemi alırdım. Sonradan öğrendim ki Avram Leyon adama gazeteleri parasız verirmiş, satsın ve yolunu bulsun diye.

 İsrail’e göç ettikten sonra, oradaki Türk Yahudilerinin herhangi bir yayın organında yazmaya devam ettiniz mi?

Evet, devam ettim. Sağolsun Yakup Barokas’ın yayınlamış olduğu ve sadece 39 sayı devam edebilen Haber Gazetesi’nde ‘Yair’ takma ismi ile bir nostalji köşesi yazdım. Çok ilgi çekmişti. Neredeyse gazete nostalji için alınır hale bile geldi.

Ancak bu bile gazetenin ayakta kalması için yeterli değildi. Televizyon ve yavaş yavaş gelişmekte olan internet gazeteciliği özellikle küçük olan bir toplumda yetersiz gazete satışı ile mali açıdan ayakta kalamıyor maalesef. Ondan sonra İsrail’deki Türkiyeliler Birliği, en azından ayda bir yayınlanacak olan bir bülten yayınlamaya karar verdi ve on sekiz kişilik bir yayın ekibi ile işe başladık. Birinci sayıyı yayınladığımızda ekipte üç kişi kalmıştık. Albert Yafe, Nesim Güveniş ve ben. Nitekim bizler de havlu attık ve Nesim Güveniş uzun yıllar Bülten’i tek başına yaşattı. Bu sene ise işi profesyonelce devam ettirebilecek Hay Eytan Kohen Yanarocak’a devretti ve çok iyi iş çıkardığını da gururla söyleyebilirim. Sosyal medya yayıncılığı da diyebileceğimiz e-mail grupları oluşmaya başlayınca bu konudaki en yaygın mail gruplarının kuruculuğunu, moderatörlüğünü ve yorulmaz savaşçılığını yapmaya başladım. Bir ara kendimi 60 mail grubunda birden yazarken buldum. Benim için işin sadece yazarlık boyutu yok. Doğruları söyleme ve yanlışları düzeltme kavgası da vardı.

İsrail ve Yahudi karşıtı gruplarda en münasip üslup ile kimseye hakaret etmeden, bilgilendirerek insanlara İsrail ve Yahudi gerçeğinin ne olduğunu anlatmaya çalıştım ve bunu yapmaya devam ediyorum.

HasturkTv ise bu savaşın adeta bir devamıdır. İbranice ‘Hasbara’ ve ‘Türk’ sözcüklerinin birleşmesi sonucu HASTÜRK ismi türedi. Hasbara izah etmek Şilinden “izahat” anlamında bir sözcüktür ve İbranicede dış siyasette oldukça kullanılır.

Hasturktv.com sitesinde bugüne kadar 6500 kadar makale yayınlandı ve birçoğu tarih ve siyaset arşivi niteliğindedir.

 Türk basınının dikkatini çekmeniz nasıl oldu? Bugüne kadar bu alanda ne gibi faaliyetleriniz oldu?

Türk basını ile uzun yıllardır yakın ilişki içindeydim. Zaten İsrail gündeminde ‘Bugün’ isimli e-mail grubumda yaklaşık 350 Türk basın mensubu üyem var ve bu yaklaşık on yıldır devam ediyor. 2003 yılında ise Türkiyeliler Birliği olarak çok özel bir adım attık ve Türkiye’nin en saygın yazarlarından biri olan Cüneyt Ülsever’i bir konferans için İsrail’e davet ettik. Başkan Momo Uzsinay ve YSK’nın eski başkanlarından Selim Salti’nin çabaları ile Bar İlan Üniversitesi’nden bir salonu alabildik.

Cüneyt Ülsever konferansı oldukça ilgi topladı ve basında ses getirdi. Bu sayede İsrail gerçeğini daha net bir şekilde ortaya koyabildik. Bu adım hep özel çabalar ile meyvesini verdi. Bu sayede İsrail Dışişleri Bakanlığı’na iyi örnek olduk. Ülsever’in ardından sayabildiğim 125 kadar Türk basın mensubunu bizzat ve de dernek olarak ağırladık. Birçoğunu İsrail gezisi sayesinde gerek siyasiler gerekse yüksek teknoloji ile tanıştırdık.

Sadece Kanal D ve CNN Türk ile birlikte yapmış olduğumuz onlarca program ve haber var. İlginç olanlar arasında Cüneyt Ülsever ile birlikte Mukataa ziyaretimiz ve Arafat ile görüşme, Ali Babacan toplantısı, Ahmet Necdet Sezer ziyareti, Kanal 7, Yeni Şafak, Sabah gazetesi, Ülkü Tv’yi sayabilirim. Hepsi misaŞrim oldu. Benimle görüştüler, röportajlar yaptılar ve söylediklerimi yazdılar, yayınladılar. Akşam, Hürriyet, Radikal, Milliyet ve daha adını hatırlamayacağım kadar çok gazete ve yayın da yazdıklarıma yer verdi. 

Yıl 2005: Rafael Sadi, Başbakan Erdoğan, ve Bension Pinto ile İsrail'de

 

Tabii ki bütün bunların en önemli sebebi ise Şalom gazetesi için 2005 yılında Sayın Başbakan’ın İsrail gezisi esnasında yapmış olduğum bir röportajdı ve röportaj esnasında çekilen resimler neredeyse her yayında kullanılır oldu. Tabii ki Başbakan Erdoğan’ın İsrailli Yahudi sınıf arkadaşı olmam haber niteliği taşıyordu. Ancak bu benim fikirlerimi ve siyasi çizgimi ortaya koymama engel olmadı. Yazdıklarım, eskiden skyturktv.net adı ile yayın hayatında olan şimdi ise iyigünler.net olarak yayın yapan bir sitede kesintisiz yayınladı. Halen de yazdıkça köşemde yayınlamaya devam etmekteler.

Hali hazırda Haberevizyon isimli bir aylık dergide ve Oda TV’de yazdıklarım yer alıyor. Yanlış anlaşılmasın, bunların hiçbirinde bir ücret veya gelir söz konusu değildir.

 Yankı uyandıran bir yazınız oldu mu?

Çok yankı uyandıran birkaç yazım oldu ama bana göre en çok ilgi çeken ‘Ben Türk’üm Türkiyeli Değil’ başlıklı yazımdır.