Henüz vakit varken

Sevgili okurlarım, bu hafta sizleri; henüz vakit varken, yapmaya üşendiğimiz, farklı nedenler ileri sürerek devamlı ertelediğimiz, sürekli geniş zamanlara yaydığımız gereklilikler üzerine düşündürtmek istiyorum.

Sara YANAROCAK Kavram
21 Ağustos 2013 Çarşamba

Her şeyi zaman varken yapmak gerek. Geciktirilmiş sözler, askıya alınmış hayaller, ertelenmiş itiraşar, gerçekleşmeyen buluşmalar, bir gün hepsi size pişmanlık olarak geri dönmeden önce, henüz vakit varken… 

Murathan Mungan


Nedense bazı kişiler telefonla dahi olsa, aramayı, hatır sormayı, ziyaret etmeyi hep erteler değil mi? Sanki bin yıl yaşayacakmışız gibi veya onlar hiçbir yere gitmeyeceklermiş gibi. O insanlar aklımıza düştüğünde, hep tembelce “boş ver”, “yarın”lara kaptırıveririz kendimizi. “Sonra ararım”, “yarın ararım”, “haftaya”, “bayram ertesi”, “yaş gününde” derken, tabiri caizse, “Atı alan, Üsküdar’ı geçti” şeklinde kalıveririz bir gün…

Bazen çok keyişi bir anımızda veya köşeye sıkışınca, vaatlerde bulunuruz. Sözler veririz. Karşımızdaki insan, umutla beklentiye girer. Bir gün, bir ay, bir yıl şeklinde akıp giden zamanla, verilen sözler, suya kapılıp gider, yalan olur…

Bazen de kendi kendimize kurduğumuz hayaller, kendimize verdiğimiz sözler ve aldığımız kararlar olur. Nedir ki zaman yine acımasızca akmaya başlar, üzerimize bir atalet gelir. “Bu yıl olmaz, seneye”, “hele bir yazı atlatalım da”, “şimdi buna hiç sabrım yok”, borçlar bir bitsin, hemen”, “zaten emekliliğime az kaldı”, gibi manasız engeller koyarız kendimize. Sonra ne olur? Ya bu fırsatı bir daha asla yaratamayız, ya bir sağlık sorunuyla karşılaşırız. Veya “Tanrı beterinden saklasın” halleri olur!

Ertelememek lazım. Yapmak istediklerimizi yapmamız, verdiğimiz sözleri tutmamız lazım. Sevdiklerimizi, bizleri sevenleri, özleyenleri ihmal etmemek lazım. Kimi zaman saçma sapan şeylere onlarca vakit ayırırken, herkesi mutlu edecek, küçük bir sevgi gösterisi, hoş bir buluşma, hasret giderme, niçin gözümüzde büyür ki?

Hayat gitti mi gidiyor. Ölümün yaşı başı yok! İyiyken, sağlamken, yaşam yolunda ilerlerken neyi erteliyoruz? Niçin? Nereye kadar? Bazen, yarın hiç gelmiyor artık… Şair ne demiş:

“Dün dünde kaldı, yarının ne olacağı meçhul, sen bu günü yaşamaya bak”.

İçinde bulunduğumuz Elul ayı, bizler için nedamet getirme, Tanrımızla baş başa kalma ayı olarak nitelenir. Her şeye kadir olan O, bu ay hepimizin aklından ve yüreğinden sıkça geçer. Yıl boyunca yaptığımız, doğru ve yanlış tüm eylemlerimizi düşünüp, özeleştirimizi yaparız. Affedilmek için, O’na sığınırız. Bağışlanmayı, temizlenmeyi umarız. O’nun bizi bağışlamasını istediğimiz gibi, bizim de naçizane olarak, insanları bağışlamasını bilmemiz gerekir.

Kanımca, bizden özür dilemeyeni bile bağışlamak gerek. Aslında kızgın olduğumuz birini bağışlamak, kendimize verebileceğimiz en büyük hediye. İçimizdeki öfke yangınına, bir kova su boşaltarak söndürmenin ferahlığını bir düşünsenize! Öfke, kin, nefret, öç alma duygusu, ateşten bir gömlek gibi, insanı yakar, kül eder.

Bağışladığınız kişiyi çok sevmek zorunda değilsiniz. Arkadaş olmak zorunda değilsiniz. Onu affederek kendinizi özgürleştirin. Onun bunaltıcı kötü enerjisini bedeninizden atın. Ne denli haŞşetici bir deneyim olduğunu tarif edemem.

Esasen yaşama sanatı çok zor. Herkes kendi hayatının ustası olmak zorunda. Aksi halde açmazlarımızın içinde yitip gitmek an meselesi… Yaşama, yumuşacık, iyilikle, sevgiyle yaklaşalım. Herkesi sevgimizle, nezaketimizle sarmalayalım. Kendimize ekstra azaplar yüklemeyelim. Bunları yapabildiğimiz zaman, bize bahşedilen yaşam parçasını, hak ettiğimiz şekilde huzurla yaşarız.

Henüz vakit varken:

Yapmak istediklerimizi, özlemlerimizi ertelemeyelim. Sonra beyhude keşkelerle içimizi yakmayalım. Bir sonraki oyunu beklemeyelim. Askıya aldığımız kararları, ilişkileri gözden geçirelim. Hata yaptığımız, üzdüğümüz kişilerin gönlünü alalım. Bizi üzenleri affedelim, gitsin.

Elul ayını daha insanca, daha yumuşak, daha merhametli, daha duyarlı yaşayalım. Tanrı’ya bugünümüzü aratmaması için dua edelim.

ŞANA TOVA VE HATİMA TOVA

 

Hep meşgulsen, hiç müsait olamazsın,

Hep zamanın olmadığını söylersen, hiç zamanın olmaz…

Hep “yarın yapacağım” dersen, yarın hiç gelmez.

Heraklitos