• Yahudi lobisinin ABD’yi ve dünyayı yönettiği iddiası gerici Arap yönetimleri arasında yaygındır. Petrol şeyhleri ve Suudi yönetimi, yani bilumum Arap gericiliği böylesi lafları çok sever. Bu karşılıksız sevginin nedeni aslında basit. Lobi iddiaları Ortadoğu’da ve Araplar arasındaki antiemperyalist tepkileri “gâvur düşmanlığı” kanalına yönlendirir. Yahudi lobisinin yönettiği bir dünyada emperyalizm, sınıflar ve toplumsal mücadele yoktur. Kötülük sadece ve sadece Yahudilerle sınırlıdır; dolayısıyla mızrağın sivri ucu onlara yöneltilmelidir. “Obama iyi ama çevresi kötü” türü laflarla emperyalizm ve onunla kurulan ilişkiler aklanmış olur. Bu türden bir siyasal kamplaşmanın emperyalizmle iç içe yaşayan Arap gericiliğinin elini rahatlatacağı açıktır. Üstelik Yahudi lobisinin başdüşman olduğunu öne sürmek her türden kötü gidişatı ve beceriksizliği meşrulaştırmak için de harika bir araçtır. HALUK HEPKON – ODATV.COM
Yahudi lobisinin ABD’yi ve dünyayı yönettiği iddiası gerici Arap yönetimleri arasında yaygındır. Petrol şeyhleri ve Suudi yönetimi, yani bilumum Arap gericiliği böylesi lafları çok sever. Bu karşılıksız sevginin nedeni aslında basit. Lobi iddiaları Ortadoğu’da ve Araplar arasındaki antiemperyalist tepkileri “gâvur düşmanlığı” kanalına yönlendirir. Yahudi lobisinin yönettiği bir dünyada emperyalizm, sınıflar ve toplumsal mücadele yoktur. Kötülük sadece ve sadece Yahudilerle sınırlıdır; dolayısıyla mızrağın sivri ucu onlara yöneltilmelidir. “Obama iyi ama çevresi kötü” türü laflarla emperyalizm ve onunla kurulan ilişkiler aklanmış olur. Bu türden bir siyasal kamplaşmanın emperyalizmle iç içe yaşayan Arap gericiliğinin elini rahatlatacağı açıktır. Üstelik Yahudi lobisinin başdüşman olduğunu öne sürmek her türden kötü gidişatı ve beceriksizliği meşrulaştırmak için de harika bir araçtır.
Bu komik ve sığ tutum sık sık sahiplerini zor duruma sokar. Wikileaks belgelerinin açığa çıkmasıyla yaşananlar iyi bir örnektir. Hatırlanacağı üzere söz konusu belgelerde her fırsatta Yahudi lobisinden şikâyet eden Suudi yönetiminin ve Arap şeyhliklerinin, İran ile bölgedeki diğer antiemperyalist güçlere karşı ABD’yle nasıl ittifak içinde oldukları ortaya çıkmıştı. Aslında durum o kadar berbattı ki İsrail yönetimi bile dalga geçmekten kendini alamamıştı. Suudi yönetimi ve diğer işbirlikçiler ise gayet pişkin bir biçimde davranmış; Wikileaks’in arkasında Yahudi lobisi olduğunu iddia ederek işin içinden sıyrılmaya çalışmıştı.
Haluk Hepkon
http://www.odatv.com/n.php?n=suriyede-kim-yahudi-lobisiyle-kol-kola-2109131200
Mısır kamuoyu tarihinde hiçbir zaman Gazze'deki Filistinlilere ve özellikle Hamas’a bu kadar düşman olmamıştı. Mısır basını da Hamas liderlerine karşı bir kampanya başlatmış durumda: Onları Müslüman Kardeşlere yardım ederek halk ihtilalini çalmakla ve silahlı militanlarını Müslüman Kardeşlerin emrine verip Mısır güvenlik kuvvetlerine karşı koymakla ve Müslüman Kardeşlerle işbirliği yapmakla suçluyorlar.
Çok yakında davası başlayacak olan Mursi de, diğer ağır suçlarla birlikte Hamas’ın, ilk ihtilal sırasında hapse atılan teröristleri kurtarmak için Mısır polis karakoluna baskın yapmasına izin vermesi ve Mübarek rejimini devirmekle de suçlanıyor.
Mısır mahkemesinin suç bildirisine göre Mursi 2011 Ocağında hapisten, şimdiye kadar bilinenin aksine masum vatandaşlar değil, Hamas ve Hizbullah tarafından kurtarılmış. Suç bildirisine, halkı Mısır subaylarına saldırmaya kışkırtma ve göstericileri öldürme de dahil.
Mısır’ın Hamas’a sırtını dönmesiyle Hamas en zor zamanlarından birini yaşıyor: Kaçakçılık tünellerinin çoğu imha edildi ve Refah sınır kapısında kontroller çok sıkı.
Shlomi Eldar (Tercüme:Rafael Sadi)
http://www.odatv.com/n.php?n=sen-de-mi-brutus-2209131200
Maalesef Musevi kökenliler, asırlardan beri baskı altında ve katliam tehlikesi içinde bulunmuşlar. En acısı, benzeri olmayan Avrupa’da bulunan Musevi soyundan olanlara vuku bulmuş katliamdır. Bu katliam dünyadaki bütün Musevileri de etkilemiş idi. O dönemde, Fransa Cumhurbaşkanı General Petain gibi ülke başkanı olma uğraşısında olanların melanetleridir. O baskı süreci, birçok aileyi mateme ve olumsuzluklara sokmuştur.
(...) Kitabımda Varlık Vergisi’nden çok mağdur olan bir aileye mensup olduğumu açıklıyorum. Sevgili amcam Bensiyon Kamhi’yi Aşkale’de yitirdik. İstanbul’da bütün aile bu kayıptan çok kötü bir şekilde etkilendik. Dünyamızda Musevi kökenlileri yok etme hususunda uğraşan antisemit olarak adlandırılanlar çoktur. Bu tehlikeyle yaşamaya alıştık.
(...) Ben bir Musevi olarak İsrail’e tabii bir sempati besliyorum. Ama esas olarak Türkiye İsrail dostluğunun ve işbirliğinin yakın geçmişte her iki ülke ve toplumlarına yararlı sonuçlar sağladığını düşünenlerdenim. Gerginliğin, işbirliğine nazaran hem Türkiyemizi, hem de İsrail’i bazı artılardan uzaklaştırmasından üzüntü duyduğum muhakkaktır. Aramızdaki dostluğun yeniden yükselmesi için ‘özür’ konusu da kapandığından, gecikme olmaksızın adımların atılacağını umut ediyorum.
Jak Kamhi (Jale Özgentürk )
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/jale_ozgenturk/unkapanindan_eyupe_halic_kiyilari_bizimdi-1151879
Lübnan pavyonunda gerçekten çakılıp kalıyorum. Öylesine bir film, öylesine bir video enstelasyonu ki. Bilemiyorum, belki de eserin siyasal özü beni etkiliyor.
Yıl 1982.
Güney Lübnan, İsrail işgali altında. Bir İsrail savaş uçağı bombardıman talimatıyla havalanıyor. Pilot, Güney Lübnan’daki hedefin bir okul olduğunu anlayınca, emre uymuyor ve bombasını Akdeniz’e atıyor.
Yıllar geçiyor. Emre uymayan İsrailli savaş pilotunun hikâyesi Güney Lübnan’da gerçek mi, değil mi bilinmeden kulaktan kulağa bir efsane gibi anlatılıyor.
Güney Lübnan’da bu efsaneyle büyüyenlerden biri de Akram Zaatiri. Babası da bombalanmayan bu okulun 20 yıl önce müdürlüğünü yapmış...
Seneler geçer, bu İsrailli pilot ortaya çıkar. Bombardıman emrine neden uymadığını anlatırken, İsrail devleti kurulmadan önce kendisinin de o okula gittiğini söyler ve bu nedenle hedefin okul olduğunu anlayınca da emre uymayı reddettiğini itiraf eder.
İşte Akram Zaatiri, Lübnanlı film yönetmeni ve sanatçı, kendisinin de bir parçası olduğu bu gerçek hikâyeyi, Emre Uymayan Bir Pilota Mektup adı altında işlemiş, bienalde sergilenen yapıtında...
Hasan Cemal
http://t24.com.tr/yazi/gazeteci-gammazlayan-kose-yazari-ozgurlukten-yana-sanatci/7471
Belki inanmayacaksınız ama, Türkiye’de bir Kültür Genetik Araştırmaları Düşünce ve Teşhis Platformu varmış. Bu oluşumun Onursal Başkanı Deniz Şar, geçenlerde V(Akit) gazetesine bir açıklama yaparak, demokratikleşme paketi içinde yer alan nefret söylemi yasasıyla ilgili uyarılarda bulunmuş. Meğerse nefret söylemi yasa tasarısı “Yahudi/İsrail” komplosuymuş. Gerçekte, Türkiye’de nefret söylemi sadece Müslümanlara, İslam tarafında olanlara karşı üretilen bir hadiseymiş. Büyük medya gruplarının bu yasayı desteklemesinin nedeni de Yahudi lobisiyle ilişkileriymiş. Tüm yurda yayılan Gezi Parkı protestolarını “cüretkâr bir kalkışma” olarak yorumlayan bu zat, “olayların arkasında uluslararası Siyonizm ve onun Türkiye taşeronları var” demiş.
Bir seferde bu kadar antisemit söylemi üretip, sonra da ülkede nefret söyleminin tek mağdurunun Müslümanlar olduğunu iddia eden bu “onursal başkan” hangi “kültürel genetik”ten besleniyor bilemiyorum. Kendisi gibi olmayanı düşmanlaştıran, kutuplaşmadan beslenen, farklı olanın zarar görmesini, hatta yok edilmesini meşru gören, “ötekinin” ve yakınlarının hak arayışını kriminalize eden, özgürlüklerin sadece kendisinin dahil olduğu grup, cemaat, ırk, ideoloji mensupları için önemli/gerekli olduğuna inanan bir “kültürel genetik” mi bu acaba?
Esra Arsan
http://www.evrensel.net/news.php?id=68491
Geçen sene Kanada hükümeti Ottawa Antisemitizm ile Mücadele Protokolünü imzalayarak tarihi bir adım attı ve bunu bu ülkenin hiçbir vatandaşı bilmiyor.
2 milyon Yahudi kardeşimizin yaşadığı bu ülkede neden biz bunu yapmıyoruz?
...Ve bunu Kanada gerçekten doğru yaparak, antisemitizmin hem aynı soydan gelen kardeşlerimize ve Yahudi halkına, hem İsrail Devletine hem de özgür, demokratik tüm ülkelere karşı tehlikeli bir şer ve küresel bir tehdit olduğunu tanımış oldu.
Sayın Kanada Başbakanı Stephen Harper’ın da belirttiği gibi, "Yahudi halkından nefret edip onu yok edenler, sonunda hepimizden nefret edecek ve bizleri de yok edeceklerdir. Nedir bu kin nefret, Arap milleti kimi seviyor ki insanı sevsin?
Yapılan bu Protokol, Kanada ve diğer ülkeleri bu tür nefretin tolere edilmeyeceğini bildiren bir beyanat olup antisemitizm’e karşı mücadele girişimlerini desteklemek için bir eylem planı ortaya koyarak diğer ulusların da takip edebileceği bir çerçeve sağlamaktadır. Ben bunun ÜLKEMİZde Türkiye’de yapılmasını istiyorum.
Protokol ayrıca, tarihte ilk defa, Yahudi halkının atalarının vatanı üzerindeki –İsrail devleti- haklarını inkâr etmeyi antisemitizme bağlayarak, bu kavrama güçlü bir tanımlama getirmektedir.
Bu, antisemitizmin tarihsel kökleriyle İkinci Dünya Savaşı sonrası arasındaki farkını belirtmektedir.
Bugünkü antisemitizm tamamiyle inkâr temelli olup;
İsrail topraklarının iadesini elde etme amaçlı bir Yahudi hareketi olan Siyonizmin meşruiyetini inkâr etmek; Yahudi tarihinin kutsal topraklara bağlarını ve özellikle, Yeruşalayim’in Yahudi halkı için merkeziliğini inkâr etmek;
Holokost’u inkâr etmek aynı zamanda Yahudileri Nazizm ile suçlamak ve Yahudilerin hoşgörüsüzlük, nefret ve antisemitizm’den arınmış bir dünyada yaşamasını reddetmek.
Birleşmiş Milletler’deki kargaşaya ve Filistin devletini tek taraflı ilan etme tehdidine atıfta bulunarak, Kanada, Birleşmiş Milletler’de İsrail'in arkasında durmayacak, biz İsrail’in tam yanında olacağız. Doğru olanı yapmak asla kötü bir şey değildir.
Antisemitik bir nefret festivali olarak da bilinen bu konferans, 2001’de Güney Afrika'da bir insan hakları forumu olarak başlamış ve sonunda baskıcı Arap ve Afrika devletlerinin, kendi ülkelerinin ve dünyanın karşı karşıya olduğu tüm sorunlardan İsrail’i sorumlu tutma suçlamasıyla antisemitik bir kampanyaya dönüşmüştür.
Fransa, Yeni Zelanda ve Polonya hükümetleri, Kanada ve diğer 10 batılı ülkeye katılarak bu konferansa gitmeyeceklerini beyan ettiler.
Hayrettin Ertekin
http://www.gundemgazetesi.net/haydi-turkiye-varmisin-bir-yasa-cikartalim--2532yy.htm
Şunun bilinmesinde yarar var: Batı ülkelerinin lider ve yöneticileri, karşıladıkları İdi Amin de olsa aynı şekilde davranır. Hatta siz, anlatırsınız da anlatırsınız, sizi sözünüzü kesmeden dinler ve toplantı bitince de aynı şekilde sizi uğurlar. El bile sallarlar.
Ama aslında sizin ve söylediklerinizin gerçekten bir değer taşıyıp taşımadığını anlamak istiyorsanız bakacağınız kriter şudur: Siz anlatırken size “ne yapalım” değil, “nasıl yapalım” diye soruluyor mu...
Bu sorulmuyor ve sizi geldiğiniz gibi gönderiyorlarsa, biliniz ki dünyada ne kişi olarak ne de ülke olarak herhangi bir itibarınız vardır.
Açıkça söyleyelim ve bunu herkes bilsin: Türkiye’nin “One minute...” döneminden beri, dünyada itibarı yoktur ve Türkiye hiçbir şekilde dikkate alınan bir ülke değildir. Eğer fotoğraflarda el sıkışma görüyorsanız, birlikte fotoğraf çektirmeler görüyorsanız bu, resmî anlamda herkese yapılan şeyler olup belli bir nezaketin sonucudur.
Eğer size o görüşmelerde “siz buyurun...” denmişse, bilin ki sadece bir kibarlık gösterilmektedir. Bilin ki o kibarlık herkese gösterilmektedir.
Kendinize şu soruyu sorun: Son beş senede hangi argümanım desteklendi, kabul gördü?
İçeride, “liderim dünya lideri”, “dünya çapında bir lider”, “en etkililer arasında ilk ellide...” filan diyor ve tuttuğunuz takımın formasını hediye ediyorsanız ve o da adı yazılı formayı tutup fotoğraf çektiriyorsa, ikinizin durumu tencere kapak hikâyesidir.
Erol Koç
http://www.taraf.com.tr/erol-koc/makale-nezaket-kibarlik-ve-niteliksizlik.htm
Dün gece bir oyunumda, karşı sağ tarafımda İsrailli bir hemcinsim vardı. Deklarasyon tam bitmiş ve 4 pik yapma fırsatı elime geçtiğinde karşımdaki eşim “turnuvaya katılmak için” oyundan ayrılmak zorunda kaldı ve yeni bir oyuncu yerine geçti. Ben oyunumun planımı kurmakla meşgul olduğum anda… Alt bölümdeki “chat” köşesine bir yazı düştü ama okuma fırsatı bulamadım.
Birden, yeni partnerimin oyunu terk ettiğini fark ettim. “Chat” bölümüne göz attığımda ne göreyim? Oyunu çabucak terk eden yeni partnerim... Gerekçesini bırakarak kaçıp gitmiş ve bana cevap verme şansı bile tanımamıştı.
“Ben Türk’lerle oynamam!”
Tam bu hakaret dolu mesajı içime sindirecekken sağdaki İsrailli hemcinsimden bir not düştü.
“Bu terbiyesiz kişiyi derhal idareye şikayet ediniz!”
“Böyle ifade kullanma görgüsüzlüğünde bulunanlar aramıza alınmamalı!”
“Bu sistemde böyle terbiyesiz ifadeleri hiç kimse kullanamaz.”
İsrailli rakibim sanki benden daha fazla etkilenmişti ve hem beni korumaya almaya çalışıyor hem de kırılmış bulunabilecek gururumu tamire çalışıyordu. Bu telaşı içerisinde yanlış bir kart attı ve derhal “Geri alabilir miyim?” tuşuna bastı. Derhal kartını geri almasına izin verdim. Ekledim…
“İlgine çok teşekkür ederim. Beni çok fazla üzmedi. O kişi nefis bir oyun masası kaçırdı. Kaybeden kendisidir. Üzerinde bile durmaya değmez.”
Harikulade bir 4 pik çıkardım ve karşımdaki yeni (İzlandalı) partner’im teşekkür etti.
“One minute... “ falan filan... Hedefe varmamış! Varsaydı hiç tanımadığım İsrailli hemcinsim belki de beni korumazdı! “Oh olsun!” bile derdi!
Ayşe Özgün
http://www.gazeteport.com.tr/yazar/14/ayse-ozgun/3835
Ruhani önce İran’ın iç savaşa dahliyle şimşekleri üzerine çektiği Suriye konusunda siyasi çözüm vurgusunu daha görünür hale getirdi. Kimyasal silahların tasfiyesini öngören Rus planını kabul etmesi için de Şam’ı cesaretlendirdi. Şimdi Cenevre-2 Konferansı’nda koltuk arıyor. ABD, İran’ın çözümün bir parçası olmasına yeşil ışık yakarsa Tahran, masanın arabulucular tarafına geçmiş olur. Bu, İran ile ABD’yi Irak’ta olduğu gibi örtülü ortak haline getirir. Ruhani asıl diplomatik vuruşlarını New York’ta BM Genel Kurulu’na saklıyor. Beyaz Saray’ın dışlamadığı olası Obama-Ruhani görüşmesi ‘Büyük Şeytan’la 34 yıllık düşmanlığı bitirmese de ilişki biçimi formatlanır. Mektuplaşmayla başlayan diyaloğun Neo-Con ve Yahudi lobisinin direnciyle karşılaşması mukadder. Ruhani ve ekibi bazı jestlerle Obama’nın işini kolaylaştırsa da Temsilciler Meclisi Ortadoğu ve Kuzey Afrika Alt Komitesi Başkanı Ileana Ros-Lehtinen’in şu sözlerini paylaşan İsrail yanlısı vekil az değil: “Ruhani başhilekâr, pek çok açıdan Ahmedinejad’dan daha tehlikeli.”
Yine de diyaloğun çekiciliği buzları eritebiliyor. İlk diplomatik tatlandırıcı Ruhani’nin 4 Eylül’de Twitter’dan “Tahran’da güneş batmak üzereyken tüm dünyadaki, özellikle İran’da yaşayan Yahudilere mutlu bir Roş Aşana Bayramı dilerim” demesiyle gelmişti. Ardından Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, Facebook’tan “Naziler tarafından Yahudilere uygulanan katliamı kınıyoruz“ mesajı verdi. Zarif’in sosyal medyada yazıştığı Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin kızı Christine’e “İran hiçbir zaman soykırımı inkâr etmedi. Onu inkâr eden adam artık yok” demesi hayli yankı uyandırmıştı. Ruhani antisemitizm suçlamalarına yanıt verircesine New York’a giderken İran meclisindeki Yahudi Vekil Siyamak Mur Sadık’ı da yanında götürecek. Ruhani, Washington Post’taki makalesine yansıttığı Obama’nın kolayca yadsıyamayacağı ‘kazan-kazan’ perspektifiyle New York’a gidiyor: “Dünya değişti. ‘Birinin kaybı diğerinin kazancı’ ilkesi artık geçerli değil. Bunun yerine işbirliği ve rekabetin aynı anda yaşandığı çok boyutlu bir ortam var. Kan davalarının devri sona erdi.”
Fehim Taştekin
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/fehim_tastekin/bu_da_degerli_diyalog-1152080#
Her şey bir Twitter mesajıyla başladı. İran'ın yeni Dışişleri Bakanı Cevad Zarif bu ayın başlarında Twitter'a üye oldu. Daha ilk gününde Yahudilerin yılbaşısı olan Roş Aşana bayramını kutladı. Bu mesaj ABD Temslicler Meclisi'ndeki en güçlü Demokrat olan Nancy Pelosi'nin kızı Christine Pelosi'nin gözünden kaçmadı.
Christine Amerikalı bir Yahudi ile evli. Derhal İran Dışişleri Bakanı'nın tweetine yanıt verdi.
Bakana İran'ın Yahudi soykırımını inkar etmeye son vermesi gerektiğini yazdı. İranlı bakanın yanıtı İran-ABD ilişkilerinde yeni bir dönemin başlamak üzere olduğunun habercisi oldu:
"İran bunu asla inkar etmedi" dedi Zarif ve şöyle devam etti: "Onu inkar eden adam artık gitti. Mutllu yıllar."
Evet, artık Mahmud Ahmedinejad'ın İran cumhurbaşkanlığından ayrılmasıyla birlikte, ABD-İran ilişkileri birkaç ay öncesine kadar akla hayale sığmayacak bir şekilde iyiye gidiyor.
Metin Güneş
http://www.cnnturk.com/Yazarlar/METIN.GUNES/Buyuk.pazarlik/103.6811/index.html
Milas Belediyesi, uluslararası bir festival düzenleyip de; bunun içinde Milas-İsrail ilişkilerinin olmaması ise başka bir eksiklik. Çünkü Milas'la İsrail arasında tarihten kaynaklanan sosyolojik bağlar var. Milas doğumlu pek çok Yahudi hemşerimiz ve çocukları İsrail'de yaşamlarını sürdürüyor. Onlar, belli aralıklarla Milas'a gelip, özlem giderirler. Milas-İsrail arasında kurulacak ticari bağlar; Milas'ın ekonomik yaşamına zenginlik katacaktır. Örneğin, Milas'tan İsrail'e; zeytinyağı ve balık ihracı mümkün. Önümüzdeki yıl düzenlenecek festivalde, bu konu mutlaka dikkate alınmalı; Milas Belediyesi, İsrail'in İstanbul Başkonsolosluğu Ticaret Ataşeliği ile yazışmalar yaparak, bu ilişkilerin temelini şimdiden atmalıdır. 2000 yılında düzenlenen Milas Festivali de; Milas doğumlu İsrail'deki Yahudilerin ve (rahmetli Orhan Bahtiyar'ın çabalarıyla) Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ndeki sanatçıların katılımıyla, uluslararası bir niteliğe sahipti.
Nevzat Çağlar Tüfekçi
http://blog.radikal.com.tr/Sayfa/milas-festivali-ve-oneriler-34123
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/24749302.asp
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/safak/2013/09/14/komaya-mola
http://www.taraf.com.tr/murat-belge/makale-bir-insanlik-dersi.htm
http://zaman-online.de/61971/fikret-ertan-ortadogu-ve-fuzeler
http://www.hasturktv.com/yahudilik/6369.htm
http://www.alfandar.fr/iran-sorununda-batinin-sorumlulugu.html?lang=tr