‘ADOLF’
(taak, taak, taak)
“Bir gün gelip kapınızı çalabilirim
Eğer kapıyı açarsanız
Ben içinize girerim”
2003’te kurduğu Biz Oyuncular Sahne Sanatları’nı kendi yerine kavuşturmak için inanılmaz bir çaba gösteren tiyatrocu Levent Özdilek, Cihangir’deki ünlü turşucunun karşısındaki otoparkı üç katlı bir sahne sanatları merkezine dönüştürmüş. Bu mevsimi geçen 18 Mart’ta prömiyer yapan “Adolf” ile açıyorlar.
1955’te Adana’da doğan Levent Özdilek’i İstanbul seyircisi sinemadan ve televizyon dizilerinden tanır ama o herşeyden önce bir tiyatro adamı. Babasının çocukluk arkadaşı Yılmaz Güney’in teşvikiyle Ankara Devlet Konservatuarı’na girmiş. Devlet Tiyatrolarında 40 yıla yakın oyunculuk yaptıktan sonra tüm zamanını kendi sahnesine vermek için ayrılmış.
Elverişli fiziği, kusursuz diksiyonu, düzeyli oyunculuğu ve beden diliyle kendi mekânında başroller oynayacağına, alçakgönüllülükle sahne arkasına çekilerek, Pip Utton’un ‘Adolf’ adlı oyununu yönetmeyi yeğliyor.
Pip Utton, 1952 doğumlu bir İngiliz oyun yazarı aktör. Uluslararası Edinburgh Festivali’ne bir alternatif olarak kurulmuş olup giderek dünyanın en büyük sahne sanatları gösterisine dönüşmüş olan Edinburgh Fringe Festival’in yönetim kurulu başkan yardımcısı. Çoklukla, ‘Chaplin’, ‘Adolf’, ‘Dickens’ gibi, ülkesinin her tarafında turneye de götürebileceği tek kişilik metinleri yazıp, yönetip, oynuyor.
Hitler’in Berlin’deki sığınağındaki son saatleri konu alan, Adolf için Pip Utton, “Bence tiyatronun birçok görevi ve işlevi var. Bunlardan biri de izleyicinin karşısına çıkıldığında onların arkalarına yaslanarak oyunu izlemelerini değil, koltuklarında dikilerek bazı gerçeklerle yüzleşmelerini sağlamaktır. Bazen bunu yapmanın tek yolu, onları aslında görmek istemedikleri şeylerle yüzleştirmektir ve Adolf da böyle bir oyun” diyor.
Oyunda, frenginin son evresinde hem fiziksel hem beyinsel olarak tükenmiş, delirmenin eşiğindeki Adolf Hitler, megaloman hezeyanlarının arasında zihni açılır gibi olduğunda, sığınakta son kalanlarla (yani biz izleyicilerle), ırkçılığını, bağnazlığını, kadınları aşağılayışını, diktatörlüğünü paylaşıyor, faşizmin özüne inerek sinsi gelişimini ve -ne yazıktır ki- ölümsüz oluşunu anlatıyor.
Adolf , son kez Nazi selamını verip Sieg Hail diyerek oyunu sonlandırdığında, içgüdüsel olarak yerinden fırlayarak Burak Sergen’i ayakta alkışlayan izleyiciyi küçük bir sürpriz bekliyor: Levent Özdilek’in yazmış olduğu kısa bir ikinci final. Özdilek, oyuna epik bir boyut katarak ölmüş gibi görünse de, faşizmin sadece uyuduğunun ve her an uyanabileceğinin altını çiziyor. Bu ikinci finalin, Utton’un güçlü metnine “cuk oturduğunu” ve yazarın anti-faşist söylemini güncelleştirerek daha da etkileyici kıldığını düşünüyorum.
Yönetmen olarak çıkardığı iş çok üst düzeyde. Oyunculuk kariyerinin tüm deneyimlerini sanki oyuncusunu yönetmek için kullanmış. Belli ki müthiş bir ön dramatürji çalışması yapılmış, Hitler’in filmleri izlenmiş, söylevleri dinlenmiş ve takma bıyığından başka ufak tefek Hitler’le hiç benzerliği olmayan iri kıyım Burak Sergen, sesiyle, beden diliyle ve söylevlerindeki bilinen abartısıyla 1,5 saatliğine Adolf olup çıkmış.
1961 doğumlu Burak Sergen, tiyatrocu bir ailenin oğlu. Ünlü oyuncu, yönetmen ve yazar Semih Sergen'in oğlu, Toprak Sergen'in ağabeyi. İki kardeş de baba mesleğini devam ettirmiş.Toprak,D.T.C.F. Tiyatro Yönetmenliği Bölümü'nü bitirdikten sonra sinema ve televizyona yoğunlaşmış, Burak’sa babası gibi Devlet Tiyatrosu geleneğini tercih etmiş. Oyunculuğun yanında yönetmenlik, yöneticilik ve eğitmenlik de yapan, sinema ve televizyon filmlerinde oynayan Burak Sergen çoğunlukla Ankara’da sahneye çıktığı için, İstanbul seyircisinin çok az izleme fırsatı bulduğu iyi bir oyuncu. Onu en son iki yıl önce Sam Shepard’ın Vahşi Batı’sında hayranlıkla izlediğimi anımsıyorum.
Delilikle aklı başındalık arasındaki o sırat köprüsü gibi çizgide yorumladığı Adolf ‘uysa olağanüstü. Elleri ‘orasında’ acılar içinde kıvranırken, dünyanın hakimi führer havalarından bombardımanlarda masanın altına sinerken, Stalin’i ya da Churchill’i taklit ederken veya duş yaparken aynı anda hem kötülüğün simgesi bir efsane hem de meczup bir megaloman olabiliyor.
Levent Özdilek, Burak Sergen gibi bir oyuncu olunca işin kolay olduğunu söylüyor. Haklı ama onun da yönetmen olarak gözardı edilemeyecek çok parlak buluşları var. Işık, ses ve müzik kullanımı çok başarılı. Minimal dekordan maksimal efekt elde edişi çok etkileyici. Tekerlekli koltuğu Eva Braun veya Hitler’i Avusturya’ya götüren otomobil olarak kullanışı müthiş. (Bu arada Hitler’in Eva Braun’la dansettiği inanılmaz güzel sahnede Smetana’nın Moldau süitinin kullanılışı olaya farklı bir mizahi boyut da katıyor. Senfonik şiirin ana teması La Mantovana adlı bir rönesans ezgisinden uyarlanmış olup, Moldavya göçmeni Samuel Kohen’in aynı ezgiden yapmış olduğu farklı bir uyarlama, Hatikvah, İsrail’in milli marşıdır.)
İsrail söz konusu olduğuna göre yazımızın başlığına dönme zamanı geldi demektir. Biz Oyuncular, ‘Adolf’un İsrail’de oynanması gerektiğini düşünüyorlar! Haklılar. Sponsor bulurlarsa gitmeye gönüllüler. Hani öyle büyük sponsorluk da gerekmiyor. Ekip topu topu bir oyuncu, bir yönetmen, belki de bir iki teknik eleman. Dekor bir masa ile bir koltuk ki onu orada da bulurlar. Gamalı haçlı kırmızı bayrakla Hitler’in üniformasını (sanırım özel izinle) bavula koyup götürürler. İngilizce alt yazıyla gidecekleri için sadece Türkiyeli Yahudi cemaatine değil, daha da geniş bir kitleye ulaşabilirler.
Sevgili dostlar, bunu Yunanistan’la da yaşadık. Politik anlaşmazlıklar sadece hükümetleri bağlar. Sanat, halklar arasındaki tek barış ve dostluk köprüsüdür. Gelin bir sanatsal seferberlik ilân edelim. Öncelikle Yahudi Cemaati’nin bu oyunu izlemesini sağlayalım. (Yahudi olmayanlar zaten izliyor, hem de full dolu bir salonda. Numaralı yerlerinizi önceden ayırtmanızı öneririm)
Sonra da hep beraber ‘Adolf’u İsrail’e yollamanın çaresini arayalım. Soykırımların insanları yok edemediğini, tam tersine bağlarını pekiştirerek ezilenleri daha da güçlü kıldığını kendi gözleriyle görsün.
(Levent Özdilek, BO SAHNE Genel Müdiresi Nilüfer Bıyıklı ve Burak Sergen ile söyleşi önümüzdeki günlerde Şalom’da)