Siz bir Müslüman ve bir Yahudi’yi onlara bakarak ayırd edebilir misiniz? Neden dünya Holokost sırasında milyonlarca Yahudi’nin toplu katliamına göz yumdu? Eğer medyayı Yahudiler yönetiyorsa nasıl oluyor da hep onlara yükleniliyor? Boş topraklardan komşu ülkeye ateşlenen roketler nasıl barış isteme belirtisi oluyor? OHAD AVİDAN KAYNAR
Ben ne Yahudiliğimden kopuyorum ne de evrenselliğimden. Musevi olmanın getirdikleri, sabah ezanının hissettirdikleri, kilisede yanan mumların kokusu ve tüm kültürlerin bana kazandırdıklarına İstanbul diyorum.
(...) 19. yüzyılın ortalarında Ladino’nun bir cehalet ve yoksulluk dili olarak kabul edilmesinden dolayı Fransız Yahudileri, Osmanlı Yahudilerine eğitim veren okullar açmaya başladı. Osmanlı coğrafyasında yaşayan Yahudiler anadillerini unutup, frankofon elitlere dönüştüler. Haliyle de ikiye bölündük.
(...) Haklısın çok acı bir durum. Sefaradların dili Ladino’nun ölmesine az kaldı. Onlara ne kadar büyük bir haksızlık yaptığımı şimdi çok daha iyi anlıyorum. Aslında bu tipik bir azınlık politikasıdır, aynısını şimdi Almanya’daki Türkler de yaşıyor.
(...) Kesinlikle Yahudi demenden yanayım. Yahudi sözcüğü yerine Musevi sözcüğünü kullananların daha nazik olacaklarına hiç inanmıyorum. Yahudi’ye yüklenen bazı sıfatlardan dolayı “Yahudi”, biraz küçümseyici bir tanım haline geldi ama bu çok yanlış. Yahudilik, Museviliği aşan bir kimlik ve kültürü temsil eder. Musevilik dediğinizde sadece dini bir kimliği vurguluyorsunuz. Oysaki din Yahudiliğin sadece bir parçası.
Mario Levi
http://www.hurriyet.com.tr/magazin/magazinhatti/24802374.asp
Almanya geçen yıl BM’deki Filistin devletinin tanınması oylamasında son anda çekimser kalarak İsrail’i kızdırmıştı. Almanya ayrıca, Filistin’in İsrail işgali altındaki toprakları konusunda da İsrail’in paralelinde hareket etmiyor, bu konuda sürekli İsrail’i kınıyor, eleştiriyor. Bu da elbette İsrail’in hoşuna gitmiyor. Ayrıca, ikili şahsi ilişkiler bakımından Başbakan Merkel ve Başbakan Netanyahu’nun yıldızlarının hiç barışmadığı, ikisinin birbirlerinden hiç hoşlanmadıkları da çoktandır biliniyor. Esasen Merkel ile Netanyahu ilişkileri biraz Obama-Netanyahu ilişkilerine benziyor. Merkel de özellikle Filistin barış süreci, bununla ilgili Netanyahu’nun tavrı ve de elbette Yahudi yerleşim planları konusunda Obama gibi düşünüyor, Netanyahu’ya güvenmiyor. Geçmiş yıllarda Merkel’in Yahudi yerleşimleri konusunda Netanyahu’yu ağır şekilde eleştirdiği, hatta Almanya’nın İsrail’e yapıp vermeyi taahhüt ettiği 6. Dolphin sınıfı denizaltı işini askıya almakla uyardığı da söylenmişti mesela. Diğer yandan, Merkel, AB’nin işgal altındaki topraklardaki insani ve diğer faaliyet ve yatırımlarında İsrail ile işbirliğine yasak getiren yeni AB ortak düzenlemesine karşı tavır içinde bulunuyor, bu yasakları savunmuyor. Başbakan Merkel, İsrail konusunda işte böyle bazen İsrail’i sonuna kadar destekliyor, bazen de eleştiriyor, bazı konularda İsrail’e karşı çıkıyor. Ancak bu değişken tavırlarına rağmen son tahlilde İsrail’in güvenliği söz konusu olduğunda her zaman İsrail’in yanında olacağını defalarca ilan etmiş bulunuyor. Nitekim bu çerçevede en son bir Alman-Yahudi yayın organına verdiği mülakatta “İsrail söz konusu olduğunda Almanya asla tarafsız olmaz. Güvenliğinin teminatı söz konusu olduğunda İsrail, Almanya’nın desteğinden her zaman emin olmalıdır.” diyor. Velhasıl, İsrail, anlattığımız sebeplerle Merkel’in seçim zaferine en çok sevinen ülkelerden birisi bize göre.
Fikret Ertan
http://zaman-online.de/64516/fikret-ertan-almanya-israil-ve-merkel
Burgazada'daki Avusturya kilisesine ait ahşap deniz banyosunu gayet iyi hatırlıyorum; tam altındaki merdivenden yüzmek için usulca suya inen rahibeleri o loş alanda görebilmek biz çocuklar için müthiş bir heyecan vesilesiydi.
Adada meczup muamelesi gören Süpürge lakaplı kadın ise tıpkı Yahudi kimsesizler gibi denize sadece ayrıcalıklı azaların alındığı iki kulübün arasında sıkışmış kalmış küçücük kumsaldan koyu renkli entarisiyle girmeyi severdi.
Adanın karayele bakan arka sahilindeki en pitoresk koyu Halikya'da ise Lübnan kökenli Madam Marta, üstünde bronzlaşmış tenine pek bir yakışan leopar desenli bikinisi, guruba karşı Marmara'ya dalarken doğayla bütünleşirdi.
Yıllar geçtikçe ada hızla değişti, mesela Deniz Kulübünde çoğunluğu oluşturan Sefarad ve Eşkenaz Musevilere göre zaten üçüncü sınıf muamelesi gören Bizans yadigârı Karaim Yahudileri bir elin parmağı kadar kaldılar; Adalar Su Sporları Kulübünde ise bir zamanlar sutopunda başarıdan başarıya koşan, yelkencilik veya dalgıçlık yapan Rum palikaryalar tek tek göç etti, fakat vatanları saydıkları Burgaz'ı unutamadılar.
Murat Türker
http://www.bianet.org/biamag/siyaset/150237-rumlarin-gocu-altin-portakal-da
2007’de kaybettiğim sevgili dayım, hasta olduğu dönemde, ani olarak gelişen bir sorundan dolayı hastaneye kaldırılmıştı. Diyalize girmesi gerekiyordu. Onun işleminin tamamlanmasını, çocukları benzer bir sorun nedeni ile acilen diyalize alınan, görünümlerinden bir hayli muhafazakâr olduklarını tahmin ettiğim (yetişkin kadınlar kara çarşaflı idi) bir aile ile aynı salonda tedirgin bekleyişimiz başladı. Her iki hastanın da durumu oldukça kritikti. Bir süre sonra bu ailenin erkek bireyleri bizim de duyacağımız bir ses tonuyla Yahudiler ve Hıristiyanlar hakkında çirkin yakıştırmalarla dolu bir sohbet koyuldular. Yurt dışında yaşayan bir yakınlarının yaşadığı sorunlardan yola çıkıp, tüm gayri Müslimleri sert bir şekilde eleştiren söylemlere vardılar. Hazır karşılarında bütün kadın bireyleri modern bir aile bulmuşken de, bize laf dokundurmaktan da geri kalmıyorlardı. Bu tür durumlarda pek “aman bana ne, boş ver, duyma gitsin” ci değilimdir. Şöyle müdahale ettim:
“Çocuğunuz diyalize bağlı ve bu belki de, hatta büyük ihtimalle onun yaşamını kurtaracak. Onu borçlu olacağınız cihazın mucidi de gayri Müslim. Yerinizde olsam sözlerime dikkat ederdim!”
İnsanlık artık bu tür sapkın bakış açılarından kendini sıyırmalıdır. Zenci düşmanlığı, Yahudi düşmanlığı, İslam ve Müslüman düşmanlığı, mezhep düşmanlığı, her türlü ayrımcılık artık dünyayı kucaklayacak yeni nesillerin kitabında yer almamalı. Herkes buna katkı sağlamaya çalışmalı.
Ayla Çağlayan
http://www.gercekgundem.com/?c=71096
Son günlerde dünyada hayli tartışılan bir kitap var. Kudüs hakkındaki "Dateline Jerusalem" adlı kitabın yazarı, CBC'nin (Christian Broadcasting Corporation) Kudüs temsilcisi olan, çok okunan ve sözü dinlenen gazeteci Chris Mitchell.
Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların ortak ilgi odağının son zamanlarda tekrar Kudüs'e çevrildiğini, bölgedeki birçok gelişmenin dini hurafelerin veya kehanetlerin gerçekleşme adımları gibi algılandığını ve hemen bütün tarafların bu gelişmelerin ışığı altında pozisyon almaya başladıklarını gösteriyor.
Suriye'deki muhalifler, El Kaide bağlantılı gruplar, İran yönetimi bundan sonraki hilafetin merkezinin Kudüs olacağını düşünüyor ve gelişmekte olan bazı olayları bunun işareti olarak algılıyorlar. Hıristiyanlar ise ikinci geliş olarak tanımladıkları Hazreti İsa'nın yeryüzüne Kudüs'te ineceğine ve krallığını kuracağına inanıyorlar. Bunun gerçekleşmesi için Yahudi devletinin güvenliğinin, huzurunun sağlanması gerektiğini söylüyorlar.
Her taraf kendi kehanetinin gerçekleşmesi için diğerinin kehanetinin oluşma koşullarını bozmaya çalışıyor. Ben bu yüzden bundan sonraki büyük terör olayının Kudüs'te yaşanacağına inanıyorum. Çünkü büyük kehanetin gerçekleşmesi için Kudüs'te önceden huzurun olması gerektiğine inanılmış durumda. Bu huzuru bozmak isteyenler şimdi buna konsantre olabilirler.
Rasyonel düşünmeye çalışan bir beyin açısından tüm bunlar saçma gibi görünebilir ama emin olun Ortadoğu koşullarında tüm bunlar gündelik hayatı ve geleceği şekillendiren şeyler olarak ortaya çıkıyor. Anlayacağınız bu çılgın ortamda aslında durum çok gergin ve tehlikeli. Türkiye de maalesefkendi dinselleşmesiyle birlikte Ortadoğu'nun bu çılgın ortamına uyum göstermiş gibi gözüküyor ve belki de bu çılgınlığa katkıda bulunmaya bile başladı.
Bu tür konularda çılgınlık katsayısı hayli yüksek olan İsrail, muhtemel bir Armageddon savaş oyunlarında artık Türkiye'yi de hedef olarak düşünmeye başlamış. (Dateline Armageddon kitabının derinliklerinde bulduğum bir gelişme bu.)
Rasyonel, sakin düşünebildiği takdirde bu çılgınlığın mümkün olduğunca uzağında durmak gerekirken, Türkiye eskiden sürdürdüğü sakin, mesafeli tutumunu bırakıp dinsel çılgınlığa aktif katkıda bulunan tavırlar almaya başladı.
Bir zamanlar Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun, "Yakında Kudüs'te Mescid-i Aksa'da namazımızı kılacağız" sözünün amacı farklı olmasına rağmen Ortadoğu'nun çılgın koşullarında nasıl algılandığını ve Türkiye'yi nasıl konumlandırdığını tahmin edebilirsiniz.
Son Suriye politikamız da hakkımızdaki o algıyı pekiştirirken bizi çok büyük tehlikelere açık hale getiriyor. Bunu görüp hepimizi sakin, rasyonel düşünmeye davet etmek istiyorum.
Serdar Turgut
http://www.haberturk.com/yazarlar/serdar-turgut-2025/880807-samdan-kuduse-uzanan-kehanet
Çözüm süreci, Türkiye dış politikasının yeni vizyon ve yeniden stratejik etkinlik kazanmasına önemli katkı verebilecek bir gelişme.
Ortadoğu’daki dengeleri çözüm sürecinden daha fazla etkileyecek, ama gerçekleşmesi de bir o kadar zor olan gelişme, ABD-İran arasında diplomatik ilişkilerin ortaya çıkma olasılığıdır.
ABD-İran ilişkilerinde değişim, Ortadoğu’da ve bölge siyasetinde, hiç kuşku yok, “oyun değiştirici” niteliktedir ve Suriye krizini, İsrail-Filistin sorununu, Arap Baharı sürecini olumlu yönde etkileyecektir.
İran Cumhurbaşkanı Ruhani’den, seçildiğinden beri, İran-Batı, İran-İsrail ve İran-ABD ilişkilerine dönük sürpriz ve kritik girişimler izliyoruz.
Aslı Aydıntaşbaş (23 Eylül), bu gelişmelerin Ruhani’yle, “Tahran Glasnost yaşıyor” izlenimini yarattığını söylüyor. Haklı da.
BM Genel Kurulu’nun en ilgi çeken ismi de, bu açılımlarıyla, Ruhani oluyor. Genel Kurul’da, ikili görüşme olmasa bile, Obama’yla Ruhani el sıkışacaklar.
ABD-İran ilişkilerinde olumlu gelişmeler, şüphesiz Türkiye’yi olumlu etkileyecek. Türkiye, bunun farkında. Genel Kurul’da bulunan Cumhurbaşkanı Gül, bu yönde gelişmeler olacağının ipuçlarını veriyor.
Çözüm süreci ve ABD-İran ilişkileri: Ortadoğu siyasetini değiştirecek iki “oyun değiştirici” gelişme.
Türkiye, dış politikasını, aktif ve yapıcı olma niteliklerini tutarak, bu gelişmeler temelinde yeniden kurmalı; Mısır ve Suriye üzerine aşırı odaklanmayı bırakıp, dış politika istikametini Tahran’a, Tel Aviv’e, Washington’a ve Brüksel’e döndürmeli; İran, İsrail, ABD ve AB ile ilişkilerini, yüzünü tekrardan Batı’ya dönerek, canlandırmalı.
Fuat Keyman
http://dunya.milliyet.com.tr/tahran-tel-aviv-washington-/dunya/ydetay/1768075/default.htm
Türkiye’de kriz günlerinde görev yapmış bir diplomat olarak, soruların basitliği ve cevapların uygunluğu arasında ters bir denklemin var olduğunu idrak etmem gerekti.
Öyle görünüyor ki insanlar en zor sorulara ‘klişe’ cevaplar vermeye meyilliyken, karşılaştıkları en basit sorulara cevap vermeyi düşünürken afallıyor, sersemliyor hatta dudakları düğümleniyor.
Soru soranların basitçiliğe ve biçimcilğe düşme korkusu yüzünden Orta Doğu ile ilgili en caydırıcı sorular henüz sorulmadı.
İzin verirseniz sizlere yüksek sesle bazı soruları yöneltmek istiyorum, İsterseniz sorulara daha sonra kafa yorun, fakat kesinlikle eminim ki, soruların içeriklerine baktığınız zaman kendiniz de bir kaç soru da siz eklemek isteyeceksiniz.
A. Neden Ortadoğu sınırları; Afrika’nın birçoğu, Asya’nın bir kısmı düz çizgi halinde çizilmiş?
B. Siz bir Müslüman ve bir Yahudi’yi onlara bakarak ayırd edebilir misiniz?
C. Siz Ürdünlü bir Müslüman ile Mısırlı bir Müslüman’ı onlara bakarak ayıred ebilir misiniz?
D. Eğer derin devlet varsa amacı nedir?
E. Bir kitap, kendi başına, (içindeki kelimeler değil) kutsal olabilir mi?
F. Ya da bir toprak parçası?
G. Bir toprak parçasının 20. yüzyıl sınırları çizilince kutsallığını kaybeder mi?
H. İnsanlar birbirlerini kutsal kitap için mi ya da kutsal topraklar için mi öldürmeli?
I. Peki bu her şeyi çözecek mi?
J. 20. yüzyılda kaç tane şiddetli ihtilal ve ayaklanma uzun süreli istikrara öncülük edebilir?
K. Veya kaç tane kaç tane vahşi olmayan?
L. Neden dünya Holokost sırasında milyonlarca Yahudi’nin toplu katliamına göz yumdu?
M. Eğer medyayı Yahudiler yönetiyorsa nasıl oluyor da hep onlara yükleniliyor?
N. Eğer İran’da bu kadar çok petrol varsa, o zaman neden elektrik için nükleer enerjiye ihtiyaç duyuyorlar?
O. Ve eğer nükleer tesisler barışçıl araştırma maksatlı kurulduysa niye yerin altında gömülü bir şekilde bulunuyor?
P. Boş topraklardan komşu ülkeye ateşlenen roketler nasıl barış isteme belirtisi oluyor?
Q. Nasıl oluyor da insanlar 21.yüzyılda hala kimyasal silah kullanmaktan kaçıyorlar?
R. Bir ihtilal ne yapılırsa haklı olur?
S. Bir ihtilal ne yapılırsa haksız olur?
Devam edebilirim, ama eminim ki siz de endişeleniyorsunuz ve benzer sorular sizin de aklınızı kurcalıyor. Eklemek isteyecek sorularınız da vardır mutlaka.
Buyrun. Atış serbest…
Ohad Avidan Kaynar
Türkiye’de özel sektörün gelişmesinin önünde en büyük engellerden biri olarak yabancıların, özellikle Yahudilerin ticaretteki hâkim rolleri görülmekte idi. 1942’de çıkarılan Varlık Vergisi, Yahudilerin dışlanmasına yönelikti ve İstanbul’da sermayenin değişimini başlattı. Vergisi'ni ödemekte zorluk çeken azınlıkların çoğunun mülkleri haczedildi ya da bizzat kendileri tarafından satışa çıkarılarak düşük fiyatla el değiştirdi. Kısacası, Varlık Vergisi uygulamada gayrimüslimlerden Müslüman-Türk kapitalistlere sermaye aktarımı anlamına geldi. Türkiye’deki Yahudi iş adamları arasında Üzeyir Garih, JakKamhi, İshak Alaton ve Bursa’da öldürülen ünlü tefeci Malki en çok tanınanlardır. Bunların dışında Hazar Türkü Museviler ve Karatay Türkü Museviler orta sınıf iş adamları idi. Karatay Türkü iş adamları bugünkü Karaköy’ü kuranlar olup, sayıları 30’a kadar inmiştir. Selanik dönmesi (Sabatay) olarak bilinenler ise daha çok tekstil dünyasında hâkim yer edinmişken, daha sonra bu üstünlüklerini kaybettiler. Cumhuriyetin başlarında bazı ithal malların satılmasında ve devlet ihalelerinde Yahudi ailelerin çok büyük avantajları olmuştu. 1954 yılında Galata’da Üzeyir Garih ile İshak Alaton’un beş bin lira sermaye ile kurdukları Alarko Holding’in bugünkü gücüne ulaşmasında, 1958’de dönemin başbakanı Adnan Menderes’in kendilerine Ankara’da kurulacak olan bir para matbaasının havalandırma tertibatının ihalesini vermesinin önemli rolü oldu.
Sait Yılmaz
http://www.ulusalkanal.com.tr/turkiyede-kim-nasil-zengin-oldu-makale,1602.html
http://www.odatv.com/n.php?n=general-sisi-yahudi-mi-2809131200
http://www.evrensel.net/news.php?id=69004
http://www.arkitera.com/haber/index/detay/yarismayla-yapilan-yahudi-muzesi/16961
http://www.zaman.com.tr/mustafa-armagan/abdulhamidin-siyonizmle-dansi_817851.html
http://www.hasturktv.com/anti_semitizm/6390.htm
http://tvarsivi.com/player.php?i=2013090982657