Bir aşk efsanesinden doğan şehir: STRATONIKEIA

Günümüzde Muğla ili, antik Karia bölgesinin en önemli merkezlerinden biri olup, içinde pek çok antik kenti barındırmaktadır. Bu kentler içinde en önemlilerinden biri de Yatağan’ın 8 kilometre kadar güneybatısında bulunan Stratonikeia antik şehri. Bir aşk efsanesinden doğduğu söylenen ve büyük bir dinsel yolun üzerinde bulunan şehrin kurucusu olan I. Antiokhos, burayı önce üvey annesi sonrasında ise eşi olan Stratonike için inşa ettirir

Önder KAYA Perspektif
9 Ekim 2013 Çarşamba

Şehirle tanışmam Güllük’te bulunan dayımı ziyaretim sırasında anlatılan bir hikâye ile başladı. Bu hikâyeye göre Yatağan yakınlarında bir antik yerleşim biriminde vakt-i zamanında bir kral yaşarmış. Bu kralın genç ve güzel bir karısı ile yakışıklı bir oğlu varmış. Kral, oğlunu çok sever, bir dediğini iki etmezmiş. Ancak gelgelim genç prens bir gün amansız bir hastalığa yakalanır. Yemeden içmeden kesilir. Ülkenin dört bir yanından gelen hekimler delikanlının derdine çare bulamazlar. Zira görünüşte hiç bir hastalığı yoktur. Fakat doktorlardan birisi genç prensi muayene ederken bir tespitte bulunur. Prensin nabzı ve kalp atışları odaya üvey annesi girdiğinde anormal bir şekilde artmaktadır. Hekim, teşhisini koyar, koyar koymasına da bunu krala nasıl söylemeli diye düşünmeden edemez. Uygun bir an yakaladığında krala genç prensin derdini açıklayıverir. Prens, kralın güzeller güzeli eşine kara sevdaya derecesinde vurgundur. Başkası olsa son derece sert bir cezaya başvuracak olan kral, ciğerparesi oğlunun bu durumu karşısında önce şaşkınlığa düşer. Ancak sonrasında meseleyi halkına açmaya, onların takınacağı tutuma göre hareket etmeye karar verir. Ne de olsa kendisinden sonra ülkeyi oğlu idare edecektir. Yurttaşlar bu hazin aşk hikâyesini dinledikten sonra prensten yana ağırlıklarını koyarlar. Kral da işi fazla yokuşa sürmez ve genç eşini oğlu ile evlendirir.

Hikâyeyi ilk duyduğumda gülümseyip geçmiş, çok da ciddiye almamıştım. Ancak dayımın beni bu şehre götürme teklifi tabii ki ilgimi çekiverdi. Harabelerin girişine geldiğimizde söz konusu kentin adının Stratonikeia olduğunu öğrendim. Dahası anlatılan hikâye ile bağlantılı bir resim de, şehre gidiş yönünü gösteren tabelaya nakşedilmişti. İstanbul’a döndükten sonra şehir hakkında bir şeyler okumak istediğimde Güllük’te dinlediğim anlatının tarihsel açından doğruluk payının olduğunu öğrenmek beni epey şaşırttı. Stratonikeia, antik dönemde Helenistik Seleukos krallığı tarafından temelleri atılan bir şehir. Şehrin kurucusu olan I. Antiokhos, burayı önce üvey annesi sonrasında ise eşi olan Stratonike için inşa ettirmiş.

                                                                              Tiyatro alanı

STRATONİKEA’NIN TARİHİ

Şehrin tam olarak ne zaman kurulduğu bilinmese de MÖ. 3. yüzyılın ilk yarısında olduğu tahmin ediliyor. Hemen belirtelim ki bu durum, bölgede daha öncesinde yerleşim olmadığı anlamına gelmiyor. Bilhassa civarda gerçekleştirilen nekropol yani mezar alanı kazılarında MÖ. 2 binin sonlarına tarihlenen bazı eşyalar bulunmuş. Gelgelelim şehir en görkemli zamanını Seleukos İmparatorluğu ve Romalılar zamanında yaşamış. Bilindiği üzere Seleokus krallığı Büyük İskender’in ölümünden sonra ortaya çıkan Hellenistik krallıklardan biridir. I. Seleukos, kendisi ile birlikte Batı Anadolu’ya hâkim olmaya çalışan Lysimakhos’u MÖ. 281’de Manisa yakınlarında yenmiş ve bölgenin hâkimi olmuştur. Seleukos’un oğlu olan I. Antiokhos da Stratonikeia kentinin temellerini atmıştır. Kent, ilerleyen yıllarda Rodoslular, Bergama Krallığı ve Seleukoslar arasında el değiştirmiş, sonrasında ise Roma egemenliğini tanımıştır. Bölgenin Bizans zamanında da varlığını koruduğu biliniyor. Hatta civarda beylikler ve Osmanlı devrinden kalma bazı eserleri görmek de mümkün.

Stratonikeia’nın kazı macerasının başlaması da oldukça ilginç. Bölge, Eskihisar köyünün içinde yer alıyor. Bu civarda 1957 yılında meydana gelen deprem, var olan kalıntıları daha net biçimde su yüzüne çıkarmış. Bölgede Yatağan termik santralinin inşasına başlanması ve bu alanın bir kömür havzası içinde kalması, kazıları zorunlu hale getirmiş. Bunun sonucunda Prof. Yusuf Boysal yönetiminde Selçuk Üniversitesi tarafından kazılara başlanmış ve bu süreçte kent boşaltılmaya çalışılmış. Zaten deprem sonrasında Eskihisar köyü başka bir yere nakledilmişse de bazı ev sahipleri yaşam alanlarını terk etmek istememişler. Hâlihazırda da kazı alanı olan bu antik yerleşkede bir kaç aile evlerinde yaşamaya devam ediyor. Kazı çalışmaları 2008’den beri Prof. Dr. Bilal Söğüt denetiminde ve Pamukkale Üniversitesi’nce gerçekleştirilmekte. Buradan çıkarılan pek çok heykel, halen Milas Müzesi’nde sergileniyor. Yöre halkı çıkan malzemenin bölgede tesis edilecek bir müzede sergilenmesi arzusunda. Anlatıldığı kadarıyla burada eskiden bir müze varmış, ancak müzeden bazı parçalar çalınınca, çıkarılan malzemeler merkeze gönderilmiş. Stratonikeia geniş bir alana sahip olmakla birlikte tam anlamıyla kazılabilmiş değil. Bugüne kadar ortaya çıkarılan kısımlar anıtsal kapısı, sur duvarları, halk meclisinin toplanma yeri olan bouleuterion binası, tiyatro, tapınak, hamam ve su yolu.

OSMANLI’NIN İZLERİ

Kentin girişinde çok ilginçtir ki sizi biri beylikler döneminden, diğeri Osmanlı devrinden kalma iki eser karşılıyor. Halk arasında Selçuk hamamı denilen yapı 14. yüzyıla tarihleniyor ve muhtemelen beylikler döneminden kalma bir hamam kalıntısı. Yazık ki bugüne büyük ölçüde dış duvarları gelebilmiş. Hamamın hemen kuzeyinde ise, Şaban Ağa camii karşılar sizi. Yapı, kitabesinden anlaşıldığına göre 1876’da yeniden inşa edilmiş. Evliya Çelebi seyahatnamesinde geçen Sulu Cami’nin bu yapıdan evvel inşa edildiği düşünülüyor. Bu durumun en temel sebebi yakın zamana kadar caminin altından bir su yolunun geçiyor olması. Hatta çevrede ikamet eden köylülerle yaptığım bir konuşmada yakın zamana kadar caminin altından su geçtiğini, çocukların da bu suda oynadıklarını öğrendim. Bugün ise su yolu görülebilmekteyse de kuru haldedir. Caminin giriş kapısının önünde mermer bir sanduka yer almaktadır. Söz konusu sandukanın, caminin banisi Şaban Ağa’ya ait olduğu söyleniyor. Lakin sandukanın üzerinde bir kitabe bulunmadığı için bunu doğrulamak mümkün görünmüyor. Cami, kısa bir süre önce restore edildiği için gayet bakımlı. Stratonikeia’nın en ilginç yanlarından birisi antik dönemden, Osmanlı ve oradan da Cumhuriyete uzanan kent dokusunun izlerini hem de Osmanlıdan kalma taş döşemeli yollarda ilerleyerek görebilme şansınızın olması.

Antik şehri gezmeden önce köy meydanını bir incelemenizi öneririm. Devasa bir çınar ağacı meydana damgasını vuruyor. Aslına uygun olarak restore edilen Celal Çavuş’un kahvesinde ise çay, eskiden olduğu gibi odun ateşinde pişiriliyor. Ayrıca bu kahvehane bir zaman tüneli gibi. İçinde pek çok değişik objeye ve dönem tanıklığına tesadüf etmeniz mümkün. Kahvehane ve camiden biraz ilerleyip sola doğru dönecek olursanız antik kentin spor eğitiminin ve kültürel uğraşlarının gerçekleştiği gymnasiumu ile karşılaşırsınız. Yapı, tümüyle kazılmamış ama ortaya çıkarıldığı kadarıyla bile muhteşem. Deprem öncesinde bu alanın üzerinde evlerin olduğunu çevrede yaşayan köylülerden öğrendim. Gymnasium, bölgedeki en eski yapılardan biri.

Şaban Ağa Camii’nin arkasında ise sırasıyla bir Roma hamamına ve devasa tiyatroya tesadüf ediyorsunuz. Doğal bir yamacın eteğine inşa edilen tiyatronun 15 bin kişilik olduğu sanılıyor. Yine Stratonikeia kentinde bir de Roma imparatoru Augustus adına inşa edildiği sanılan bir tapınak kalıntısı mevcut. Bouleuterion da denilen halk meclisi binası da oldukça ilginç bir kalıntı alanı. Yapının duvarlarında iç kesimde Grekçe, dış kesimde ise Latince yazılara tesadüf etmek mümkün. Latince yazıların içeriği de oldukça ilginç. Bu yazıtlarda Stratonikeia kentinde satılan ürün fiyatlarının listesi kayıtlıdır. Böylelikle yetkililer muhtemelen şehir içindeki satışları kontrol altına almayı ve olası bir enflasyonu engellemeyi düşünmüşlerdi. Şehrin kuzeyinde ise devasa bir sütunlu cadde ve bunun sonunda giriş kapısı yer alır. Stratonikeia, büyük bir dinsel yolun üzerinde bulunuyordu. Şehrin yakınlarında bulunan Lagina yani bugünkü Turgut kasabasında başlayan Hekate kutsal alanı burası ile birleşiyordu. Kentin bu kapısında yuvarlak havuzlu bir çeşme anıtı yükseliyordu. Şehre girdikten sonra sütunlu bir yoldan ilerleyerek şehir merkezine ulaşılıyordu.

Stratonikeia “ben antik mimariden hazzetmem” diyene de demeyene de çok şey vaat ediyor. Şehrin içi nar, üzüm, incir gibi türlü meyve ağaçları ile bezeli. Hane sahipleri her ne kadar genelde köylerini terk etmiş olsa da, ağaçlar hala türlü yemişlerle dolu. Evlerde ve bahçe duvarlarında antik şehrin malzemeleri mimari eleman olarak kullanılmış. Şehri gezerken hiç olmadık bir yerden koyun sürüleri karşınıza çıkıveriyor. Yani Stratonikeia ölü bir antik şehir değil. Antik çağın Karya’sına yolunuz düşerse mutlaka Yatağan’a uzanın. Hem Stratonikeia’yı hem de buraya çok yakın bir mevkide yer alan Lagina antik kentini görün. Kararı siz verin. Umarım benim kadar memnun ayrılırsınız.

 

KAYNAKÇA

Asuman Baldıran; “Nekropol Buluntularına Göre Stratonikeia’nın Tarihsel Süreci”, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 6, Konya 1991, s. 45-51

Yusuf Boysal; “Stratonikeia” Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 2, Konya 1988, s. 123-134

Aynur Civelek; “Stratonikea-Akdağ Alabastonu Üzerine Gözlemler”, Arkeoloji ve Sanat, sayı: 130, Ocak-Nisan 2009, s. 81-88

Tunç Sezgin; “Stratonikeia’dan Bir Kantar”, Stratonikeia’dan Lagina’ya Ahmet Adil Tırpan Armağanı, İstanbul 2012, s. 543-549

Bilal Söğüt; Stratonikeia, Yatağan kaymakamlığı  yayınları

Bilal Söğüt; “Stratonikeia Takvim ve Diokletian Kararı”, Aktüel Arkeoloji, Mart-Nisan 2012, s. 114-116

Oğuz Tekin; Eski Anadolu ve Trakya, İstanbul 2007

Ahmet Tırpan; “Buluntular Işığında Lagina ve Yakın Çevresinin Tarihi Süreci”, Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 11, Konya 1997, s. 75-87

Ahmet Tırpan; “Stratonikeia’nın Şehir ve Sur Planı”, Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 5, Konya 1990, s. 217-219

Banu Yılmaz; “Stratonikeia’dan Paye Başlığı”, Stratonikeia’dan Lagina’ya Ahmet Adil Tırpan Armağanı, İstanbul 2012, s. 693-700